11 Temmuz 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 29. BÖLÜM

Burak'ın iki kelimesi odanın ortasına düşmüş bomba etkisi yarattı. İki kadın da git eyleminin arkasına iliştirilen Hülya adını yanlış duyduğundan emindi. Duygu o kadar beklemiyordu ki kovulmamayı hala geriliyordu kapıya doğru.

"Yanlış anladım sanırım. Duygu mu demek istedin tatlım?"

"Hayır, sana dedim Hülya git artık."

"Sen kafayı mı yedin? Kim, kim aklın karıştı bir ayda. Sahte olan o. Nikâh sahte. Karın sahte. Ben izin verdim buna hatırlarsan Burak."

"Sonra konuşuruz Hülya. Şimdi gitmen gerek. En başta gelmemeliydin."

Duygu havaya saçılan her bir harf pinpon topuymuş gibi bir adama bir kadına bakarken kendi pinpon topları nerelere saçıldı arayıp bulmak isterdi. Söyleyecek o kadar şeyi vardı ki, bir iki gece öncenin aksine. İkisine de küfür etmek ilk önceliği olacaktı ilk harfi biri kopya verir vermez.

Burak'ı da anlamıyordu. Kadını yatak odasına çıkarıp bir güzel soymuşken en başta gelmemesi istenmeyen bir durum olmamalıydı.

"Ne konuşacağız ya, doğru cümleyi kurmanı bekliyorum."

"Kurdum zaten, nesini anlamadın? Hülya lütfen gider misin? Zorluk çıkarma."

"Zorluk mu? Zorluk mu oldum şimdi ben? Ne olduğu belirsiz bir kadın için beni harcadığını unutacak mıyım ben sence? Bana git demen hakaret etmen demen. Farkında mısın?"

"Hakaret etmiyorum. Sadece gitmeni istiyorum. Duygu sen de odana git. Geleceğim az sonra."

Şu an bu odada, bu katta, hatta bu evde bile ne işi olduğunu, arkasına bakmadan çekip gitmesi gerektiğini biliyordu Duygu. Gel gör ki, uyuşan bacaklarla yürümek zordu. Gözleri yanmaya başladığında adım attı ve odadan çıktı.

"Karının yanına gideceksin demek? Aranızda bu kadar samimi bir ilişki söz konusuydu da bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?"

Burak kapıdan ağlamaklı gözlerle çıkan Duygu'ya yetişmek, ona işin aslının görünenle alakası olmadığını anlatmak istiyordu. Hülya gitmeden bunu yapması imkansızdı. Geçmişte onu mutlu ettiği anların hatrına onu rencide etmemeyi seçmişti; ama bu, karşısında iç çamaşırlarıyla dikilen kadının ilgisini çekmiyor gibiydi. Uzatmamaya karar verdi.

"Valdo'yla yattın mı?"

Beklemediği soruyla gözü kararmış gibi sendeleyen Hülya tutunacak bir yer aranarak baktı erkek arkadaşına. Babasının İsveç'teki iş yerini aramaya kadar vardırmıştı şüphelerini ve hiç tereddüt etmeden kurduğu bu cümle onu çoktan gözden çıkardığının kanıtı niteliğindeydi. İnkâr etmekten başka ne yapacağını bilemedi.

"Bunu bana nasıl yakıştırırsın? Burak ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?"

"Hülya, ben seni sevdim. Dört yıl bekledim seninle birlikte olabilmek için. Yurt dışında olduğun halde, beni defalarca reddettiğin halde hep sen vardın hayallerimde. Ne değişti? Ne zaman değişti?"

Hülya ailen öldüğünde diyemezdi. İlgi manyağı, egoist kadınlar gibi Burak'ın şiddete meyilli o anlarında yanında olmayıp başka kollarda ısındığını dile getiremezdi.

"Hiçbir şey değişmedi. Sen değiştin. Duygu denen kadın sana neler vaat ediyor bilmiyorum; ama ben seni seviyorum."

Keşke bir şey vaat etse. Keşke bir şey olur bizden dese. Dört yıl değil ömür boyu beklerim onu.

"Evet ya da hayır demedin. Sadece o muydu? Başkası da oldu mu?"

Aklını meşgul eden soruları dile getirmesi bile iğrençken bunları yıllardır birlikte olduğu, sevgi ve saygının hiç bitmeyecek sandığı, dedesinin karşı çıkacağını bilerek ondan vazgeçmeyeceğine emin olduğu kadına soruyor olması adil değildi. Gerçi adil olacağını kim söylemişti ki?

"Anlamsız sorular bunlar tatlım. Biz birbirimize aitiz. Hiçbir şey bunu değiştiremez."

İki üç adımda aralarındaki mesafeyi kapatarak ona dokunmaya cesaret etmesi, Burak için taşmaya hazır bardağı bir güzel taşırdı. Havada yakaladığı iki bileğinden çekip onu odanın dışına doğru çekmeye başladı.

"Soyunduğun gibi giyin, geldiğin gibi git."

"Burak bunu bana yapma."

"Hülya bunu bize sen yaptın. Safım ben, o mesajı görene kadar zerre şüphe duymadım senden. Babanın yanına gittiğini düşündüm, buna inandım hep, çünkü bana dediğin buydu."

"Ben bir şey yapmadım. Kimseyle ilişki kurmadım."

"Duygusal bağ olmayınca sadakatsiz olmamış mı oluyorsun? Doğru mu anladım?"

"O cadı girdi kanına senin, değil mi? Kendini sana sunmuyorsa ben de bir şey bilmiyorum. Sana yattınız mı diye sorduğumda hayır dedin. Yalancı."

"Kendi sadakatsizliğinin faturasını konuyla hiç alakası olmayan birine kesmen gözümde seni küçültmekten başka işe yaramıyor Hülya."

Aklında bugün gerçekleşmesini düşünmediği ayrılığın şimdi hemen bitip gitmesi için can atıyordu. Hülya kendinden başka herkeste hata bulurken bunu zorlaştırıyordu, kaç dakikadır kendi ayağıyla sonlarına gelen kadını gönderememişti evden. Duygu odasına mı geçti, yoksa çekip gitti mi onu bile bilmiyordu. Bir an önce öğrenmek için can atıyordu.

"Pişman olacaksın. İş işten geçmeden kararından dön."

"Pişman mı olacağım pişman mı edeceksin? Kulağa ikincisi gibi geliyor."

Yerden kıyafetlerini toplamaya hala başlamamış olan kadına kendisi bir bir vermeye başladı onları. Duygu Cihan'a gitmek içim evden çıkmıştı ve Allah bilir bu paçavraları görüp odaya çıkmıştı. Yoksa hayatta onun odasına girip ateş püskürmezdi.

"Senden kolay vazgeçeceğimi düşünüyor musun gerçekten?"

"Özgürsün artık. İstediğin bu değil miydi?"

İçinde bir şeyler, kurduğu her cümle ile yavaş yavaş koparken bir gözü misafir odasının kapısındaydı.

"Bildiğim şeyleri unutuyorsun Burak."

"Hayır, unutmadım. Buradan çıkıp dedeme gitmeyi mi geçiriyorsun aklından? Burak sahte evlilik yaptı, sana oyun oynadı, miras bırakma ona mı diyeceksin? Şahane planın bu mu?"

Bildikleri bununla sınırlı kalsaydı, bu plan anca vasat bir plan olurdu. Yaşlı bunak Hülya'ya inanmayacak kadar eski topraktı. Kaldı ki, Merve ile ne zaman oraya gitseler yüzüne, üstüne benzin döküp kendini yakacak deli gibi baktığını gayet iyi hatırlıyordu. Başka şekilde Duygu'yu çıkaracaktı aradan. Sahte evlilik basit kaçardı. Ancak torununu ateşli silahla vuran bir katil adayının kız arkadaşı olması, işte bu dikkatini çekebilirdi.

"Sana asla kötülük yapmam ben. Seni seviyorum."

Ucu Burak'a fazla dokunmadan, sakin kafayla düşünüp yapacağı planla onu kendisine çekebilmek ilk amacıydı. Burak başka bir şey demeden giyinip hızlıca kapıdan çıkan kadının ardından bir süre daha bakıp iç çekse de, yapması gereken daha önemli açıklamalar vardı. Tam misafir odasının kapısına gelmiş vuracakken aniden açılan kapı ile son anda yana kayabildi Burak.

"Duygu ne yapıyorsun?"

Gözleri kadınla ve elinde duran, içinde kıyafet olduğu anlaşılan ufak çanta arasına gidip gelen Burak demesi gereken her şeyi yuttu. Yutunca da unuttu. Defalarca açıp kapadığı ağzından karbondioksitten başka bir şey çıkaramadı. Elindekini kapıya bırakıp bu kez kedileri koyduğu evi aldı.

"Ne yapıyor gibi görünüyorum? Sen odana dön, sevgilin üşütüp zatürre olmasın. Ben kendim çıkarım, yolu biliyorum."

Burak'ı durmadan rahatsız etmemek için yatak yanlarındaki komodinlere sık giydiği kıyafetleri tıkıştırmıştı bir hafta kadar önce. Şimdi bu yaptığı için kendini alnından öpebilse öperdi. Odasındaki bez torbaya sayılı birkaç kıyafeti sinirle doldururken dişlerini sıktığı için şimdi ağrıyan çeneyle laf yetiştirmek ölümdü. Çelik kapıya kadar başka bir şey demeden ilerledi. Tam açacakken araba anahtarını çıkarıp portmantodaki çanağa bıraktı. Burak'ın ne etinden ne sütünden yararlanmak istiyordu bundan sonra.

"Duygu göründüğü gibi değil. Görünmeyeni anlatmama izin ver."

"Benden izin alınması ya da en azından bana haber verilmesi gereken az önceki olayda buna gerek olmadığına şahit oldum zaten."

"Hülya'yı ben çağırmadım, yemin ederim."

Yemin ediyorsa doğru söylemiş oluyor genelde bu hıyar.

"Diyelim ki öyle, peki bizim evimizin kapısı doğrudan senin yatak odana mı açılıyor? Çağırmadığın, beklemediğin birini soyana kadar kararın değişmiş gibi, ha ne dersin?"

Bizim evimiz. Evet, bizim evimiz.

"Anahtarı var. Ben yatakta evrakları inceliyordum. O halde girdi odaya."

"Sen de itiraz etmedin, ayağına kadar gelmiş iki bacak arası sonuçta, yalan mı? Sahte bile olsa bu evlilikte bana karşı sorumlulukların vardı. Benim kendi evimde kalmam söz konusu edilmezken sen sevgilini yatağa atabiliyorsun. Bu mu adalet?"

Öfkeden kıpkırmızı olduğuna emindi Duygu. Karşıdan nasıl göründüğünü umursamadı. Hissettiği öfkenin onda biri gibi görünse yeterdi. Bağırdığı da gerçekti. Belki biraz empati yapardı o zaman Burak Efendi.

"Elimi bile sürmedim Duygu. Onun ardından sen girdin hemen."

"Ah, yazııık! Ne fenaymışım. İşinden gücünden etmişim seni. Ben yokum bir süre, açığı kapatın siz ikiniz."

Ne demek yokum? Bir süre?

Kapıyı açtığı gibi Burak'ın iri eliyle kapatması bir oldu. Hırsla dönen Duygu, kapıya yaslı halde Burak'ın kapıya yasladığı iki kolu arasında kaldı.

"Nesini anlamadın? Onu ben çağırmadım. Ona git dedim. Seni seçtim."

"Bu seçimi göt korkusuyla yaptıysan, dedeme gidip yumurtlayayım, seni şikayet edeyim diye boşa zahmetlere katlanmışsın. Ben senin gibi çifte standart uygulamam insanlara. Duygu kapıdan Hülya bacadan olayları bana ters. Gidip dedeme gammazlamam merak etme."

Ben çağırmadım demekten başka diyecek sözleri olsun isterdi. Duygu Hülya'yı görüp mü geri dönmüştü yoksa tesadüf müydü aklından hızla geçen onlarca soruya göre cevaplama sistemi aşırı yavaştı.

Görüp döndüyse...

Ne olacaktı ki? Ne anlamı vardı? Hülya yatak odasına kadar çıkmış, Duygu'yu yola bıraktığı giysilerle mıknatıs gibi çekmişti. İki iki dörttü.

"Bir süre yokum ne demek? Kedileri alıp nereye gidiyorsun?"

"Cihan'a tabii."

"Niye yatıya kalacakmışsın gibi saçma sapan bir fikre kapılıyorum?"

"Çok doğru kapılmalar, tebrik ederim."

Adamın kapıdaki açık elleri yumruk halini almışken gözlerini kapattı, sakin kalmak çaba gerektiriyordu. Yumruklarını kadının iki yanından kapıya geçirdi.

"Söz konusu edilmemesinin bir sebebi var Duygu. Anlaşmamızda bu yok. En azından bir süre daha kalamazsın bir başka evde."

"Şöyle yapalım o zaman. Henüz akşam, ben gideyim, evin yedek anahtarını çıkartıp Cihan'a vereyim. Sen işe gittiğinde de o gelsin habersiz. Dönüşümlü sevişe..."

"Duyguuuu! Yeter. Suçum yok; ama sinirlenmekte haklısın. Özür dilerim. Seni içine soktuğum duruma lanet olsun, tamam mı?"

Burak'ın gözlerine kadar çıkan hüznü öyle samimi görünüyordu ki, ona deli gibi bağırdığı için o da üzüldü. Hakkı var mıydı buna, varsa nasıl elde etmişti meçhuldü. Karşısında sakince açıklama yapan adama bakıldığında varmış gibiydi. Ona karşı çıkmıyor, basit bir sana ne bile demiyor, ona düşünecek daha çok şey veriyordu.

Neden kendini aldatılmış hissediyordu?

Neden Hülya'yı gebertme dürtüsünü hala yenememişti?

Neden Burak gitmesini isteyeceği kişi o olacak diye ölümlerden ölüm beğenmişti?

Tüm bu soruların ortak paydada buluştuğu duygunun adına kime sorsalar kıskançlık derdi.

Saçma. Çok saçma. Burak'ı var gücüyle itti aklındaki sorulara verdiği yanıttan hoşlanmayınca.

"Çekil önümden. Yeterince geciktim."

"Gitme, konuşalım. Sabaha kadar özür dilerim senden."

"Senin özrüne ihtiyacım yok. Erkek arkadaşımı günlerdir görmüyorum, özledim. Bu gece yokum, bir itirazın varsa dilekçe yazabilirsin. Cihan en kısa sürede yanıt verir."

Kollarını çektiği gibi kapıyı açtı Duygu. İki eli de dolu halde yürümeye başladı. Arabayı almaya bile tenezzül etmemişti. Duygu biraz yürüyüp denk gelen taksiye atladığında içinde patlayan volkanlarla tüm bedenini hararet basmıştı. İki camı da açtı, esen soğuk rüzgarın yüzüne çarpmasına izin verdi. Yemekleri unuttuğu için girdiği evde unutmuştu yine onları. Umursamadı. Geri dönüşler onun işi değildi hiçbir zaman. Yıllardır önüne bakmasının bir sebebi vardı. Nitekim almıştı içte boyunun ölçüsünü.

"Aptal, salak, man kafa Duygu. Sana ne? Ev onun, şey onun. Sana mı soracak neyi nereye sokacağını?"

"Efendim abla?"

"Yok bir şey. İlerden sağa dönün."

Hülya'nın o Burak benim diyen gözlerini şöyle bir oyamamıştı, ona yanardı. Peki Burak neden ona git demişti? Hülya'ya o kadar çok mu güveniyordu? Sahte evliliği bilen biri de oydu.

"Aralarındaki güven hat saradaysa demek, git diyebiliyor ona."

Hülya aklına ve gözünün önüne geldikçe tekrar tekrar fokurdayan ve etrafa içindekileri sıçratan kazan gibi taşıyordu Duygu. Ve an itibariyle içinde önü alınamaz bir öfke vardı. Sahte kocasını gerçek sevgilisiyle ikisinin paylaştıkları evde görmek içinde tanımlanamaz duyguların varlığına işaret ediyordu.

Kıskançlık...

"Çüş artık. İyice saçmaladın Duygu."

"Bana mı dedin abla?"

"Sana niye diyeyim kardeşim? Bir sal beni ya. Sesli düşünüyorum işte."

Düşüne düşüne günler sonra ışıkları yanan evine geldiğinde Cihan'ın da moralini bozacak olmanın endişesiyle durdurduğu taksiden inemedi bir türlü. Taksici atarlı ablayı indirmeye yeltenemedi. Miyavlamalar başladığında yerinde hareketlenen Duygu parayı ödeyip çıktı. Bu kez de kapı önünde kaldı. Cihan kardeşiyle ilgili bir yorum yapmaktan çekinmiş, geldiğinde konuşacaklarını söyleyerek kestirip atmıştı. Yukarı çıkınca Cihan'ı nasıl bir ruh haliyle bulacağını kestiremiyordu; ama içten içe kendi içinde bulunduğu gereksiz duygu durumunu terk etmesi gerektiğini biliyordu.

Anahtarla kapıyı açtığında, kapı sesini duyan Cihan salondan hole geçti. Duygu yüzüne bie gülümseme yerleştirip ona doğru gelen adamı bekledi.

"Hoş geldin."

"Sen hoş geldin küçüğüm. Alayım elindekileri. Selam kızlar. Siz de mi özlediniz beni?"

Duygu ağır adımlarla içeri girdiğinde eve, adama, Avusturya'ya gitme sebebine dahil edemiyordu kendisini. Zihnini evdeki nahoş görüntüler doldururken Cihan'ın onu kucağına çektiğini oturduğunda fark edebildi.

"Nasılsın? Özledim seni."

"İyiyim. Aç mısın? Aslında sana yemek yapmıştım; ama getirmeyi unuttum."

"Eline sağlık, eminim çok güzel olmuştur."

Kadının burada olmayan aklı gözünden kaçmayan Cihan, canını sıkanın Burak olduğundan emindi. İlk günlere nazaran üstesinden gelmekte daha bir zorlanıyordu sanki Duygu. Burak zor biriydi ve attığı kazık iyi mi kötü mü oldu zaman gösterecekti. Canan'ı ondan kopardıkları gün ettiği yemini yıllar sonra tutma şansı geçmişti eline ve o tek şans Burak yüzünden parmaklarından akıp giden su misali bundan sonra yakalayamayacağı bir fırsattı.

"Gerçekten iyi misin, bir şey mi oldu Duygu? Bana hiçbir şey sormuyorsun."

Sormaman iyi aslında. Yalan söylemek zorundayım ne sorarsan sor.

"Affedersin, nasılsın?"

"Canan'ı Duygu, beni değil."

Of! Beynimde tencere kapak havası oynanıyor. Başım çatlıyor. Canan tamamen çıkmış aklımdan.

"Tabii, bulabildin mi kardeşini? Nasıl karşıladı seni görünce?"

Kardeşine sıra gelebilseydi keşke. Üç yıl önce hapisten çıktığını öğrendiğini babasını öldürmeye yemin yetmişti yirmi yıldan uzun zaman önce. Her yerden toplamaya çalıştığı ufak tefek bilgilerin, yalan doğru demeden duyduğu her fısıltının peşinden koşmanın neticesinde nihayet iki gün önce kesin konuma gittiğinde karşısında bitmesini istemediği tek ot olan Burak bitmişti.

"Bulamadım; ama gitmek zorundaydım. Anlıyorsun değil mi?"

"Elbette. Kardeşin o senin. En ufak bir haber kıymetliydi. Üzüldüm."

"Üzülme. Bulacağım kesin değildi zaten. Sen neler yaptın ben yokken?"

Bu soru onu aldı bir saat öncesine götürdü yine. Cihan konuşana kadar nöbet geçirir gibi titrediğinin ayırdında değildi.

"Hasta mısın küçüğüm? Üşüdün mü?"

Eylül sonu gelmişti, ancak havalar üşüyecek kadar, üşüyünce titreyecek kadar soğuk değildi henüz. Duygu'nun anlatmadığı, hatta anlatmak istemediği bir şeyler olabilir miydi? Burak, Duygu için dön, katil olacağın gece bu gece değil derken ona eziyet ettiğini es mi geçmişti?

"Değilim o nereden çıktı?"

"Titriyorsun, üşüdün sandım. Çay yapmak ister misin?"

Çay. Abla.

Geçmişiyle ilgili Cihan'a anlatmadıkları iki hafta önce bir gece yarısı karşısına çıkmıştı aniden. Şimdi bir ablası olduğunu Burak bilirken Cihan'a söyleyemiyordu hala. Anlatmaya başlarsa duramamaktan korkuyordu. Duramazsa ve depoladığı her şey fütursuzca ortaya saçılırsa Cihan'ı o adamı öldürmekten ne alıkoyar hesap edemiyordu. Kardeşini bulma umuduyla gittiği yerden eli boş dönmüştü ve onu bir kez de bu şekilde allak bullak etmeye hakkı yoktu. Onun için yeterince şey yapmıştı. Kendi duygularını bir araya toparlamak atomu parçalamaktan evla iken Cihan'ı karmakarışık olacağı ve şiddete yöneleceğine emin olduğu hislere yönlendirmek ona hiçbir şey kazandırmazdı.

"Aslında ben yorgunum biraz. Sen de yoldan geldin. Aç değilsen dinlenelim mi?"

"Kalıyor musun bu gece?"

"İstemiyorsan gideyim."

"Duygu ne bu atar? Basit bir soru sordum sadece. İki üç ay kalamam demiştin ya."

Kendi ikileminde onu hiç kırmayan adamı kırmayı başarmıştı ya, bravo. İkilemde kalma sebebini bilse gam yemeyecekti. On altı yaşında alt üst olan çocukluğunu kurtaran, birkaç ay öne onun yüzünden yakalandıklarında onun için hapis yatmakta tereddüt etmeyen adam boktan yaşamında dengeleyici tek unsurdu halbuki.

"Özür dilerim. Kafam karışık bu aralar. Seninle alakası yok. Bu gece kalacağım. Özledim seni."

Birlikte yatağa geçtiklerinde Cihan aç olduğunu söylemeyi Duygu da buraya Burak'ı kızdırmak için geldiğini anlatmayı es geçti. O zaman da onun hasretiyle böyle uzanmıştı burada elinde... pasaportla.

"Cihan bana vize çıkmadığını neden söylemedin? Üzülürüm diye mi?"

Vizeye hiç başvurmadığını söylemenin yeri ve zamanı olmadığına karar verdi Cihan. Kafasını neyin karıştırdığını merak ederken fazladan karıştıran olmak istemedi.

"Aynen küçüğüm. Sen ben yokken eve mi geldin? Hikmet bekler diye tahmin ediyordum."

"Tahmininde yanılmadığını bilmen hoşuna gider o zaman. Merak etme, Burak geldi püskürttü. Gözünü iyi korkutmuşsun."

Ona olan uyarısı Duygu'nun eve gitmemesi üzerineydi. Eve gidene kadar elinden kaçırdığında kurtarmaya geleceğini tahmin etmemişti. Güncellenmeyen bilgilerine göre Burak'ın kız arkadaşı vardı ve Duygu'ya karşı hisler beslemediğini varsayıyordu.

"Sevindim sana bir şey olmadığı için. Burak ve kız arkadaşının arası nasıl?"

Ne alaka şimdi bu?

Duygu tam aklını başka konuya kaydırmışken Cihan'nınki de iş miydi yani? Burnundan soluyarak cevaplamayı seçti. Bunun Cihan'a nasıl yansıyacağını hesaba katmadı.

"Gayet iyi. Şu an evde birlikteler büyük ihtimalle. Sevgilileri ara sıra yalnız bırakmak gerek neticede. Benim evde yalnız uyuyamadığımı öğrendiği için Hülya'da kalmaya gitmedi hiç. Ben bugün burada kalacağımı söyleyince dört köşe olmuştur sevinçten kesin. Mutluluktan deliye dönmüştür. Bir ayı geçti evleneli erkekler için uzun bir süre anladığım kadarıyla sevişmeden geçirilen."

Duygu soluk almadan Burak hakkında konuşurken Cihan onun su kaynattığını görebiliyordu. Bu konuşmada yanlış olan bir şeyler vardı; ama aklına gelen ilk düşüncenin doğruluğuna inanmayı seçerse kafayı yiyebilirdi. Duygu yavaş yavaş uzaklaşıyordu ondan. Bu mesafe bir bakımdan iyi olsa da yaptıkları anlaşmada duygusal bağ maddesini hatırlayamadı Cihan.

"Aralarının iyi olmasına sevindim. Herkes kabul etmez sonuçta erkek arkadaşının senin gibi güzel ve alımlı bir kadınla aynı evde kalmasına."

Duygu dönüp Cihan'ın onunla dalga geçip geçmediğini kontrol ederken aklında ikisinin müstehcen halleri dans etmeye başladı. İç çamaşırları, dövmeli ince bedeniyle Hülya seks objesi gibi karşısında dikiliyordu iki saat önce. Kendisinden büyük olan göğüsleri göz dolduruyordu ve emin olduğu bir şey varsa Burak'ın avuç içlerini de dolduruyorlardı.

"Araları iyi mi kötü mü bilemem. İlgilenmiyorum da zaten. En son ona git demişti, fakat ben gidince tekrar yarım bıraktıkları işi tamamlamak üzere çağırmış olabilir. Bana ne ya? İyi geceler."

Arkasını dönüp gözlerini kapayınca uyunabilseydi Duygu ve Cihan o duygusal sallantıda rekor kıracak çabuklukta uyumuş olurlardı. Kazın ayağı öyle değildi tabii. Kaç gecedir yaşlı bir adam nasıl öldürür hesabı yaparken uykusuz kalan Cihan en olmadık yerde en olmadık kişiyle en olmadık bir nedenden uykusuz kalacaktı bu kez. Duygu desen aktif yanardağ gibi sürekli fışkıran lavların etkisiyle çoktan küle dönüşmemiş olduğuna şaşırıyordu. Saatler geçip Cihan derin nefeslerle uykuya teslim olunca Duygu Burak'la yastık savaşı sonrası yan yana yattıkları anı hatırladı. Ona derinlemesine bakan kahverengi gözlerin onda ne gördüğüyle bu akşama kadar ilgilenmemişti. Şimdi bunun cevabı Plitzer ödülü sahibi olabilecek bir haber değeri taşıyordu ona göre.

Beni bir kadın olarak bile görmüyor. Kadını bırak hisleri olan bir canlı mıyım ki onun gözünde?

Usulca gözünden dökülen yaşlar göz pınarlarını yakmaya başladığında elinin tersiyle sildi hepsini. Kim için ne için akıyordu şapşallar? Onunla alakası bile olmayan iki kişilik aşk oyununda dışlanmış hissetmesi ne kadar sağlıklıydı? Ablası geldiğinde ona sıradan her insanın yapacağı gibi iyi davranmış, biraz yemek yapmayı öğretmiş, kedilerine onun için ilaçla katlanmış, bu gece kim bilir ne hin sebeplerle ona gitmesini söylememiş biriydi sadece.

Gecenin ortasında yanındaki kadının ağlama sesine uyanan Cihan, Duygu'nun şişmiş, kırmızı gözlerini görünce ışığı açtı.

"Neyin var küçüğüm? Neden ağlıyorsun?"

Duygu da bunu soruyordu kendine gözyaşları yanaklarından yuvarlanmaya başladığından beri. Ağlayacak ne vardı? Burak sevgilisini kendine ait olan eve çağırmışsa ona ne oluyordu? Çağırmadım demesi, hatta kendisi yerine Hülya'ya siktir çekmesi dahi, kalbinin ortasına yerleşen çok ağır bir şeylerin dağılmasına izin vermiyordu. Kıskanç, histerik kadınlar gibi adama bağırması da cabasıydı. Normalde Duygu'yu azarlaması, ona hakaret etmesi gereken hıyar suçlu gibi onu dinlemiş, kocasını yatakta basan karısına açıklama yapmaya çalışmıştı sakince.

"Uyuyamıyorum."

"Bunun için mi ağlıyorsun?"

Omuzlarını silkti. Cihan onu kendine çekip saçlarını okşarken aniden geri çekti kendini. Yataktan çıkıp balkona geçti. Bir sigara yakıp asıl yananın kalbi olduğunu göz ardı etmeye çalıştı. Onu takip eden adam onun efkârdan sigara yakmasına ilk kez şahit oluyordu. Ya da benzetmesi yanlıştı. Yakılan sigara artık farkına varmaya başladığı, genç kızların daha öncelerde, ilk sevgililik zamanlarında yaşadıkları aşk acısından kaynaklı kalp sızısıydı.

Tüm ilklerini elinden mi aldım ben senin? Ah, küçüğüm.

"Tiryaki mi oldun ben yokken?"

"Aslında ilk kez o gece yaktım." Dilimi yakmam lazım. Gereksiz çalışıyor.

"Hangi gece?"

Benim bir ablamvar diyememek... Üstelik sana. Nefesim olmuş adama...

"Sen gittiğinde."

Cihan gözlerine çıkaramadığı buruk gülümsemesiyle baktığı yeri asla görmeyen kadını izledi. Küçüğü onunla yaşadığını sandığı aşkın başka versiyonu karşısında çaresiz kalmış, her çaresize yardım etmeye alışık kişiliği sıra kendisine geldiğinde hata vermişti. Bunun çaresini bulduğu anda bir seçim yapmak zorunda kalacaktı. Kendisinin aksine onun yaptığı seçimde mutlu olma şansı vardı. Seçilen olduğu takdirde yine onun için orada olacaktı elbette; ancak karşılıksız olması fena yakardı canını. Gidip o hıyara soracak hali de yoktu. Bir süre Duygu'nun gelgitleri arasına kim girerse büyük dalgalarla boğuşmak zorunda kalacaktı.

"Yanlış bir şey yaptığını düşünüyorsun burada kalarak, değil mi? Sen anlaşmaya hep sadık kalan tarafta olmak istersin. Götüreyim mi seni? Arabayla gelmedin. Taksiyle de ben göndermem."

Evet, düşünüyordu. Keskin sirke de küp de kendisiydi. Delinmeden sabahı bile edemeyecek kadar zarar görmüştü en dipleri.

"Özür dilerim. Senin de canını sıktım, değil mi? Bir yola girdik ve rahatsız olmaya hakkım yok, biliyorum; ama elimde değil. O hıyar beni ne kadar aşağılarsa aşağılasın bu duruma ben soktum kendimi seni dinlemeyerek. Sana gelirken dünyanın en mutlu kadını bendim. Sonra Hülya yellozu bana yerimi hatırlatınca acaba benim bir yerim var mı herhangi birinin yanında diye düşünmeden edemedim. Buraya gelsem sen yoktun, oraya hiç ait değilim. Anlayacağın bana neler oluyor anlamlandıramıyorum. Daha önce yaşamadığım bu hisler beni çok korkutuyor Cihan."

"Korkma sakın. Her ne yaşıyorsan sen yine aynı mükemmel kadınsın. Korku denemek istediklerine engel olmamalı. Ve haklısın, bir anlaşma var ortada. Bir taraf bozdu diye sen ona uymak zorunda değilsin. Hadi kedileri koy evlerine gidelim."

Sabahın üçünde arabadaki sessizlik gecenin sakinliğinden daha keskindi. İki farklı kafa, iki farklı düşünceye ev sahipliği yaparken Duygu gittikleri konuma yaklaştıkça tanıdık huzurla dolduğunu fark etti. Belki Cihan'ın yanında olması ve her zamanki gibi dahaki demeden onu anlaması bunda en büyük etmendi, fakat kulun bildiği yaradandan saklanmıyordu. Cihan iyi biliyordu bunu. Yirmi dakikanın sonunda evin önüne geldiklerinde çıktıkları evde yanan ışıklardansa şimdi önünde durduğu evin karanlığı daha anlamlıydı onun için. Cihan'a teşekkür ederek eve girdi ve yatağa yattığı gibi uyudu Burak'ın evde olmadığından habersiz.

"Duygu, Duyguuuuuu!"

Duygu adının seslenilmesiyle sıçradı yatakta. Uyuyalı ne kadar olmuştu? Kalbi epiderm, mezoderm tabaka dinlemeden kaçıp gidecekti içinde bulunduğu yerden. Bağlantıda olduğu damarlarını koparmakla meşgul gibi delicesine çarpıyordu.

"Duygu neredesin? Kime diyorum ben?"

Saat kaçtı? Tek gözü kapalı, diğeri yarı açık kolundaki saate baktı. Sabahın dördü olmuştu. Daha bir saat mi olmuştu uykuya dalalı?

"Küfürün küfürle matrisi. Bu ne yaa? Burak?"

Yataktan fırladığı gibi sabahlığını üstüne aldı ve koridora çıktı. Başına bir şey gelmiş olmalıydı. Bu bağırtıya en az bir kol bir bacak kopmuştu kesin savaş meydanında. Gördüğü manzarada Burak büsbütündü. Bir şekilde dış kapıyı açmış, ama içeriye girmeyi akıl edememişti. Dışarı ne diye çıkmıştı ki? Ya da yeni geliyordu eve ve deli gibi onun adını bağırıyordu.

Bir dakika, yeni mi geliyordu?

Defalarca adını seslenmesine bir son vermesi gerekti. Tüm komşuları uykularından uyandıracaktı yoksa. Duygu uyanmıştı işte, yeterdi.

"Burak ne diye bağırıyorsun?"

Yüzü çarpık bir gülümsemeyle şirin bir hal mi almıştı yoksa Duygu hala uyanamamış mıydı?

"Buradasın. Benim evimde?"

Ne demek bu şimdi? Her şey senin evet. Ev de senin. Sanki aksini iddia eden var.

"Evet, senin evinde. Hadi gir içeri. Yatağına yat. Ne diye dikiliyorsun kapıda? Öf, leş gibi kokuyor üstün başın. Neden içtin bu kadar, sarhoş olmuşsun."

Onu eve kimin getirebildiğini merak etti. Kendisi araba kullanacak kadar eceline susamış olamazdı.

"Sarhoş muyum ben?"

"Öylesin galiba."

Yine tebessüm ederek Duygu'nun beline doladığı koluna yaslandı. Kendi kolunu onun narin omuzlarına attı. Yatak odasının yolunu bile bildiğini hiç sanmayan kadın, onu tam tabirle sürükleyerek yatağına yatırmayı başardı.

"Ne sürdün yine? Kokun beni deli ediyor."

"Deli etmeyen bir tarafım var mı ki?"

Odasına güç bela çıkardığında, yatağa uzanan adamın ayakkabılarını çıkarmak için uğraştı bir de. Bebek mezarı ayakkabıların bağcıklı olması işini hiç kolaylaştırmıyordu. Hele ki, Duygu'nun ayakkabıyla eve girme sevdasına anlam veremiyor olması, sabahın dördünde Burak'ın pek umurundaymış gibi görünmüyordu.

"Her şeyin beni deli ediyor, doğru. Gel yanıma. Bakacağım."

"Neye bakacaksın?" der demez çekti onu yanına Burak. Sarhoş haliyle de oldukça güçlüydü. Karşı koyamadan Burak üstündeydi. İşaret parmağını teninde gezdirmeye başladı. Duygu sesini çıkaramadan nutku tutuldu. Burak devam etti.

"Biliyor musun, tam sol köprücük kemiğinin oyuntusunda bir ben var. Öpeyim mi orayı?"

Biliyordu. Yıllardır oradaydı o ben. Kendini bildi bileli.

"Öpme. Deli deli de konuşma. Çekil üstümden."

"Çok saçma. Duygu gerçekten çok saçma."

Daha demin kapıda bayık olan gözleri kendisine bakarken hiç de bayık değil gibiydi an itibariyle. Söylemek istediği ciddi meselesi olan bir adam görünümüne bürünmüştü. Oyununa Duygu da katılmak istedi. Tüm gece onun enkaz haline getirdiği moloza buladığı kalbiyle uğraşmıştı. Biraz da Burak debelensindi. Hülya'dan geliyor olma ihtimaline takılmadan sordu.

"Neymiş çok saçma olan?"

"Keşke seninle gitseydim. Seni gittiğin yerden kapıp götürseydim. Kadınlar... Hiçbiri senin gibi yalansız bakmadı bana kıvırcık."

Duygu yalan söylemeyi sevmezdi, doğru. Yine de duyduklarına anlam yükleme girişimini uykusunu alıncaya kadar ertelemeye karar verdi. Fakat saçma olan şeyi öğrenme merakı galip geldi ve bir an önce kaçmamak için direnen uykusuna sahip çıkmak istiyordu. Yine sordu.

"Burak saçma olan ne? Cevap ver."

"Bir hırsıza aşık olmam tabii ki. Sence de çok saçma değil mi? Kalbimi de mi çaldın sen benim? Eğer öyleyse geri versene."

Güya Duygu oyun oynayacaktı. Bir kez daha Burak onu parmağında döndürüyordu. Duygu'yu en ince ayrıntısına kadar yüreğinden tutup yerden yere vurmak kafi gelmemişti anlaşılan. Bir de alay ediyordu.

"Bunu söylemek için mi içtin küfelik olana kadar? Çekil hadi. Sünger gibi çekmişsin alkolü, iki yüz kilo gibisin üstümde."

Bu sözlerle iri cüssesini yana atan Burak kendi kendine söylenmeye başladı. Bunun için içmişti, eve onu bulmayı umarak gelmemişti gerçi, ama madem evdeydi ne söylerse dinleyecekti. Küfürler, hakaretler, kötü tabirler kime gidiyorsa artık, tüm bunların eşliğinde anlamlı birkaç cümlesini yakaladı Duygu.

"Siktir ya! Sabah hatırlamayacağım değil mi bu söylediğimi? Kalktığımda sana aşık olduğumu söylemek için tekrar mı içmem gerekecek?"

"Hahaha! Alem adamsın Burak. Büyük ihtimalle hatırlamazsın. İyi ki de. Bin şükür. Hatırlayıp sabah kalbimi çok kırmazsın böylece. Bunun da suçlusu olarak beni ilan edersin kesin."

"Suçlusun zaten. Hem suçlu, hem güçlüsün karşımda. Dinlemedin beni. Kalbimi sikip attın."

Gözleri çoktan kapanmış olan adamın uyuduğunu zannederek son sözlerine anlam yüklemeyi manasız buldu. Sarhoş biriyle uğraşılmazdı. Üzerini örtüp ışığı kapattı. Üstünü değiştirmeyecekti. Takımıyla uyuyabilirdi. Çok içtiğinin farkındaydı ve buna rağmen haklıydı, saçmalıyordu, sabah uyandığında hiçbiri söylenmemiş olacaktı.

Tam kapıdan çıkarken sesini duydu yine.

"Duygu?"

"Efendim Burak?"

"Sen bana hatırlamayacaksın dedin ya, emin misin?"

"Evet, eminim."

"Sen hatırla, ama olur mu?"

1 yorum:

  1. Acaba devamı var mı diye baktım resmen bloğa 😊😊 bölüm çok güzel olmuş eline emeğine sağlık 👍🎈❤

    YanıtlaSil