17 Haziran 2019 Pazartesi

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 24. BÖLÜM

Sahte karı koca dedesinde yedikleri akşam yemeği sonrasında Duygu'nun yaptığı çayı da içerek eve doğru yola çıktılar. Burak yemek boyunca sessizliğini korumuştu. Ayrı arabalarda giderlerken Duygu dünden beri adamdaki sessiz değişimin nedenini merak ediyordu. En son merdivende asmış kesmiş, kirk haramiden biri gibi kelle uçurmuş sonra durulmuştu. Dedesinin yanında şarkı söylediği için mi bu kadar kızmıştı? Aynı gerilimi tekrar yaşamak işine gelmezdi.

"Yanlış haber; ama dedem seviyormuş işte müziği. Kornişon Burak, ne olacak."

Hatta hıyar...

Kendi arabasında seyreden Burak ise göz göze geldikleri anı düşünüyordu hala. Tam bir göz göze gelmek bile olmayan bu durum Burak'ın ona göz dikmesiyle sonuçlanmıştı bir süre. Duygu tekrar başını kaldırana kadar tabii. Saçlarından yüzünü bile göremediği kadına bakmak istemek de ne demekti? Bu hisler kesinlikle dedesine iyi davranmasından ileri geliyordu, başka ne olacaktı? Yok artık!

"Saçma. Çok saçma."

Çok saçma olması saçmalamamasını sağlamıyordu. Hülya'nın yerle bir ettiği tüm düşünceler, Duygu yanındayken kendiliğinden olması gereken yerlerine istifleniyordu nizami biçimde. Bir dinginlik geliyordu içine. O çok sinirlendiği anda bile onu öpmek için çırpınmasına neden olacak kadar kanına işliyordu kadın. İki haftada çok fazla maruz kalmışlardı birbirlerine. Bu da bir nevi alışkanlıktı. Zararlı mıydı, biraz daha vakit geçince anlardı.

"Bok anlarsın. Salak mısın sen? Öpmek istemek nasıl bir alışkanlık? Dudak tiryakisi miyim ben?"

Senli benli konuşmak, kendine cevapsız sorular sormak işlevsiz kaldığında ve direksiyonu sıkan parmak boğumlarına yeteri kadar işkence ettiğinde kendinden önce eve gelen Duygu'nun arabasının yanına park etti aracını. Ne ara geçmişti onu? Fark etmemişti bile. Hızlı gitme demiyor muydu sürekli? Laftan anlamıyordu bu kadın.

Duygu eve gelmiş banyoda ellerini yıkayıp aynaya bakmıştı bir süre. Göz makyajını silmek için malzemelerine uzandığında ne zamandır orada duran saç düzleştiricisi dikkatini çekti. Yarınki konsere saçları düz olarak gidebilirdi. Hem daha uzun görünürlerdi. Farklı bir görünüm hevesiyle fişe taktı aleti. Isınmasını beklerken saatin gidecek bir işi olmayan birine göre yeterince geç olmaması sebebiyle laptoptan bir film açtı. Otel gibiydi burası. Misafir için her türlü konfor ve zenginlik düşünülmüştü. Bir de piyano olsaydı...

Tekrar banyoya döndüğünde kolları kopana dek saçlarını düzleştirdi. Ne çok saçı vardı. Neden sık sık bu işi tekrarlamadığını da hatırlamış oldu. Kırk dakikası geçmişti düz saç sahibi olacak diye. Arada bir yerde dış kapının sesini duymuş; ama odasına gelen giden olmayınca o da çıkmamıştı odadan. İşi bitince mutfaktan bir elma aldı ve yatakta izlerken uyuya kalma ihtimaline karşı kucağında bilgisayar salon kanepesine kuruldu. Seçtiği gerilim filminin havasına uygun düşsün diye ortamı loşlaştırdı.

Burak söylenene söylenene eve girdiğinde ortalıkta görünmeyen Duygu'nun yorgun olduğu için yattığını düşündü. Tüm gün dedesiyle diyaliz merkezindeydi ve bu durumdan hiç şikayet etmiyordu. Önerdiği gibi daha uzun süre kalıyorlardı artık. Doktoruyla yeni oluşturdukları sistemde dedesi halinden memnundu şimdilik. Kendini yatağa bıraktıktan sonra geçen bir buçuk saatin ardından yine dili damağı kurumuş halde doğruldu yatakta. Bir sürahi su yetmiyordu artık ona. Tüm gününü analiz ederek geçirdiği bu zaman zarfında sıra Duygu'yla ilgili olana her geldiğinde bardağı doldurup kafasına dikişinde susuzluğu biraz olsun dinmişti. Şimdi o su da bitmişti. Belki uyurum ayağına mutfağa gitmeyi ertelese de balkonda şarkı söylerken Duygu'yla göz göze geldiği ana gidiyordu sürekli.

"İn hadi lan, al suyunu. Yok işte uykun falan."

Mutfağa giderken dikkat etmediği yarı açık salon ışığı mutfaktan çıkarken gözüne takıldı. Koridordan geçip yatak odasına gitmek için attığı üç beş adımı, gerisin geri yürüdü Burak. Salon kapısından gördüğü Duygu kucağında laptop bir şey izliyordu. Farklıydı. İki saat önce dedesinden çıkarken böyle olmadığına yemin etse başı ağrımazdı. Yetersiz oda aydınlatmasında bilgisayar ekranından yansıyan ışıkla gördüğü kadarıyla ısıra ısıra yediği elmadan canı çekti Burak'ın da. Yutkundu. Bir elma böyle iştahla yenilebiliyormuş, öğrenmiş oldu. Saat gecenin birinde yenen elma neresinde öğütülüyordu, Burak yese göt göbek olurdu. Duygu yiyince ne oluyordu, beslenme uzmanlarından açıklama bekliyordu hala.

Dikkatini elmadan çekip neyin farklı geldiğini anlamak için kapıda kaldı bir süre. Onu fark etmeyen Duygu izlediği her neyse ona göre yüzünün şeklini değiştiriyordu. Korku filmiydi tepkilerine bakılırsa. Gülümsedi onun bu sessiz sinema gibi korkmalarına. Çığlık atmıyordu. Sağ sol yapıyordu bedeni ara sıra. Elma tutmayan diğer eliyle önüne gelen bir tutam saçı yüzünden çekince hareketlendi Burak. Anında silindi gülümsemesi. Acele salonun spot ışıklarını açtı.

"Ne yaptın sen kendine?"

Işık hızı ve ses hızı eşit değil derlerdi bir de. İzlediği filme tam odaklanmış halde kaptırmıştı kendini, Burak ile yerinden sıçradı Duygu.

"Ne yapmışım?"

"Değişmişsin."

Elmadan aldığı son ısırığı daha yutamadığı için, ağzı dolu halde konuştuğundan yine azar işitmemek adına yuttu acilen lokmasını. Dudaklarını yaladı sonra. Neye kızıp gelmiş, azarlayıp duruyordu kendisini acaba?

"Mesela?"

Burak niye bu kadar sinirlendiğini de anlamadı, ama öfkesini yenemiyordu. Duygu cevap versin diye beklerken içinden yirmiye gelmişti, o ise diliyle dudaklarını yalıyordu.

"Mesela saçların kıvırcık değil. Ne yaptın kendine?"

"Düzleştirdim."

Evet düzlerdi. Kıvırcık değillerdi ve bu nedensiz öfkemin sebebi ne?

Burak'ın, iç sesinin ona sorduğu soruya verecek bir yanıtı yoktu. Allah kahretsin ki, buna niye bu kadar sinirlendiğini Duygu soracak olsa, ona verecek mantıklı bir gerekçesi de yoktu. İyi ki, sormuyordu.

Mu acaba?

"Sen saçımı düzleştirdim diye mi bu kadar öfkelendin?"

Bilsem, sana da diyeceğim de...

"Bana ne senin düz mü kıvırcık mı, ne haltsa saçından? Yakışmamış. Düzelt."

"Düzelttim zaten."

"Duygu kızdırma beni. Eski haline getir onları. Yanımda taşıyorum seni. Böyle dolaşma yanımda. Seni ilk gördüğüm yerdeki gibi, saçların minicik yüzünü kaplamış halde olsun. O elmayı da şapırdatmadan ye. Anlık konumu da sekiz saatte bir paylaş."

Daha fazla saçmalamadan odana çık bence Burak.

Arkasını dönüp odasına giderken istediğini söylemiş olan bir adama göre yeteri kadar sakinleşememişti. Ne olmuştu ona böyle? Hülya şekilden şekle, renkten renge, boydan boya değiştiriyordu sürekli saçlarını. Bu hiçbir zaman sorun olmamıştı onun için. Sorun edecek kadar uzun süre aynı kalmadığı bile oluyordu. Öyle bir zaman gelmişti ki, aynı gün içinde uzun ve kısa gördüğü bile olmuştu, kısadan uzuna üstelik. Şimdi Duygu'nun düzleştirdim dediği saçlarına bir kova su dökmek için merdivenlerden geri inmemek çok zor geliyordu ona.

Odasına geldiğinde kapıyı çarparak kapattı. Yetmedi. Yatak çarşaflarını çekti çıkardı. Yine yetmedi, şifonyer de nasiplendi Burak'ın öfke nöbeti saatinden. Belki de kendisi soğuk bir duş almalıydı. Tekrar açtı kapıyı. Aşağı inmeden deli gibi bağırarak kadına seslendi.

"Sabah uyandığımda o saçlar eski haline dönmemiş olursa makasla biçerim hepsini."

Duyurduğundan emin olduğu tehdidi ettiğinde biraz kendine geldi. Korkup eski haline getirirdi nasılsa. Çıkardığı çarşafları yerine taktı ve yatağa yattı huzurla.

Duygu elinde yarısı yenmiş elma ve kucağında Burak'ın öfkesine neyin sebep olduğunu anlamaya çalışırken durdurmayı akıl edemediği için devam eden filmle bir de öküz gibi böğüren hıyardan emir dinlemişti.

"Sana ne be benim saçımdan? İlk kez gördüğü gibi olacakmış mış mış. Hadi oradan. Kızıl peruk vardı o zaman kafamda. Denyo. Yarın sabah sen görürsün bakalım bana emretmek ne demekmiş?"

Duygu merdivenlere kadar gitmeyi akıl edememiş, oturduğu yerden delikanlılık yapmıştı. Söylediklerini duymayan Burak çoktan uykuya teslim ettiği ruhuyla kıvırcık saçlar arasında yüzme öğrenmeye başlamıştı.

Sabah erkenden uyanan Duygu, evin yolunu tuttu. Başladığı elmayı bitirse de filmi kapatmıştı. İnsanda heves mi bırakmıştı sanki? Yine de saç konusu öyle kapanmaz böyle kapanır hamlesi için alarm çaldığı gibi zıplamıştı yataktan. Burak uyanmadan gidip evdeki yedek peruğu kafasına geçirip kahvaltıda sürpriz yapacaktı ona. Madem ilk gördüğü Duygu'yu istiyordu, lastiklerini bile patlatırdı mizansen isterse.

Mahalleye geldiğinde hemencik eve çıktı. Odasında nereye koyduğunu unuttuğu peruğu ararken Cihan'ın yokluğu bariz hissediliyordu. Gittiği yere vardığını haber vermesi, günde iki mesaj atması yeterli değildi; ama adamı bu sıkıntılı dönemde darlayacak da değildi.

Banyoya bakarken nereye koyduğu aklına gelince anında döndü yatak odasına. Beş katlı şifonyerin en alt çekmecesini açtığında pek çok ıvır zıvırın olduğu yerde buldu. Doğru hatırlamıştı. Tam eline almışken altındaki kendi pasaportu dikkatini çekti. Akıbetini öğrenemediği Avrupa ülkelerinden birinin vizesini görmek için sayfaları çevirdi baştan sona, sondan başa... Kalbi gibi tertemiz sayfalarla karşılaşmayı beklemediği öyle açıktı ki, ne düşüneceğini bilemedi.

"Beni arkada bırakmayı hep mi düşündün yani?"

Anında kovaladı saçma sapan düşünceleri. Zamanı unutup elinde on yıllık boş bir defterle yatağa uzandı. Başka bir açıklaması olmalıydı. Cihan başvurmamış olsa başvurmadım derdi, derdi değil mi?

"Kesin vize çıkmadı benim gibi meteliksize. Beni üzmemek için de söyleyemedi. Koskoca Avrupa işsiz sapsız genç kıza ne diye vize versin?"

Daha fazla oyalanmadan peruğu kafasına geçirip evden çıkmaya karar verdi. Cihan gibi kokan yatakta kalmak ona daha fazla özlem duymaktan başka bir halta yaramazdı. Diğer evde dediğini ikiletmemesi gereken bir kocası vardı.

"Küfür turşusu, ilk gördüğün kadın lastiğini değiştirdi, aklını değiştireyim de gör."

Binanın kapısını açtığı anda sabah şeriflerini hiç de hayırlamayan, bela okumasına ramak kalan üç adam karşısında dikiliyordu. Cihan'ın ona gittiğini söylemesiyle bir adamını sürekli nöbetçi bırakan Hikmet, gelen kadına hoş geldin partisi düzenlemişti.

"Günaydın vahşi kedi. Cihan olmadan işe çıkıp Hikmet abine para mı getirecektin? Üstündeki emeğimi görmek gururlandırıyor beni."

R'leri üstüne basa basa konuşmasına hep ayar olurdu Duygu; ama şimdi ayar nasıl olunur biri sorsa gıkı çıkacak gibi değildi.

"Ne oldu? Tırnakların Cihan olmadan çalışmıyor mu? Seni ardında bırakıp giden bir Cihan, yakıştıramadım. Ya bana söylediği gibi sahte, paralı bir evcilik oyunu yok ortada ya da Cihan çok büyük bir işe benden habersiz çıkacak kadar şuurunu kaybetmiş."

"Cihan kardeşini bulmaya gitti."

"Sen de hemen inandın mı? Sana uzanan eli kabul ettiğinden beri bedenin dahil her şeyini verdin ona. Aklını vermediğini umuyorum. Cihan ne haltlar çeviriyor, söyle."

"Rahat bırak bizi. Paranı alıyorsun. Cihan ne anlattıysa doğru."

"Alıyorum. Şimdilik. Sen İstanbul'un en zengin adamıyla evleneceksin, adam üstüne genç ve yakışıklı olacak, senin gibi bir hırsızı karısı yapacak, yer miyim ben bunları?"

Yemişsin yiyeceğini, ayı.

Duygu geldiğine geleceğine pişman olmuştu olmasına da gidemiyordu şimdi. Cihan olmadan üç adam ona fazlaydı. Karşısında izbandut gibi dikilmişler, geçip gitmesine müsaade edecek değillerdi. Sabahın altısında, oyalanmış kalmıştı evde. Burak'a inat yapmak için Cihan'ı ezip geçmişti. Cihan yine haklı çıkmıştı. Onu korumak için Burak'a bile güvenecek kıvamda olması gereken bir avantacı varken Duygu'nun aklından ne geçiyordu ki?

"Ne yersin yemezsin ben bilemem. Çekil, geçeceğim."

"Aklıma oturtamadığım bir şey var vahşi kedi. Sen Cihan'dan ayrı, gitsen gitsen tuvalete gidersin. Ona bile şüpheliyim ya neyse. Bu adamla ne ara, nerede tanıştınız, anlaştınız? Dur hemen cevaplama. Çünkü bir sorum daha var. O da aklıma başka şeyler getiriyor çünkü. Siz benden habersiz bir boklar yediniz de onun cefası mı, yoksa sefası mı bu?"

Tuzla'daki villa olayını duyarsa bittiklerinin resmiydi.

"Neden bahsettiğin hakkında bir fikrim yok. Biz senden habersiz de tuvalete gidemiyoruz, malum. Daha soygundan önce mantar gibi kapımızda bitiyorsun. Cihan bana yalan söylemişse zaten, senden fazlasını bilmiyorum."

O sırada kollarını tutan Hikmet, onun canını ilk kez yakmıyordu. Sadece uzun zaman olmuştu ve dövüldüğü her sefer bir albümün sayfaları gibi gözlerinin önünden geçti. İstemsizce çığlık attı.

"Sen benim elime düştün bir kere. Konuşmadan gidemezsin."

"Bırak beni, bir şey bilmiyorum dedim."

"Burak Özcanlar senin hırsız olduğunu biliyor mu? Peki ya kalabalık sülalesi? Bana istediğim parayı vermezsen bunu öğrenmelerini sağlarım."

Burak'ın sülalesi Duygu'nun endişe etmesini gereken insanlardan oluşmuyordu; ama ona güvenen dedesini yarı yolda bıraktığı o nahoş düşünce, göz yaşlarından çoktan medet ummaya başlamıştı. Kendini ondan çekmeye çalışsa da yağlı cüssesinin karşısında şansı yoktu.

"Hikmet bırak lütfen. Benim sana verecek param yok. Cihan'ın öne sürdüğü anlaşmanın şartlarına uymanı tavsiye ederim, çünkü sonsuza dek gittiği yerde kalmayacak ve döndüğünde bana bu yaptığını öğrenecek. Öğrenmemesi beni bırakmana bağlı."

Hikmet'in yüzünde beliren bilmiş ifadeyle, sarı dişlerinin arasından vereceği cevabı duyamadan arkalarında bir gürültü koptu. Hikmet de meraklanmış döndüğünde Duygu bu hengamede kurtuldu ondan. İki adamı yerde iki büklüm, malum yerlerini ve kanayan burunlarını tutarken Burak çoktan armudun yakasına yapışmıştı.

Sabah uyanıp da hazır olduğunu düşündüğü kahvaltının hazır olmaması canını sıksa da bir kahvaltı için Duygu'ya sitem etmeye hakkı olmadığını düşünmüştü Burak. Dün gece yine azarlamıştı onu sebepsizce. Kendince sebebine dayanak bulamadan dayanaksız öfkesinden Duygu nasiplenmişti yine. Telefonu alıp kapıya geldiğinde okunmayan mesajı açmasıyla başından aşağı kaynar suların dökülmesi bir olmuştu. Duygu mahallesine gidiyordu. Sabahın bir köründe hem de. Anında yola çıkmış, birkaç telefon görüşmesi yaparak gaza basmıştı.

Evin önüne geldiğinde Duygu'yu görememişti, ancak şişko adamın onun ince kollarını tuttuğundan emin olduğu çığlığıyla arabadan indiği gibi, iki adamı ona engel olamadan yeri boylamıştı.

"Armudun iyisini ayılar yer derler. Sen hem armut hem ayı olmayı nasıl beceriyorsun?"

"Kimsin lan sen?"

"İlk sorumdan vazgeçiyorum, zira ayı olman ve yediklerin tamamen seni ilgilendirir. Bu soruma kesinlikle cevap ver; ama olur mu? Sen benim karımı hangi cüretle tehdit edersin ve eceline mi susadın, ona nasıl dokunursun?"

"Gazetelerde daha yakışıklı çıkmışsın, tanıyamadım. Demek Burak Özcanlar sensin."

"Yok, ben ecelinim. Nasıl dokunursun dedim? Duygu benim karım. Pis ellerin artık umrunda değil galiba, kırılmasını dert etmediğine göre."

Yerdeki adamlarından destek gelemeyeceğini anladığı anda onun huyuna gitmeye karar verdi Hikmet. Yüz otuz kilo adamı tuttuğu gibi kapıya çarpan biri ellerini de kırardı yüksek olasılıkla.

"Tamam, affedersin. Beni bırak konuşalım."

"Duygu'nun sana borcu mu var? Ne konuşayım ki ben seninle?"

"Borcum falan yok ona."

"Duygu sen arabaya bin."

Burak'ın ses tonu arabaya binmesinden çok itiraz etmemesini buyuruyordu adeta. Ona bakmadan, sesini duyduğunda beklemeden konuşmuştu Burak. Duygu kendi arabasına giderken adam bu kez döndü ona.

"Benim arabama bin Duygu." Duygu arabaya bindiğinde devam etti Burak. "Şimdi, armut efendi ne diye karımdan para istiyorsun?"

Hırsızlık konusunu gündeme getirse mi emin olamadı. Eğer haberi varsa ters teper, Duygu'yu köşeye sıkıştırma ihtimali kalmazdı. Haberi yoksa bu kez de söylemediği için pişman olurdu. Borç falan yoktu elbette; ama çıkılmayan işler gelirini azaltmıştı iki aydır. Karım diye hitap etmesi hiç iyi değildi yalnız. Gerçek bir evlilik mi yapmışlardı da Cihan onu keklemişti, yoksa sonradan Duygu bu herife aşık olduğu için mi Cihan ülkeyi terk etmişti? Ayaküstü beyin fırtınası yapacak kadar zeki değildi.

"Hikmet abisine bir el atsın demiştim. Malum şehrin en zenginlerinden biri kocası oldu. Yıllarca ben baktım ona. Biraz vefa hak etmiyor muyum?"

Yıllarca sen mi baktın?

Duygu'ya dedesinin evinde nerelerde yaşadıysan artık diyerek hareket ettiği an belirdi zihninde. Sadece ağrısı için ilaç arıyordu halbuki. Bu adamlarla bir arada mı yaşamıştı yani? Sabahın köründe Duygu'nun geldiğini haber aldığına göre herhangi bir yerde, hiç olmadık zamanda yine karşısına çıkıp onu tedirgin edebilirdi bu iğrenç adam. Kesin çözüm şarttı.

"Yarın galeriye gel. Yerini bildiğine şüphem yok. Sana vereceğim paradan sonra Duygu diye birisinin varlığını unutacaksın. Ha, parayı alır bir güzel yersin, yemesi uzun sürdüğü halde bitirirsin, tekrar ona yüzünü gösterdiğin an daha fazla parayı gırtlağından kendi ellerimle gönderirim midene. Seni paraya boğarım anladın mı beni?"

Hikmet ne vereceği parayı sorabilirdi, ne tekrar Burak'ı karşısına alabilirdi. Dediğini yapacağı, sözcükleri bir araya getirişinden belliydi. Evet, parayı çok severdi; ama canından çok değildi bu sevgi. İki adam getirmişti yanında, Burak gelmese Duygu'dan bile dayak yiyebileceklerini düşündü. Gerçek bir koruma tutmalıydı belki de. Yarın vereceği paraya razı gelmekten başka çıkış yolu bulamadı. Başını salladı.

Burak zaten demir kapıya yasladığı adamı bir kez daha çarptı oraya. Sözü bitmemişti.

"Eğer Duygu'yu şikayet etmek için polise gitmek gibi bir ahmaklık yaparsan, ailemden birinin kulağına su kaçırma girişiminde bulunursan Cihan'a senin canını alması için yardım etmekten geri durmam. Ne adım ne soyadım engel olur buna."

Bu manyak aşık olmuş bizim vahşi kediye. Kedinin haberi var mı ki? Cihan'ın haberi var mı ki?

"Anladım. Yarın sabah galerideyim. Anlaşacağımıza eminim ben. Canım kıymetlidir."

Burak döndüğü gibi, yerden kalkmış olan iki adam Hikmet'in o görmezken yaptığı uyarısıyla kenarda beklemeye başlamışlardı. İkisini tekrar adamın üstüne salarsa iyice kullanılmaz hale gelmelerinden korktu.

Hızla arabaya binip gaza basan Burak asfaltta tiz sesler çıkararak sokaktan çıktığında Duygu'ya tek kelime etmedi. Edeceği o tek kelime küfürün n'inci kuvveti kadar değerli olacaktı çünkü. Taktığı peruk ne alakaydı, bu eve niye gelmişti, Hikmet o gelmeden canını daha fazla yakmış mıydı sormak istiyor; ama kudurmaktan soramıyordu. Duygu da ondan farklı değildi. Kuduran tarafta değildi tabii; ancak Burak'ın fırtınasına hazır da değildi. Çok kızacaktı. Konuşmaması bile fırtına öncesi sessizlikti, emindi Duygu.

Alışkanlıkla başındaki güneşliği indirdi ve peruğunu kontrol etti. Makyaj yapmamıştı elbette, saçlarını iyice içine tıkıştırırken ani frenle öne savruldu. Elleriyle konsola tutunmasa emniyet kemeri bile çare olmayacaktı sanki.

"SEN BENİMLE ALAY MI EDİYORSUN? SEN BENİ DELİRTMEK İÇİN MAHSUS MU YAPIYORSUN HER HAREKETİNİ DUYGU?"

Yerinde sinen Duygu ne yaptığını ancak idrak edebilmişken Burak'a verecek tek cevabı hayırdı. Mahsus yapmıyordu; ama içinden bir ses Burak'ın beklediği cevabın bu olmadığını, sükutun altın olduğunu fısır fısır tekrarlıyordu.

"Cevap ver bana Duygu. Karga bokunu yemeden daha sen, hangi siktiri boktan düşünceyle geldin buraya? Hikmet seni yalnız yakalamasın diye o eve gitme demedim mi sana?"

"Dedin."

Dedin diyor bir de. Allah'ım aklıma mukayyet olmayacaksan haber ver, lütfen, başımın çaresine bakayım.

"NİYE GELDİN O ZAMAN?"

"Saçlarımı makasla biçme diye."

"Ne saçmalıyorsun sen ya?"

Duygu dün geceki tehtidi duyduğunu, ilk gördüğünde olduğu gibi kısa kızıl perukla kahvaltıya oturacağını, onun dediğini dinlediği için mutlu olabileceğini anlattı. Asıl amacının, tamamen onu sinirden kudurtmak, tehtidi için onu pişman etmek ve kışkırtmak için eve gelmesi olduğunu özellikle es geçmeyi başardı.

Şaşkınlıktan ağzı açılan Burak bir yerlerde kızması gerektiğinin farkındaydı; ama öyle masum, inandırıcı ve saf anlatıyordu ki, kendisinin saf yerine konulduğunu bilmesine rağmen saf olmaya razı geldi. Kırmızı ışıkta Burak görmüştü onu ilk kez. Duygu görmemişti ya da hatırlamıyordu. Aksi gibi itiraz da edemiyordu, çünkü kendi direktifini resmen yerine getirmişti kadın.

"Çıkar şu peruğu kafandan."

Tekrar hareket ettiğinde Burak aşırı sakindi. Gülmemek için çabalaması gerekti. Duygu özgürce hareket edip çılgınca davranırken Burak öfkeden küplere binip binip iniyordu. Yine de şikayet etmek aklına gelmiyordu. Tek öfkesi o şişko herifeydi şimdi.

"Hikmet sana bir şey yaptı mı? Canını yaktı mı?"

"Hayır. Eskisi gibi canımı yakamaz artık. Cihan izin vermez. Benim ona borcum yok Burak. Zaten yeterince para kaptırdık ona. Ne dedin de gitmeme izin verdi."

Eskisi gibi mi?

"Ondan izin istemedim Duygu. Böyle bir şeyi tekrar yaşamayacaksın, rahat ol."

"Ona para vereceğini mi söyledin? Sakın verme. Bir daha ister. Ondan arınamazsın. Yüzsüzdür."

"Para falan vermeyeceğim. Paradan daha çok canını seviyor. Cihan seni öldürür dedim."

Duygu güldü. Rahatladı. O gülünce Burak da güldü. Nasıl bir kadın, sırf onu ifrit etmek için ondan çok önce uyanıp, karşı yakaya, evine giderek kızıl peruk için uğraşırdı ki? Duygu buydu. Hayatına renk gelmesine alışmalıydı belki de. Renk ve heyecan. Ve sevinç. Ve hızlı kalp atışları. En çok da buna alışmalıydı. Onu göremediği an kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu. Hoş gördüğünde de aynısı oluyordu. Onu sinir ediyordu; ama yaşadığını böyle hissetmek tarifsiz bir duygu denizine sürüklüyordu onu.

"Biliyor musun, tanışma hikayemiz farklı olsaydı sanki bizden bir şey olurmuş gibi..."

"Nasıl? Bir şey?"

"Ne bileyim, beni kurtarmaya geldin resmen. Arkadaş, dost gibi bir şey sanırım. Teşekkür ederim."

Arkadaş, dost gibi...

"Aynı aptallığı bir daha yapma sakın. Konum paylaşmamış olsaydın, odana bakmadan işe geçecektim."

"İyi de sana kahvaltı hazırlamadığım için bile başımın belada olduğunu anlaman gerekirdi. Kahvaltı etmeyi sevdiğimi kaç defa söylemeliyim?"

Allah'ım aklım diyorum. Akıl önemli. Yetişemiyorum bu kadına.

"Araba orada kaldı. Hikmet'in adamları sırf intikam için aracı çalmışlardır şimdiye kadar. Ne düşüncesizsin. Tutturdun benim arabama bin diye."

Bu kabak hep mi Burak'ın başında patlardı? Bu adam hep mi haksız olurdu? Bu kadının hep mi özkütlesi ondan düşük çıkardı? Ne dese altta kalıyordu, canı çıkıyordu. Baş etmek ne zordu Duygu'yla. Zoru sevenler derneğinin başkanı olduğu için göbek atacaktı arabanın içinde neredeyse, yeri dardı. Duygu'yla bir şey olurlardı, olmalıydılar.

"Aldırırım ben, düşünme bunu. Bir şey yapamazlar."

Onu eve bırakıp galeride işlerini halleden Burak, yarın Hikmet'e vereceği miktar için bankaya haber verdi. Nakit parayı bir torbaya koyup hazırlamalarını istedi. Sabah ilk iş bankadan parayı alabileceği şekilde sözleştiler. Konser öncesi Duygu aç olurdu kesin. Bir restoranda yer ayırttı ve ne yiyeceklerini önceden sipariş verdi. Galiba onun için seçmeyi başardığı ilk şey olabilirdi bu.

Duygu geldiğinde doğruca restorana geçtiler ve iki dakika içinde yemekleri önlerine geldi. Menü beklerken hazır yemekle karşılaşan kadın Burak'a soran gözlerle baktığında tepkisini merak eden adam zaten onu izliyordu.

"Vay, Duygu bunu beğendi. Benim için seçim yaptın demek, cesursun."

"Ye bakalım, beğenecek misin?"

Aldığı ilk lokmayı ağzında kursta öğrendiklerini de uygulayarak uzun süre tuttu Duygu. Yemeğin tadını özümsedi. Gözlerini kapattı. O zaman daha bir aldı tadını. Güzel seçimdi doğrusu. Lokması bitince yaladığı dudaklara takılı kalan Burak lanet etti kendine. Ne siparişi vermişti böyle? Gerçi ne fark ederdi ki? Basit bir elmayı bile böyle yiyordu Duygu.

"Sen böyle her lokmayı yarım saatte yersen, bir ay sonraki konsere anca yetişiriz."

Herkesin içinde ona dil çıkaran Duygu adamı kızdırmaktan çok uzaktı. Havadan, sudan, Eylem'le yarın akşamki yemek için seçtikleri elbiseden bahsederek yemeklerini yediler ve konser alanına geçtiler. Duygu'nun ne giydiğine o an dikkat eden Burak belki ortama ondan daha uygundu; ama ona uygun olmayı tercih ederdi. Öyle içten bir havası vardı ki, altındaki kot şort olası geliyordu adamın. Çırpı bacaklar o kadar da çırpı değil miydi ne?

Kafasını hızla silkelerken binanın girişine evde sergilediği zıplayışla geçmeyi seçen kadını engellemek aklının ucundan geçmiyordu. Ona bakan herkese göre delilik belirtisi olabilecek hareketler, Burak'a göre Duyguluk hareketlerdi. Yakışıyordu ona. Konseri kıpırtısız belki nefes almadan izlemesi yaptığı her şeyin ona yakıştığından başka bir şey düşündürmüyordu Burak'a. Başka şeyler düşünmekten utanmak çok uzaktan el sallıyordu ona.

Bir şey... O bir şey ne olabilir?

Tarzı olmayan konser bittiğinde yerinden ilk fırlayan ve avuçları patlayana kadar onları ayakta alkışlayan bir Duygu ise sabrının sınırlarını zorluyordu. Doğallıktan ölecekti. Özgürlük her bir yapıtaşına özel olarak tasarlanmıştı sanki. Tam üstüne göreydi. Ayağa kalkmayan tek kişi olduğunu da Duygu'nun ona tek kaşı havada bakışını yakaladığı an kavradı.

"Sanata hiç saygın yok." diyerek onu geride bırakarak salondan çıkan kadına bakakaldı. Yerinden fırlamayı akıl ettiğinde Duygu çoktan arabanın başına gelmişti.

"Alkışladım ben de, vallahi."

"Oturarak alkışlanmaz."

"Allah Allah, sebep?"

"Kusursuz çaldılar çünkü."

"Peki ya ben yürüme engelli biri olarak bu konseri izleseydim? Yine ayağa kalkmamı bekleyecek miydin?"

"Sen yürüme engelli değilsin Burak. Farazi bir olay örüntüsünden bahsetmem yersiz."

"Belki karısının zorla onu sevmediği bir konsere getirdiği zavallı bir adamım ve bana eziyet gibi geldi, olamaz mı?"

"Bana biletleri teklif eden sendin. Eylem'le git deseydin o zaman. Bu teorin de çürüdüğüne göre evimize gidelim mi artık?"

Karı koca diye bizi mi anladın sen?

Diyecek söz bulamamayı alışkanlık haline getirmesi hiç mantıklı değildi. Her zaman hazırcevap olan bir adam olmaya dayanıklı bedeni Duygu'yla hasar alıyordu sanki. Nasıl bir hasar sistemine iyi gelirdi peki? Veremediği her cevapla bir organı kanseri yenip ikinci bir şansa merhaba diyordu adeta. Üstüne laf koyamadan evlerine sürdü. Sabahki Hikmet meselesi ve akşamki yemek organizasyonu için kafasını toplamalıydı.

Burak'a göre sorunsuz geçen alacak verecek davası sonrası çalışırken daha çabuk geçen zamanla yemek saati gelip çatmıştı. Eve hazırlanmak için gittiğinde Duygu'yu beklemeyecek olması şanstı. Eylem gelmiş, onu mükemmel yapmıştı. Duygu mükemmeldi de Eylem bir halt yapmamış demekten daha risksizdi bu düşünce.

Tam kapıdan çıkacakken eline kendini vurması için tek kurşunlu tabanca vermeyi ihmal etmemişti Eylemko. İyi ki Duygu arabaya binmişti. Duysa kim bilir Burak'ın sapık Eylem'e neler anlattığını düşünürdü. Topa tutardı onu.

"Hadi yine iyisin, Duygu'nun adeti bugün bitmiş. Dört gün falanmış zaten. Ağzını yokladım hazırlarken."

"Kendi ağzını da bir yoklasan ne iyi olur. Gel bu gece sevişiyoruz desem aramıza girmekten utanmayacaksın."

"O kadar da değil."

Tek kaşı havada sorgulayıcı bakışı karşısında sessizliğini koruyan Eylem tam da o kadar der gibiydi. Demedi, Burak duymadı en azından. Tövbe çekerek bindi arabaya. Yemeğin verileceği mekana geldiklerinde daha kapıda pek çok kişiyle tokalaşmak zorunda kalmaları Duygu için sıkıcı olmaya başladığında salona ilerledi genç kadın. Burak nasılsa masalarına oturduğunu düşünerek onun içeri girişini engellememiş olsa da yirmi dakikanın sonunda hafif müzik çalan, onlara ayrılan masada onu göremeyince sinirlenmemek için zor tuttu kendini. Önce onu bulamadığı tuvaletlere baktı. Hem yanından ayrılıyordu hem yerine geçmiyordu.

Dönüp sandalyesine oturmadan salonda göz gezdirirken tek bir alkışın takip ettiği artan şiddetteki alkışlara katıldı o da. Neyi alkışladığını bilemezdi, çünkü hala bulamadığı karısı için endişe çanları çalmaya başlamıştı. Tek bir tarafa yönelen bakışları takip ettiğinde piyanonun başından kalkıp kusursuz şekilde reverans yapan Duygu ona doğru kocaman gülümsemesiyle adım atmaya başladı. Salonda çalan hafif müzik Duygu'nun parmaklarından çıkan notalara aitti. Duygu piyano çalabiliyordu. Ondan rica ettiği şeyi kendisi için istemişti. Burak dibine kadar gelen kadını alkışlamayı bırakarak pistin ortasında belinden yakaladı ve yere kadar yatırdı düğün dansında öğrenip de unutmadığı figürle. Dudakları değdi değecek mesafede birbirlerine bir soluk kadar yakınlarken Burak ne düşüneceğini şaşırmıştı artık. Duygu her zamanki Duygu'ydu da Burak neden farklı görüyordu onu?

"Sana bir piyano borçluyum kıvırcık."

"Cihan gelip çalmasın sonra?"

"Çalan daha iyi birini tanıdım az önce. Tebrik ederim. Bana da çalar mısın?"

"Piyanom bir gelsin de, düşünürüm. Kaldır artık, belim koptu."

Yerlerine geçtiklerinde masadaki herkesle ahbap olan Duygu Burak'ı ortamlarda utandırmaktan açık ara uzaktı. Diğer galeri sahiplerinin eşli veya eşsiz herkesin hayran bakışlarına mazhar olmaktan başka bir şey yapmadı. Gece nihayet bitip arabaya geçtiler ve eve geldiler. Eve girecekleri sırada Burak kapının önünde durdurdu onu.

"Bu gece için çok teşekkür ederim. Duygu sen..."

Harikaydın. Mükemmeldin. Aşık olunacak kadar fevkaladeydin. Cihan şanslı adam.

"Duygu?"

Cümlesini tamamlayamadan birinin ona seslenmesiyle kasılan Duygu, Burak'ın seslenen kişiye bakmasına neden oldu. Yıllardır duymadığı ses öylesine tanıdıktı ki, aşırı derece tanışıklığın sahibi olabileceğine imkan vermesi mümkün değildi. Sese doğru döndü bu yüzden. Duyduğu sesin sahibi gördüğü kişi olmayacaktı, emindi.

Karşısında gördüğü, beklemediği kişi son kez gördüğü zamankinden daha farklı görünüyordu. Geçen yedi yıl kadar farklı, geçirilen yedi yıl kadar yaşlı, acısı dinmeyen yedi yıl önceki kadar can yakıcı.

"Abla?"


2 yorum:

  1. her zaman ki gibi yine çok güzel bir bölümdü. Hikmet ortalığı bayağı karıştıracak gibime geliyor.. Ablası da ortaya çıktı.. ablası mı Duygu'yu evden kovmuştu acaba yoksa yengesi falan mı diye sabah sabah deli kurgular içindeyim.. umarım bizi hemen aydınlatmak için bölümü kısa zamanda paylaşırsın.. sevgiler.. ellerine sağlık.. ����❤��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene sevindim. Her şey zamanla aydınlanır :))

      Sil