18 Temmuz 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 30. BÖLÜM

⭐⭐⭐Sevda Kuşun Kanadında/Cem Karaca ⭐⭐⭐

Sabah korkunç bir baş ağrısı ve dün geceden imgelerle her zamankinden daha geç uyandı Burak. Saat çoktan onu geçmişti ve Duygu'nun ablasıyla buluşmak için öğleden önce galeride olmalıydı. Yine de yatakta uzanarak geçireceği bir dakika dün gece neler olduğunu enine boyuna düşünmek için faydalı olabilirdi.

Duygu evden çıktıktan sonra odasına gitmiş ve Duygu gelene dek her daim boş olan misafir odasının nasıl daha boş görünebildiğine hayretle şahitlik etmişti. Onu öldüreceğinden emin olduğu pisi pisilerin eksikliği, kalbini kıracak deseler diyen kişinin yüzüne defalarca hapşırırdı. Beş dakika önce yaşanan ayrılık kabir azabıymış gibi çökmüştü üstüne.

O beş dakikada Hülya defalarca mesaj atmış, özür dilemiş, sayısız cevapsız çağrıyla gerçeği Burak'ın yüzüne tokat gibi çarpmıştı. Bu tokat Cihan'ın onu bir güzel benzetmesinden daha fazla yakmıştı canını. Kendi salaklığı ve acizliğine karşıydı bu yanmışlık.

"Kaç yıldır aldatılıyorum ki ben? Her gidişinde mi? Küfürler kovalasın beni. Hıyarım ben ya!"

Duygu'nun evdeki varlığı yittiğinde, derli toplu odanın belki de ilk kez dağınık olduğu, yan yana yattıkları o gece milattan önceye ait bir tarih sahnesi gibi hatıralarında yerini almıştı. Boşluğuna katlanamadığı evde daha fazla kurmamak için kalamayacağını anladığı anda Teoman'ı arayıp Eylem'i evden kovalamasını istemişti. Çünkü Eylem tam anlamıyla Duygu fanıydı ve onunla konuşulacakları az çok tahmin edebiliyordu. Konu belindeki gamzelerden, elindeki memelerden, kısacası Duygu'nun bilmem nerelerindeki bir yerlerinden iki adım öteye geçemiyordu Eylem ağzını her açtığında. Erkek erkeğe dertleşmeye, sahte karısına duyduğu her neyse başka bir adamın tarafsız görüşüne ihtiyaç duymuştu Burak.

Uğradığı marketten önüne gelen her dereceden alkol içeren şişeyi satın aldığında soluğu en yakın arkadaşının evinde almıştı. Kapıyı açan Eylem suya düşen hayallerinin habercisiydi. Nitekim tüm gece Duygu'yu övmüş, zaten aklı ondan uzaklaşamayan adamı allak bullak etmişti. İçtikçe içmiş, sarhoş olmaya yakın içinde tutamadıklarını ikisini de sessizliğe uğratarak bir bir anlatmıştı. Kusan insanların rahatlığını ağzından çıkan her kelime ile iliklerine kadar hissetmişti. Para vererek dedesini memnun etmek için tuttuğu sahte geline aşık olmuştu işte, olan buydu.

Onların vereceği tepkiyi; dönen oda, baş, mideyle birlikte tüm dikkatini azami şekilde bir arada tutmaya özen göstererek beklemişti. Yargılanmak, istediği son şeydi. Hırsız bir kadındı Duygu. Değer verdiği insanların ne düşündüğü kendi aklı yetmeyince daha bir önemli hale geliyordu. Uzun bir sessizliğin ardından Burak çişini altına yapmak üzereyken ilk Teo konuştu.

"Sahte olan bu evliliği gerçek yapmak senin elinde dostum. Hülya bitmiş senin için."

Bitti bitti.

"Burki sen manyak mısın? Ciddi ciddi yatmamış karısıyla. İlik gibi kadın her gün önünde görsel şölen gibi resmi geçit yapıyor ve sen sahte diye elini bile sürmüyor musun? Doğru söyle kuşun mu ötmüyor?"

Kuş mu? Kedileri var onun ne kuşu?

"Eylem, hayatım biraz bodoslama daldın sanki."

"Sapık, benim kuşumdan mı bahsediyorsun sen yine? Kuşum ötüyor, yani öyle umuyorum."

"Bak gördün mü Teo, emin değil işte. Yazık Duygu'cuğuma, gençliğinin baharında kime denk gelmiş?"

Şimdi Teoman da işkillenmişti. Öyle umuyorum demek bir süredir elini eteğini bu işlerden çekmek anlamına geliyordu. Hülya ile yatmıyor.

"Açıl Duygu'ya. Neyi bekliyorsun? İki aydır onun da hisleri oluşmuştur sana karşı belki."

"Siz anlamadınız mı? O hırsız. Hırsızdı. Villayı soymaya gelmişti."

"Sonuç? İnsanı geçmişiyle yargılamak için fazla mükemmel olduğumuzu mu düşünüyorsun? Sen buraya Duygu'ya aşık oldum ne dersiniz diye sormaya geldin. Ben de diyorum ki, öyle hatun elden kaçar mı? Nikâhı sende, bedeni of, ağzımın suyu aktı yine."

"Hayatım sen acaba çift cinsiyetli doğdun da hormon testi yaptırmadan ailen kızda mı karar kıldı? Beni de böyle anlatıyorsundur umarım sağa sola. Kıskanıyorum artık ha!"

"Keşke erkek olsaydım. Yani, erkek olsaydım Duygu'yu kaçırmazdım demek istedim. Burak, sen bizi ilk aradığında ben sizi gördüm. O kız rol yapamaz. Üstelik Hülya kim karının yanında? Bitti dediğinde göbek atmıştım telefonu kapatıp."

"Attı valla."

"Bak Burki, tamam o zaman aşık olmak ilk önceliğiniz değildi belki, dedeni Hülya ile mutlu edemeyeceğini anlaman bile seni gözümde çok yukarılara taşıyor; ama şu an sizi tutan ne? Deden de bayılıyormuş işte."

"Sevgilisi var. Şu an onun yanında." Söyledim, oh!

"Siktiiiiiiiiir. Bu şimdi mi söylenir?"

Burak ağzına götürdüğü bardağın boş olduğunu görünce tekrar doldurdu. Altına yapacak olmayı umursamadı. Erkek arkadaşı olan hırsız bir kadına aşık olabilecek kadar çaresizdi.

Madem çaresizim, Duygu bana el atsın.

İdrar kesesindeki doğal akış döngüsünü daha fazla görmezden gelemeyince ayaklandı. Tuvalete gittiğinde kasıklarındaki baskı azaldıkça zihni de alkolün etkisinden uzaklaşıyordu sanki. Arkadaşları ne onunla alay etmiş ne de arkana bakmadan kaç demişti. Saatlerdir dinlediği, kendinden başka bir kadın ve bir erkek olan çiftten aşkına sahip çık zılgıtıydı.

"Çıkayım da nasıl? Sana aşık oldum desem inanmaz bile, hoş ben de söyleyemem ya."

İşini bitirip salona döndüğünde dolu bardağı bir dikişte içti.

"Hop hop dostum, yavaş biraz. Gece uzun."

Burak onu dinlemedi. İçtikçe açıldı kabak çiçeği gibi. Ağzında bakla ıslanmadı. Odaya giren Hülya'dan, onları basıp onun Burak'ın kız arkadaşı olduğunu bilmesine rağmen onu evden kovan Duygu'ya kadar her şeyi anlattı.

"Yüzsüz yaa. Demedim mi ben sana o kadın çeşitlilikten yana diye? Yalnız bir kadın sahte kocasının, onu aldattığını bilmediği kız arkadaşını evden kovup hırçınlaşıyorsa kıskanıyor demektir."

"Hülya'yı mı?"

"Hayır, seni. O da sana karşı boş değil bence."

Eylem işte şimdi saçmalıyorsun.

"Sevgilisinin yanına gitti koşa koşa diyorum. Araları benimkinin aksine gayet iyi."

"Çözemediğim bir o var işte; ama uzun yıllar birlikte olan insanlar birbirinden hemen kopacak diye bir şey yok. Sana karşı hislerinden emin oldukça onun da seçim yapma imkanı olur. İçinde tutma. Hem nasıl tanışmışlar? Adam hırsızlığa mı zorlamış onu?"

Zorlasaydı her şey daha kolay olurdu. Duygu bile isteye, pek kıymetli erkek arkadaşı Cihan'a kıyamadığı için can-ı gönülden başlamıştı hırsızlığa. Bunu da tutmadı içinde, saldı çayıra, Mevla kayıra.

"Şimdi Allah bilir, ne halde onunla? Venüs gamzelerini öpüyordur Cihan onun. O çırpı bacaklarının arasında, avuçlarını dolduran meme..."

"Çüş dostum, tamam artık. İçme daha fazla. Eylem valla senin de kıracağım kalbini. Kendini gaza getirmede üstüne olmayan nur topu gibi bir Burki'miz oldu."

"Ben ne dedim Teo gerçek olmayan? Kadın yürüyen afrodizyak değil de ne? Hem bu saatte bir biz ayaktayız bence. Bizim işimiz gücümüz yok mu yarın? Manyak mıyız, saat üç oldu ve altıda uyanıp karşıya geçmem gerek."

"Sevişmiyordur yani onunla değil mi Eylem? Saat geç oldu, sevişmiyordur belki. Bok... Adam günlerdir yoktu, ben kendi ellerimle soktum onu o adamın koynuna. Küfürün hipotenüsü."

Burak saat dörde gelirken artık ayakta duramayacak hale geldi. Dediklerini sadece Duygu'nun anlayacağından emin halde boşluğa sırıtmaya başlayınca Teoman onu eve bırakmıştı. Burak elleri başının altında, gözleri tavanda olan o bir iki dakikada Teoman'ın onu arabadan indirdiğini ve kapıyı ceplerini yoklayarak bulduğu anahtarla açtığını hatırlıyordu en son.

Yatağa nasıl yattığı, üstünü başını olmasa bile ayakkabılarını nasıl çıkardığına gelene kadar odaya nasıl çıktığı bile muallaktı yorgun zihni için. Bugün abla kişisi ile gelecek diye sözleşmiş olmasa tüm gün yataktan çıkmazdı; ama çıktı. Hızlıca duş alıp, hem alkol kokusundan hem uyuşukluktan kurtuldu. Temiz kıyafetlerle şimdiden daha iyi hissediyordu. Duygu'nun geçmişini öğrenecek olmanın neşesi doldu içine. Öğrenecekleri hoş şeyler olmayacaktı, yürek dağlayacaktı belki; ama bir yerden başlayacaktı. Islık çalarak merdivenleri ikişer ikişer inerken burnuna dolan bir takım kokular komşunun mutfağından gelemeyecek kadar kendi mutfağından geliyordu.

Önce adımları yavaşladı. Sonra gözlerini kapatıp el yordamıyla geçti koridoru. Kokuları takip ederek mutfağın kapısında durunca bir süre kaldı öyle. Gerçekten de basit bir menemen kokusu hafızayı tetikleyebiliyormuş tecrübeyle sabitlemiş oldu. Dün gece Duygu evde miydi? Dün gece Burak ona aşkını ilan etmemişti, değil mi? Eğer öyle olsaydı Duygu şimdi ona kahvaltı hazırlamak yerine veryansın ediyor olmalıydı.

"Oh! Şükür."

"Günaydın. İşe gitmeyecek miydin bugün?"

Duygu için dün gece daha zordu. Burak geldikten sonra onun evde olmadığını bilmeden yalnız şekilde uyuduğunu keşfetmiş olmak onu derinden sarsmıştı. Bu kadar rahat uykuya dalmak sevindirici olmanın ötesinde dehşet vericiydi. Böylesine umarsız olmasına sebep olan şeyi saatlerce düşünmüş, Burak'ın evde olmayan varlığının bile ona güven vermesi kadar anlamsız sonuca varınca da gözlerini sımsıkı kapatıp zorla uyumaya çalışmıştı.

Uyur uyanık, delik deşik bir uykunun kollarından kalktığında Burak'tan daha sarhoş haldeydi. Saat dokuzu geçmişken odaya sızmaya çalışan sonbahar güneşiyle açılan gözleri, kapanan ruhuna eşlik ediyordu. Aklına gelen ilk şey haliyle, neden böyle hissettiği ve dün geceden kabus gibi üstüne çöken Burak'ın alayları olmuştu.

"Sarhoş olduğu için bakıp gördüğünü karıştırdı desem, Duygu dedi, eminim. Hadi dili sürçtü desem, sıfat ekledi hırsız diye. Bu evde tek hırsız benim. Üstelik köprücük kemiğimde de ben var. Buz gibi benim bu. Bana mı aşık yani? Saçma gerçekten."

Örtüyü tekmelediği gibi duşa girdi ve ağırlık yapan ne varsa suyla akıp gitmesini diledi. Taşıyabileceğinden fazlasına ihtiyacı yoktu. İçinde Burak geçen yeni dertlere yelken açmak ise ölmeden önce yapılacaklar listesinde son sıralarda bile yer almıyordu. O da çoktan uyanmış, işe gitmiş olmalıydı. Saçlarını düzleştirmek istese de üşendi, karnı da acıkmıştı. Onunla hatırlamayacağı itiraf sabahında karşılaşmayacak olmak karışık duygularını ahenkle bir düzene sokmak için yerinde olurdu. Akşam eve geldiğinde de artık geçen zamanla soğurdu bu tatsız aşk şakası.

Tüm bu düşündüklerinin ortasında Duygu'yu yerinden sıçratan adam bir saat kadar öncesinin üzerine karabasan gibi çökmeyi becermişti. İşe gitmek için uyanamamıştı demek ki, üstelik onu gördüğüne memnun olmadığını bağıran yüz ifadesi de cabasıydı.

Sen hatırla; ama olur mu? dedi bir de. Aklımdan çıksa hatırlayacağım.

"Ne işin var senin burada?"

Buyur buradan yak.

İstenmiyordu işte. Ona git dememişti; ama gitmesi vicdan yükünü almıştı belki. Sabahın dördünden sonra eve Hülya geldi, şu anda yatak odasında derse bir de, fayansa düşüp bayılırdı.

"Olmamalı mıydım?"

Başka yerde olma. Hep burada ol.

"Ne zaman geldin yani? Gitmiştin."

"Gece geldim."

Gece mi? Gece çok uzun.

"Gece ne zaman geldin?"

"Ne bileyim, gittim üç dört saat sonra da döndüm. Niye sorguluyorsun bu kadar? Gitmemi istiyorsan giderim."

Üç dört saat sonrası gece bire ikiye denk geliyordu. Burak bu bilgiyi sindiremedi. Kendisi konuşmaları hatırladıkça saat üçü geçtiğinde hala eve gelmediğinden emindi. Onu yatak odasına çıkaran, ayakkabılarından kurtaran kişi Duygu'ydu o halde. Söylediklerini söylemiş miydi peki? Eylem ve Teoman o kadar ısrar etmişlerdi ki ona açılması konusunda açılmış kadar olmuştu belki. Olası bu konuşmayı aklından geçirip durduğu, ondan başka bir şey düşünmediği, Cihan'la birlikte neler yaptığını hayal etmemeye çalışmaktan kafayı yediği için aşk itirafı yaptığını canlandırması kesinlikle normaldi. Duygu hiç de aşk itirafı almış bir kadın gibi sırıtmıyordu karşısında.

"Gitme tabii. Hoş geldin. Eline sağlık. Bir şeyler atıştırıp çıkayım ben hemen. Geç bile kaldım."

Ne yedi yemedi farkında değildi Burak, aklı ablasına mı gitse kardeşinde mi kalsa sadece midesine masada her ne varsa onlardan gönderiyordu. Duygu'nun omzuna dokunmasıyla irkildi. Omzuna dokunduğuna göre, aşık olup olmadığının teyidini mi isteyecekti?

"Affedersin. Bir çay daha içer misin diye sordum. Duymadın. İçer misin?"

Ya da Burak aklına veda ediyordu. Bir temas ona pek kıymetli, çok sevdiği beyin kıvrımlarına mal olacaktı. Duygu buharlı ütüyü son ayara getirmiş ince ince çalışıyordu üstünde.

"İçmem. Gidiyorum. Sen evde mi olacaksın?"

"Burak açık açık konuşsana."

Sıçtım. İtirafı itiraf et diyor. İnkar sonuna kadar...

"Ne açık konuşması ya? Neden bahsediyorsun?"

"Gitmemi istiyorsan söyle. Ben gittim diye Hülya'yla sözleştin falansa ve şimdi de geldim diye git diyemiyorsan açık açık konuş."

Ben kalp krizi geçirmeden bu evden çıkabilecek miyim Tanrım? Aşık olduğumu söylemedim, değil mi? Bir işaret çaksan?

"Biz ayrıldık onunla. Geleceğinden haberim olmadığını söylemiştim dün. Görüşürüz akşam."

"Ayrıldınız mı? İyi de neden?"

"Çıktım Duygu. Oyalama beni artık. Soruların varsa akşam konuşuruz."

Oldu mu şimdi? Meraktan çatlatacaktı kadını. Niye ayrılmışlardı? Yoksa Duygu evden kovduğu için mi? Burak'a tekmeyi basmıştı da o yüzden mi çok içmişti? Üzüntüden... Duygu sarhoş değildi; ama acaba hislerine ad veremedi diye olmayacak hayaller mi görmüştü ya da duymuştu? Duygu diye bağırmıştı. O da mı hayaldi? Onu görünce gülmüştü. Üzüntüden hiç olmadık görüntüleri gerçekmişçesine hayatına katmaya başlamıştı galiba.

"Eyvahlar olsun. Neredeydi peki bu adam Hülya'ya gitmediyse? Ne diye ayrıldılar şimdi bunlar? Sebep benim kesin. Akşam haşlayacak beni. Neden geldim ki eve?"

Duygu tüm gün içi başka dışı başka şüpheyle avare gibi dolaştı evin odalarını. İçine sorsa Burak ona aşıktı ve Duygu'nun iki sevgiliyi bir arada görmesinden sonra kopardığı fırtına ise kıskançlıktı. Dışında tam bir inkar sürecine giren bünyesi, Cihan'ın yanında dün gece bulamadığı huzur eklenmiş haliyle Burak'a karşı his beslediğine ikna edecekti neredeyse kalbini.

Tüm bu şüpheler; o kaygısız, olumsuz olayları saniyesinde geride bırakma konusunda uzmanlaşmış kadına ağır geliyordu haliyle. Evden atıldıktan sonraki hayatı boyunca Cihan'a duyduğunu aşk sanması, yıllarını o gönül zengini adamla geçirirken bundan gram şüphe duymaması, Burak'la sekteye uğramıştı. Minnet çatışması yaşıyordu ve dün geceki itiraf, bu çatışmayı yangın yerine çeviriyordu sanki elinde körükle.

Elinde sırayla okşadığı iki kediyi de yere bıraktı. Daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaparak Burak'ın odasına çıktı. Yatak dağınıktı. Onu topladı önce. Giysi odasında yer gök kendi tarafına konulmuşlar dışında kıyafetle doluydu. Burak'ın kokusu sinmiş bu odada tek tek toplamaya başladı onları. Bazıları bu sabah işe giderken tercih edilmeyerek biraz bozulmuştu, bazılarının kesinlikle kirli sepetinde olması gerekiyordu.

"Sanki banyo için fezaya çıkacak. Ne var sanki üstünden çıkardığını yıkanacaklar arasına atıversen?"

Cihan ona pek iş bırakmazdı evde. Yemek zaten başlı başına dışarıdan söylenmesi zorunlu kanun hükmünde kararname niteliği taşıyordu. Yaptığı bir çay vardı bir de titiz yapısından kaynaklı temizlik ve ütü. Kolalı gibi yaptığı gömlekler Cihan'ın çaydan sonra favorisiydi. Bu eve haftada bir kez kadın geliyordu; ama dün gelen kadın ütüye zaman bulamamış ya da biriktirmek istemişti galiba.

Gerekli düzenlemeleri yaptıktan ve elindekileri makineye attıktan sonra buharlı ütüye su koyarak çalıştırdı. Kendini, üzerinde kayan ütünün sıcak varlığıyla kumaşların dümdüz olan görüntülerine kaptırdı. Ardı ardına neşeli şarkılar söylerken bu hayatı hep bu şekilde yaşamak isteyebileceği düşüncesi çok derinlerden, toprağa ekilen bir tohumun filiz vermesi gibi yeşermeye başlamıştı. Duygu bihaberdi.

Galeriye her zamankinden geç giden Burak, gördüğü kalabalıkla şaşkına döndü. Yoğun bir programları vardı da haberi mi yoktu? Haşim abiye el ettiğinde anında müşteriden izin isteyen adam Burak'ın yanına seğirtti.

"Neredesin oğlum sen? Yoğunuz bugün. Işığı gören gelmiş gibi. Üç tane Ferrari isteniyor."

"Duygu ne temiz kalpli böyle."

"Dua mı etti bizim işler açılsın diye? Yani çok şükür zaten iyiydi de üç Ferrari de yani, seneyi kapatır."

"Nasıl bir dua bir bilsen... Geldiğinde müşteriyi arama. Duygu sürecek önce."

"Tamamdır. Hadi sen de şu tarafla ilgilen."

"İlgileneyim abi de, birini bekliyorum. Aysun Çetin diye gelen kadını ben görmezsem sen odama alıp bana haber verir misin?"

Anlaştıkları anda, gözü kapıda bir müşteriyle ilgilenmek hoş olmaz diye kapıya sırtını döndü. Geçen bir saatte iki araba da o bağlamışken bunu Duygu'nun kısmetine bağladı. Hatta buraya onu ilk getirdiğinde primle çalışıp çalışmadığını sorduğu o an aklına gelince gülümsedi. Bugün dünyanın primini kazanmıştı. Tam çay almak için mutfağa giderken adının seslenildiği tarafa döndü.

"Burak Bey, merhaba."

Aysun Çetin gelmişti. Duygu aklına gelince diğer kişiler dünya üzerinden silinmişti o anlık. Gelen kadın soğuk duş etkisi gösterdi bu yüzden, nasıl çoktan aklından çıkmış olabilirdi ki? Ağır ağır yürürken elini uzattı ona doğru. Kadının anlatacak neyi vardı, Burak neyi ne kadar duymayı bekliyordu, az sonra ak koyun kara koyun belli olacaktı. Bildiği bir şey varsa Duygu bir şey yapmamıştı.

Kadını odasına aldığında rahatsız edilmek istemediğini, sadece içecek getirmelerini söyledi. Bol suyu da ekledi. Dili damağı kuruyacak hissi ele geçirmişti böbrek üstü bezlerini. Ağzı laf edecek tarafta olmayacaktı belki; ama insan duyduklarıyla ne hallere gelirdi.

"Buyrun Aysun Hanım, sizi dinliyorum."

"Duygu, babamız öldüğünde sadece altı yaşındaydı. Ben onu yanıma aldığımda yani. Ben yirmi yaşındaydım ve bir yıl önce evlenmiştim. On dokuz yaşında, babamın rızası olmadan, mecburen evlendiğim bir adamdı."

"Anneniz peki? Boşandılar mı?"

"Duygu hiçbir mi bir şey anlatmadı size? Annemiz onu doğururken öldü."

Burak sorduğu soruya da aldığı cevaba da lanet etti. O sormamıştı ki, ne anlatacaktı Duygu ona?

"Sadece tek başına olduğunu söyledi, Bir kardeşinin bile olmadığını. Benim için bu yeterliydi."

Ablası anlıyorum der gibi kafasını aşağı yukarı sallamaya başladı. Su içerek bir süre bekledi. Burak belki etrafı inceler, odaya değer biçer diye beklese de kadın beklediğini vermedi ona. Yüklü bir çek için değil, kardeşi onun tarafından nasıl haksızlığa uğramış onu en ince detaylarıyla anlatana dek susmayacağı belli olmuştu adama göre. Nitekim anne, babasının o çok küçükken göçüp gitmeleri başına gelen en hafif travmaydı.

Aysun Çetin kendinden yedi yaş büyük Muarrem Nazlı'yla çıkarken her şey toz pembeydi. Üniversiteye hazırlanan güzel bir genç kadındı. Evlilik vaadiyle kandırılmaktan çok, istemediği halde, boşandığı kocanın şantajıyla bu evliliği yapanlardandı. Onunla birlikte olmuştu ve süregiden ilişkilerinde adamın sadakatsizlikleri onu bezdirince ayrılmak istemişti. Defalarca özür dileyen Muarrem, bu şekilde ikna edemediği kadını birlikte oldukları zaman çektiği videoyla ikna etmekte gecikmedi. Babası hasta değildi o zaman. Eğer hasta olsaydı ya da ölüme yakın olduğunu bilseydi asla bu şantaja boyun eğmezdi; ama babasının başını yere eğmek istemedi.

Evlendikten sonra büyük değişim gösteren adam karısına ilgi gösterdi, onu sevdiğini her yolla dile getirmeye başladı ve Aysun Çetin insanların iyi yönde değişebildiklerinin en önden şahidi oldu. Bir yıl sonra kardeşini ortada bırakmak istemeyen kadın kocasının da desteğiyle onu yanına aldı ve kendi kızı gibi, küçük annesi gibi onu büyütmeye başladı. Daha sonraki yıllarda iki çocukları oldu. Durumları iyiydi. Maddi sıkıntı nedir bilmeden geçiyordu günleri. Bu cömertliği sadece kendi ailesine de değildi. Öksüz, yetim yanına aldığı küçük baldızının hayatı televizyondaki zenginlerden farksızdı. Her şey zorla evlenen bir kadına göre rüyalarında görebileceği kadar güzel gidiyordu.

Ta ki, o rüya kabusa dönüşene kadar...

Duygu büyüdükçe ona abilik yapan adamın davranışlarında on üç, on dört yaşından sonra bariz art niyet sezdi kadın. Onu kocasının sapık zihniyetinden korumak için katı davranmaya başladı ona. Her yıl başarıyla bitirdiği sınıflar, sanat, sporda gösterdiği yetenekler boy uzunluğu ve serpilen vücudunun gerisinde kalmaya başladı.

Mini şortlarla voleybola gitmesini engelledi önce, kocasının ağzının suları kardeşinin pürüzsüz, sütun bacaklarına damlamasın diye.

Babasının öğrettiği piyanoyu çalmayı ilerlettiğinde, piyano çalmayı onun için öğrendi kocası. Minik kardeşinin yanına her oturduğunda, ona hayran bakışları altında, yanlışlıkla temaslar başladı. Çok sevdiği, dört elle sarıldığı aile yadigarı olan yeteneği yasakladı sonra. Piyanoyu sattı.

Ablasının ona kötü davranışlar sergilediğini düşünen Duygu, eniştesinin ona kadın gözüyle baktığını kırk yıl düşünse aklına getirmezdi.

İlginin çoğunu Duygu almaya başladı ve ablası bunun sonucunu kestirmede geç kaldı. Odasında ders çalışmaktan başka serbest bıraktığı tek şey yemek yemekti adeta. Merakla pişirilenleri öğrenmek için mutfağa her girişinde, artık kız kardeşi evdeyken evde olan kocası yüzünden odasına kovuldu. Basit bir kıskançlık, Duygu'ya eziyet değildi hiçbiri. Göndereceği bir yeri yoktu. Anne babasından kalan, kendi yapamadıklarını müsaade edilse bin misli yapabilecek kanı, canıydı.

"Siz ne anlatıyorsunuz bana? O herif bunları yaparken sadece Duygu'ya yasak getirmişsiniz."

"Gözüyle görmezse istemez sandım. İleri gitmez diye düşündüm."

"İleri gitmez diye mi? Ne demek ileri gitmek?"

Bu sorudan sonra anlatılanlar Burak için yerinde duramayacağı kadar işkence yüklüydü. Önce masayı, sonra vitrini, sonra raflarda her ne varsa kırdı, döktü.

"Tecavüze uğrayan kardeşinizi evden kovmak ablalık mı? Sapık bir adam ona dokunmasın diye, sokakta aynı şerefsizlerden onlarcası olan yerde çaresiz bırakmak mı? Babaannesinin eve almasını neden engellediniz?"

Odaya ne olduğunu anlamak için giren Haşim Bey'i kaşıyla gözüyle çıkardı odadan. Burak'ın feryat figan bağırmasını, hatta daha fazlasını göze almış olan kadın, ilk kez o zaman dikkatle baktı odaya. Taş taş üstünde kalmadı tabiri bu oda için betimlenmişti. Ağlamak çare değildi geçmişi değiştirmek için; fakat gözyaşları görüşünü engelliyor, konuştuğu adamın öfkesi onu aşırı korkutuyordu. Ancak geçen iki hafta bunu göze alıp alamayacağını düşünerek geçmişti. Her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatmadan buradan gitmeyecekti.

"Aramak istemedim. O adam mecbur bıraktı. Duygu'yu akrabalardan birisi almazsa bize döneceğini, istismara devam edebileceğini düşündü galiba."

"Bunu öngördüğünüz halde onları aramanız, o masum kıza iftira atmak insanlık suçu resmen. Nasıl nasıl nasıl?"

"Dedim ya, elinde yıllar öncesinin videosu vardı hala. Babam öldükten sonra evlenmezdim demiştim, bu olay olduğunda da çocuklarım vardı. Tüm sülaleme göstermekle tehdit etti beni. İnsan çocuğu olduğunda o çaresizliği daha iyi anlıyor. Duygu masum. İlk doğduğu günkü gibi. Öyle başarılıydı ki, sağlık lisesindeydi. Doktor olmak istiyordu. Ben dedemleri arayıp ona iftira attıktan sonra yemin ederim, çıkıp aradım. Geç kaldım. Okuluna devam eder diye her gün gittim, yoktu. Sizin zengin olmanız sadece düğün haberini gazetede görmeme vesile olduğu için işime yaradı. Beklentim yok sizden. Kardeşim beni affetsin, bana ablacım desin o güzel sesiyle, daha büyük zenginlik olamaz benim için."

"Duygu hemşire şimdi. Yüksek lisans yapacak. İyi ki, kovmuşsunuz evden, yaşadıklarını kahrolarak söylüyorum; ama iyi ki yaşamış. O kış, sokakta üç gün üç gece kalmış olmasaydı, ben tanıyamazdım onu. Duygu Özcanlar olmazdı. Beni istemezdi. Ben yetersiz kalıyorum ona. Bunun için teşekkür ederim."

"Üç gece mi? Kardeşim benim, affet beni."

"Nerede bu adam şimdi?"

Sessizlikle geçen uzun bir aradan sonra bu soruyla gergin bir çarşafa atılan makas gibi bölündü ortam. Dağıttıklarını dağıtmaya doyamayan Burak, o adam, karşısında olsa öfke kontrolü için ondan geriye saymayacağını çok iyi biliyordu.

"Başka bir kadınla evlendi geçen yıl."

"Medeni durumunu sormadım size. Nerede bu orospu çocuğu? Adresini verin bana."

"Evini bilmiyorum; ama çocukları bizim yaşadığımız evden alıyor. Geleceği günü söyleyebilirim."

"Pedofili birine, o sapığa, uğurlarında bir genç kızın hayatını kararttığınız evlatlarınızı mı emanet ediyorsunuz?"

"Onlara karşı öyle değil. Ben Duygu'ya karşı o hisleri nasıl besledi anlamış değilim. Çocukken geldi bize. Asla aklıma gelmezdi."

"Evlât sizin evladınız, kiminle görüştürdüğünüz sizi ilgilendirir; ama Duygu da benim karım ve bu sapık adam bir daha on altı yaşındaki bir çocuğa parmağının ucuyla değmek için kaldıraç kullanmak zorunda kalacak. Umarım sizin kızınız on altı yaşında değildir. Telefonunuzu bekleyeceğim. Şimdi gidebilirsiniz."

Aysun Çetin'in kelimeleri tükenmişti vicdan azabının ruhunu emip tükettiği gibi. Bundan sonrası için bekleyecekti. Kardeşinden ona doğru gelecek bir adım için haddi olmayan pek çok şeyi anlatmıştı kocasına. Eğer uygun görseydi belki Duygu da tüm gerçeği anlatırdı. Yaşadıklarıyla kabul görmemek kadar onur, gurur kırıcı bir şey varsa eğer o da neyi neden yaşadığını bilme ihtiyacı gütmeden yargılayan insanlardı. Burak Özcanlar öyle değildi. Kardeşinin kocası, onu sevmek için travmasız geçmiş şartı koşmamıştı ona. Şimdilik bununla yetinecekti. Sonrasını zaman gösterecekti.

Geçmişini bilmeden onu gözünün gördüğü ilk eylemle yargılayan Burak ise abladan oldukça farklı kulvarda seyrediyordu. Kadın odadan çıktı; ama o sandalyesine gömüldü. Öyle olmalıydı, çünkü odada saatlerdir akan gözyaşlarına üzerine atılan toprak karışmıştı ve ağzına çamur tadı geliyordu. Midesini daha fazla göz ardı edemeden odadaki tuvalete koşturdu. Kıvırcık neler yaşamıştı? Ailesini kaybetmiş, yaşamaya devam etmişti. Çocuk yaşta istismar edilmiş, hırsız bir adama nefesim demişti. Yaşama sevincini, alaycılığını, şaka kabiliyetini, cesaretini, o çocuksu neşesini, zekasını, onu Duygu yapan her neyse bir an bile yanından ayırmamıştı.

"Ölmek üzereyken bile..."

Ondan öğreneceği çok şey vardı, ona öğreteceği çok şey vardı. Yemek yapmak istiyordu onunla, yastık savaşı, sigara içmek, konuşmak, öpüşmek, sevişmek... Öncelikle mutlu edip yüzünü güldürmek...

Klozetin dibinde telefonla Merve'yi aradı. Sonra Eylem ve Teoman'a haber verdi. Bir hafta sonra Cihan onu öldürse de tam doğum gününde kocasının yanında olacaktı Duygu. Her yıl gerçekleşmeyen o dileği her neyse bu yıl gerçekleşecekti. Söz verdi kendi kendine.

Akşam normal iş çıkışında eve geçti. Bugünkü konuşmayı bir süre içinde tutacaktı. Mutfakta ocak başındaki Duygu onu fark etmeden sallana sallana tenceredeki her neyse onu karıştırıyordu. Arkasından sokulup elleriyle belini saramamak, burnunu o saçlardan mümkün olduğunca boynuna daldıramamak tepeden tırnağa uyuşturdu adamı. Selam vermekle yetindi.

Duygu çamaşır, ütü, temizlik, yemek kıskacında bir süre oyalanmış, ayrılık sebebi olarak kendisinden başka suçlu bulamamıştı. Akşam konuşuruz diyen adam karşısında hapur hupur tıkınıyordu. Duygu aksine iştahsız, suratsız oturuyordu karşısında.

Duygularımı ne zaman anladın ki, şimdi anlayasın? Hıyar.

"Eline sağlık, çok güzel olm... Senin benden önce bitirmen gerekmiyor muydu yemeğini?"

"Sevgilini elinde niye tutamadın?"

"Tutmak istemedim. Bu nereden çıktı şimdi?"

"Akşam konuşuruz dedin ya."

"Bugün yeterince konuştum galeride, bilmeni gerektirecek kadar önemli değil bizim ayrılığımız. Yeterince sağlam değilmişiz demek ki, bitti."

"Benim yüzümden mi?"

"Senin sayende diyelim... Duygu bak, ben... Hülya'yı sevdim. Yeterince sevilmemişim, olan bu. Kapatalım burada. Yemeğini ye, dedeme gitmemiz gerek."

"Ben bugün konuştum, iyiydi. Bir şey mi olmuş? Hadi gidelim."

Çoktan ayaklanan kadını zor oturttu yerine. Basit bir misafirlik olduğunu anlayınca bitirdi yemeğini. Mutfağı beraber toplayıp yola koyuldular. Dedesinden aldığı kediyi görmesi için yanına alan Duygu adamın kalbini bir kez daha kazanmakta gecikmedi. Her hareketi artı puan olmak zorunda mıydı? Duygu'ya açılıp açılamadığı hala soru işaretiyken Cihan'a gidip neden döndüğünü sormak tüm gün duyduklarından sonra aklından çıkmışken ona çekilmek, üzerine ardı ardına atılan toprak etkisiydi.

"Güzel haberleriniz var mı bu yaşlı adam için?"

"Var dede, işler gayet iyi bu ara. Bir hafta sonra Duygu'nun doğum günü, Merve Tuzla'daki villada kutlamak için organizasyon yapıyor. İznin var mı?"

Satılan Ferrarilerin hesabını tutamıyoruz.

Duygu inanmazca Burak'a bakarken dedesinin güzel haber derken gerçekten bunu mu anladığını yoksa anlamazlığa mı vurduğunu çözemedi. Kendi doğum günü kutlamasından şimdi haberi oluyordu ayrıca. Müsait miydi randevu defteri bakalım?

"Gidin oğlum bana ne soruyorsun? Villa duruyor otada. Ben işini gücünü sormadım. Yeni müjdeli bir şeyler sordum."

Burak Duygu'ya döndü soran gözlerle.

"Dedem daha yüksek lisans yapacağım, unuttun mu?"

"Kaç yıl bu yüksek lisans?"

"İki yıl ya da erken bitirirse bir buçuk yıl falan."

Dedesini yanıtlayan torunu oldu.

Saf gibi cevaplıyor bir de. Dedem bu yılı neden soruyor düşünsene be adam.

"Oo, iki yıl öyle, bir yıl öyle, çocuk yapın öyle okusun gelinim."

Duygu eli belinde kafasını sağa sola sallarken ona bakan Burak, perşembenin gelişini çarşambadan bile anlamadığı için hayıflandı. Her ne kadar Duygu yüksek lisansı bahane olarak kullanmış olsa da Burak onunla bir çocukları olsa neye benzeyeceğini düşünmeden edemedi.

O düşüncelerle geçen birkaç saatin ardından eve geçtiler ve her ikisi de dün geceden ne kadar az bahsederse yaşanmamış olacağına inanıyor gibiydi. Duygu itirafı unuturdu, Burak o itirafı yapmadığına emin olurdu. Emin olmaları gereken ortak bir his vardı aralarında, gözle görülmeyen, elle tutulmayan; ama kalplerinden geçenin adını sesli dile getirmeye korktukları aşktı ortalarında asılı duran.

Birbirlerinden habersiz geçirdikleri günler ve bir arada olmaktan üstün çaba ödülüyle kaçındıkları geceler bir haftayı kazasız belasız geçirmelerine yardım etmişti. Cihan Duygu'daki değişimleri görüyor, sadece üstüne gitmiyordu ki, kendi çözdüğü vakit daha kıymetli olacaktı her duygusu. Sahip çıkılması için çaba gerektiren her duygu değerliydi; ancak aşkın yerini ne tutabilirdi?

O sabah Cihan'ın kutlama mesajıyla gözünü açan Duygu, yirmi dört olduğuna inanamıyordu. Bu götten bacaklı, kafadan kontak dünyada yirmi dört yaşına kadar gelebilmiş, hemşire olmuş, sevmiş, sevilmiş, evlenmişti. Kim sevmiş, seven diğer sevenle mi evlenmiş takmadı. Anın tadını çıkaracak, kahvaltıya çağıran Cihan'la kutlayacaktı bugünü. İkinci hayatının içinde yer alıyordu on altısından sonraki her yaşı. Tam kapıdan çıkarken Burak seslendi.

"Haber vermeden mi çıkıyordun?"

"Uyuyorsun sandım. Mesaj atacaktım."

"Cihan'a mı?"

"Evet, akşam için beşte burada olurum. Yeterli mi?"

"Sen ne zaman dersen o yeterli. Biz gitmeden doğum günü olmaz, merak etme. Doğum günün kutlu olsun."

Bir hediye beklemiyordu elbette ondan, ama yine de her yıl bugünü kutlayan sadece Cihan'ken farklı ve fazladan bir kişi sevindirdi onu. Ne dibine sokulmuştu Burak ne de sarılmıştı. Duygu'nun içinden ikisini de yapmak geçti. Yaptı da. Dibine kadar sokulup ellerini beline sardı. Başı bir süre sert göğsünde durdu. Kendini biraz geri çektiğinde uzanıp yanağını öptü.

"Teşekkürler. Görüşürüz."

Görüşür müyüz? Azrail çok darılmaz umarım gitmedim diye.

Tüm gün kalan hazırlıklarla ilgilenen Burak, yapacak bir şey bulamazsa çıldıracağını bildiğinden ota boka sardı. Eylem ve Teoman'a sabırlar diletti. Onların da diline doladığı küfür'leri faiziyle geri aldı. Villaya önden giden Merve için her şey cehennemin ekran görüntüsü gibiydi. Burak onu da darlamıştı. Atilla'ya hala sinir oluyordu ve Merve bir de buna laf yetiştirmişti. Bir Hülya meselesi vardı ki, onun ne yeri ne zamanıydı.

Eve varan Duygu bir hafta içinde her gündüz gelişi gibi bugün de üstüne koyduğu fazladan bir dakika sonra girebildi eve. Cihan gelip dudaklarına uzanmaktan vazgeçtiği kadının alnını öptü. Son üç yıldır her soygun sonrası arabada seviştiği kadın değildi Duygu artık. Bu gelişme aralarında bir kez bile konuşulmadan gelip yerleşmişti ikisinin ortasına.

İki farklı çift, ortak payda Duygu'ydu. İki çiftin arasında asılı duranlara isim verebiliyordu Duygu birkaç gündür.

Minnet ve aşk. Hangisi hangisiyle, yer değiştirmek isteyeceği kadar emindi. Buraya her gelişinde Cihan'ın bileğine takılı pranga gibi hissediyordu kardeş aranmaya gidilip bulunamadığından beri. Cihan henüz ona kırıcı bir laf etmemiş olsa da, çok yakında ondan nefret edecekti, hissediyordu. Nefes olduğu kadının düğüm olmuş kalbini er geç fark edecekti. Hakaret mi eder, hayalkırıklığı mı yaşar, hangisi daha kötüydü, katlanılması en ağırıydı o da seçemiyordu. Şüphe içini kemirmeye başladığı o andan itibaren kaygısızlık yerini diken üstüne oturmaya, her an Cihan tarafından sadakatsizlikle suçlanmanın beklentisine bırakmıştı yerini.

"Pastayı sevmediysen yemek için zorlama kendini küçüğüm."

"Ne? Ha! Yoo, çok sevdim. Kahvaltı çok doyurucuydu, eline sağlık."

Kahvaltıyı da didiklemişti böyle. Üstelemedi. Geçen yedi doğum günü tıka basa kahvaltı üzeri yarım pasta yiyen kadın aşk orucuna girmişti. Hakkını verdiği tek şey çay içmek oldu. Bir de sigara... Vakit geçirmek için film izlemeyi teklif etmesi Cihan tarafından kabul görünce suçluluk duygusu geldi çöreklendi yüreğine. Duygu böyle biri değildi. Cihan onun için her zaman arzuladığı bir erkek olmuştu ve şimdi göğsüne başını koyduğu, onun saçını okşayan adam sevgili olmaktan çok uzaktı. Abi de diyemezdi; hala en yakınıydı; ama ailesi değildi. Evde başka bir insan olmadan uyuyabildiği tek yer Burak'ın evi olmuşken Cihan'a ümit vermek kişiliğine aykırıydı.

"Güzeldi, değil mi film? Romantik komediydi aslında, sen niye ağladın hiç anlamadım. Ben bir yeri kaçırdım kesin."

Cihan şakaya vurarak yine yanındaki küçük kadını rahatlattığında onun filme değil hissettikleri karşısındaki çaresizliğine ağladığını biliyordu; ama Duygu haksızlığın en hasını kendisine yaptığını henüz bilmiyordu.

"Adet olacağım sanırım, olmadık şeylerde hassaslaşıyorum. Cihan birlikte olmak ister misin?"

"Bu teklifi niye yapıyorsun Duygu? Borcun mu var bana?"

Kadını omuzlarından tutup kendinden uzaklaştırdı. Gerilen çenesi, çatılan kaşları Duygu'nun yanlış konuştuğunu çok net belli ediyordu.

"Ben düşündüm ki..."

"Sen düşündün ki, Cihan döneli çok oldu, yatmamız lâzımdı şimdiye kadar; ama neden yatmıyoruz?"

Duygu sorsa bu kadar doğru soramayabilirdi. Hayatında bir şey eksikti. Cihan'la seks yapmak onun yanında olmanın promosyonu gibi geliyordu şimdi gözüne. Bedava diye geri çevrilemeyen, ancak gerçekte belki de hayatında gereksiz olan tek şeymiş, ucuz, olmasa da olurmuş gibi...

"Seni kırmak değildi niyetim. Eğer istiyorsan..."

"Duygu sen ne istiyorsun? Vücudunu seviyorum, bana verdiğin her sefer istedim; ama sen vermek istiyor musun artık? Dürüst ol. Cesur ol. Her zaman olduğun gibi."

"Benim kafam karışık Cihan. Sahte bir evliliğe anlam yüklediğimden değil, Burak her gün beni sinir ediyor, deli ediyor, bazen dünya iyisi, çoğunlukla hıyar; ama kocam. Sahte de olsa bir nikah var ortada. Yakıştıramıyorum kendime. Anlatabiliyor muyum?"

"Elbette. Çok iyi anladım. Kararına saygı duyarım. Savaşma kendinle. Kendin için ne doğruysa onu seç. Kalbin sana benim elimi tutmanı söylediğinde onu dinlediğin gibi, kulak ver yine ona. Cihan ne der, Burak ne düşünür takma bunları. Duygu ben seninle bir gün sevişirim diye almadım seni sokaktan, sen de bunu anlıyorsun, değil mi?"

Ne istediğine karar vermesinde etkili olabilecek cümleleri özenle seçmişti Cihan yine. Duygu'nun ona minnet duyduğu şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıktı. Onun bu çaresizliği içine dokunuyordu. Mutlu olsun, hep gülsün, sevsin sevilsin... Burak hıyarı ne hissediyordu geldiğinden beri onu düşünüyordu.

"Burak kız arkadaşıyla ayrılmış. Benim yüzümden değilmiş. Yine de suçlu hissediyorum kendimi. Hepsi yapmak zorunda olduğum bu aptal evlilik yüzünden. Seni dinlemediğim için."

Düşünceleri an itibariyle son buldu. Burak da âşıktı küçüğüne. O yüzden engellemişti onu. Duygu'nun hisleri olup olmadığını anlamak içindi her şey. Cihan giderken araları sevgili olduklarını sanan Duygu için netti, aşktı. Dönmediği sürece Burak onun kendisine aşık olmasını sağlayamazdı, çünkü Cihan'a toz kondurmayan bir Duygu çok tehlikeli olabilirdi. Ne zaman ki, döndü Duygu ilk gece bile kalamamıştı onunla. Hülya'yı deli gibi kıskanmış, ayrılmalarında en etkili rolü üstlenmişti.

"Bitecek bir ilişki tek bir sebeple bitmez küçüğüm. Belki hızlandırdın ona bir şey diyemem; ama sağlam olan bir şeyi sen tek başına yıkmadın. Üzülme sakın."

Biz de sağlamız, tek fark minnet... Aşkı yenecek kadar güçlü değil.

Saat beşe gelirken Burak arayıp attığı konuma gelmesini söyledi. Boşu boşuna yol yapmasını istemedi. Kendisi gelecek ve onunla buluşacaktı. Burak yaklaştıkça Duygu'nun ruh halinde iyi yönde gelişme olmaya başladı. Konuma yaklaştıkça radyodan seçtiği şarkılar hareketlenmeye başladı. Nihayet önlü arkalı gitmeye başladıklarında dans ediyordu Duygu arabada. Tuzla'daki villanın önüne gelene kadar her şey yolundaydı aslında. Burak kapıyı açıp da ova kadar geniş girişe ayak bastığında üç ay öncesine gitti.

Yakalanması, Burak'ın boynuna dolanan kolu, saçına uzanması, ateşlenen silah, kanlar... Kanları kendi elleriyle silmişti, tek zerresi kalmamıştı; ama o tarafa bakınca titredi bedeni. Niye buraya getirmişti onu bile fikri yoktu. Kendi evlerinde yapsalardı keşke... Villa hatırladığından daha devasa, daha sessiz, daha ürkütücüydü sanki. Bir de daha ihtişamlı... Zengin...

"Bugün hırsızlık için burada değilsin Duygu. Unut o günü. Hadi gel."

Mutfak ve girişinden başka bir yerini görmediği villada salon olduğunu tahmin ettiği dört artı bir ev büyüklüğünde odaya girdiklerinde Duygu koltukları sayamadan hepsinin arkasından renkli balonlar çıkmaya başladı. Onlarla birlikte tanıdığı tanımadığı beş altı çift çıktı aynı yerlerden. Hep bir ağızdan doğum günü şarkısı çığırırlarken Duygu'nun gözleri Burak'a kaydı. Burada ne işi olabileceklerini sorgulamak aklına bile gelmemişti. Böyle büyük bir parti hayal etmemişti. Burak istemiş o yapmıştı. Ona itaat ederken içinden isyan bayrakları açmamıştı.

"Duygu, aşkım seni çok seviyorum. Yeni yaşında çok mutlu ol kocanla."

Burak gözlerini devirdi. Benimle diyemedi Eylemko.

"Teşekkürler Eylem. Sürpriz harika. Beklemiyordum."

"Aferin Burki, çaktırmamayı becermişsin."

Sırayla diğer çiftlerle de tebrik ettiler onu ve Menekşe ablanın oğlu olduğunu öğrendiği, onların düğününde yurt dışında olan Ömer ve kız arkadaşıyla tanıştı. Pasta geldi. Müzik açıldı, şampanya patlatıldı. Herkes bir köşeye çekilip iş, sanat, politika konuşmaya başlamadan önce Eylem bir fikir attı ortaya.

Her birinden otuz tane olan, altı ayrı renkte uçan balonu eşler popo, meme ya da her nereleriyle istiyorlarsa, el kullanmadan patlatacaktı. İlk bitiren çift istediği odayı seçecekti. Sadece iki yatak odasında çift kişilik yatak mevcuttu ve Eylem'in amacı bu gece Teoman'la kuzen gibi uyumamaktı.

Pişti oynayarak geceyi heba edemeyeceklerine göre isteksiz başlayan bu süreçte bir süre sonra Duygu ve Burak harici diğerleri heyecanlanmaya başladı. Onlar yavaş da olsa Eylemi kırmamk için balonları itinayla çekip, göğüslerine yerleştirip sıkarak patlatmaya başlamışlardı. Patlayan her balonla büyük salondaki herkes kahkahadan kırılırken devam eden yarışma artık eğlence aracı olmuştu. Eylem teklifi ilk yaptığında burun kıvıran herkes şimdi ucunda dünya kupası varmış gibi kıyasıya mücadele ediyordu. Çiftler seçtiği renkleri kovalarken başından beri işlerini hem gülerek hem de ciddiyetle yapan Duygu ve Burak aynı anda bağırdı.

"Sarı bitti."

Elleri havada çak yaptıktan sonra alkışlar eşliğinde kısaca sarıldılar. Nefes nefese kalan, ağzı kulaklarında, çok eğlendiğini belli eden karısını içinden bırakmak gelmeyen Burak kanepeye gitmeden belinden tuttu onu. Sanki mümkünmüş gibi onu daha öpülesi yapan, terden yüzüne yapışmış saçlarını eliyle geriye iten Duygu, hala tebessüm ederken ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kesilmeyen tebrik alkışlarının Burak'ın kulağına öp öp öp diye tezahürat gibi gelmesi olası mıydı peki? Kalbi de olabilirdi böyle öp diye bağıran, durup kaç kaç eder parmak hesabı yapacak halde değildi. Matematik bildiğinden bile şüpheliydi Duygu'nun dolgun dudaklarına bakarken.

Kalbinin sesini dinlemese ayıp olmaz mıydı?

Burak'ın gözlerini takip eden Duygu baktığı yeri anlamada gecikmedi. Dudaklarını yaladı. Bir yandan onun tarafından öpülmenin nasış bir şey olacağını düşünürken bir yandan bunu zorla yapmamasını diliyordu. Herkes burada diye, içinden gelmeden; ama onun içinden geliyordu. O şekilde durmanın garipleştiği kadar süre geçince ilk uzanan Duygu oldu. Çekinik, ne karşılık alacağından bihaber, yine de arzulu...

Aldı. Burak kendine daha çok bastırdı onu. Buraya geldiğinde değiştirdiği kıyafet yerine giydiği beyaz tulumun açık bıraktığı sırtında dolaştı elleri. Nefesleri daha da hızlanırken Duygu bunun tuvalet dibinde Burak'ı kırmızıya boyamaktan bir kaç beden büyük ve gerçek bir öpüşme olduğunu biliyordu. Devamını kestiremiyordu; ancak o anı iyi değerlendirmeyi sevenlerdendi. Dudakları ayrılmadan çok kısa bir an önce ayakları sürüklenmeye başladığında gözlerini açtı ve çakmak çakmak olan kahverengi gözlerin muzipçe ona baktığını gördü.

"İkinci kattaki çift kişilik oda bizim Merve. Diğerleriniz ne bok yerseniz yiyin."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder