3 Haziran 2019 Pazartesi

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 21. BÖLÜM

Öğlen olduğunda hala uyanmayan Duygu'yu sırf sabaha karşı uyuduğu için rahatsız etmek istemese de Merve'den gelen ve cümbür cemaat onlara geleceklerini belirten mesajı iletmek zorundaydı ona. Saat zaten bire geliyordu ve kuzenlerinin akşam dedikleri saatin üç dört saat sonrasına denk gelmesi yeni bir haber değildi. Misafirler için ufak tefek hazırlıklar yapmak şarttı. Bir on dakika daha ellemeyecekti, sonra kalkması için aklında olan gürültülü müzik dinleme eylemini uygulamaya sokacaktı.

Kendisi de uyumakta zorluk çekmişti, yine de altı saat sonra dipçik gibi ayaktaydı işte. Dün gece Hülya'ya gitmiş; ama saatler süren bir sevişme yerine aynı süreli bir tartışmanın içinde bulmuştu kendisini. Eften püften diyemeyeceği, kendisinin de bir süre aklını meşgul etmiş konu, sevgilisi tarafından didiklenince küfürlerden küfür beğendirmişti Burak'a içinden. Düğünlerindeki öpüşme sahnesini unutamadığını daha net ifade edemezdi doğrusu.

"Sen yüzünü yıkamayı bilmiyor musun? Pespembe boya olmuş da hanımefendi kıpkırmızı yapmış da. Külahıma anlatsın, gelsin bekliyorum. Sürtük, şırfıntı, oros..."

"Hülya tamam. Yeter."

"Ne yeter be, ne yeter? Sen de istemem yan cebime koy. İşini bitir dedim sana, sikin kalkmadı, bir türlü giremedin içime."

"Düğündeydik Hülya. Sahte bile olsa kendi düğünümdü. Benim akrabalarım davetliydi. Gelen Duygu yerine başka biri olsaydı ne büyük olay çıkardı farkında değil misin sen?"

"Bu düğün başlı başına olay, sen kalkmış, buraya kadar zahmet etmişsin, iyi ki bilmem kaçıncı dayım yerine Duygu geldi de beni öptü diyerek göbek atacaksın sanki."

"Neden konuşup duruyoruz iki saattir bunu Hülya? Çoktan olmuş bitmiş bir mesele. Geri sarmak istesek sanki bir saniyesini sarabilecek miyiz?"

"Hani bu kadının sevgilisi vardı? Nasıl öpüyor seni? Benim yanımda üstelik. Adi şıllık. Sende gözü var, biliyorum ben."

Var sevgilisi, olmaz mı?

"Ne alakası var? Niye gözü olsun bende? Ben şu an buradayım, değil mi? Senin yanındayım tatlım. Sakinleş artık."

Burak buradaydı; ama geçen iki saatin ardından geçecek saat sayısından bağımsız olarak gecenin yatakta bitmeyeceği açıktı. Ne heves ne istek kalmıştı. Geldiğinden beri tek konuları Duygu ve kırmızı rujdu. Gündeminin Duygu olmasını istese orada ne işi vardı zaten? Onun ve iki kedisinin yanından kaçıp gelmişti buraya ve o anda Hülya'dan uzaklaşmanın yollarını aramaya başlamıştı.

Seri hareketlerle kahvaltı hazırlamaya başlamışken bir de gecenin devamını tekrar yaşadı. Duygu uykudan ölmüş vaziyette uyumamak için direnmişti. Telefonu vardı halbuki; ama o samimiyette olduklarını düşünmemiş olacak ki eve gelmesi için bir talebi olmamıştı. Anlaşmanın şartlarını, üstüne düşen her neyse yapacağını söylerken ciddi olduğunu kesin şekilde Burak'ın gözüne sokmuş oldu böylece. Onun hiçbir işine karışmayacaktı ve karışmıyordu. Fakat bu da ciddi bir konuydu, yalnızlıktan korkuyor, uyuyamıyordu. Bunun şartlarla ne alakası vardı yani? Hastalık gibi bir durumdu neticede. Araması lazımdı.

"Günaydın, gerçi tünaydın artık. Ben çayı koyayım."

Hah, geldi yürüyen Venüs gamzeleri.

Gecenin finali kaldığı yerden oynamaya devam etti gözünün önünde, çok lazımmış gibi. Sırtına giden o el, açılan tişört, düşük bel şort derken yatağa yattığında, Hülya ile tartışmasını unutmuş, gözünün önündeki çukurlar gitsin diye kollarını savurmuştu görüntülerin önünde en az iki saat. Sanki hala dün gecenin devamında kalmış gibi eli yine sırtındaydı Duygu'nun.

"Niye uyandırmadın beni? Amma da uyumuşum, saat bir olmuş neredeyse. Sen ne zaman uyand..."

"Duygu kaşıyıp durma şu sırtını bitli gibi."

Sabah sabah bismillah. Solundan mı kalkmış bu?

Azarlanmalara aldırış etmeyecekti. Ona hırsız demediği sürece sineye çekmeye ant içmişti. Uyanır uyanmaz ilk iş kedilerine bakmış olsa da, bu evde sınırlı sürede kalacakları dün gece itibariyle kesinleşmiş gibiydi. Burak'ı ilaç kullanmaya ikna edemediği sürece kedilerini Cihan'a gittikçe görebilecekti. Bunu tatlı dille az sonra yapacağı konuşmanın içine yedirmeyi düşünmek varken onun azarları vız gelir tırıs giderdi.

"Bahçede yiyelim mi?"

"Bebeklerin odanda mı kalacak?"

"Mecburen."

"Olur yiyelim. Ben bunları götürürüm. Fırından bir şey istiyor musun? Gazete almaya gideceğim. Uğrarım oraya da."

"Aslında simit ve hani şu içi boş minik minik yuvarlak poğaçamsı şeylerden alsan süper olur. Gittiğin fırında var mıdır? Ortasını açıp ben zevkime göre doldururum. Ya da sen seç en iyisi. En az altı yedi tane al ama onlardan. Çok seviyorum ben onları."

Minik poğaçamsı... Neyi seçiyorum da seçemiyorum yine ben acaba?

Duygu çayı demleyip Burak gelsin diye beklerken gündüzleri Cihan'da olacağının haberini tasarlıyordu kafasında. Bu haberi vermenin bin bir yolundan biri bile aklına gelmedi. Burak geldi istedikleriyle birlikte. On tane almıştı. Çok sevindi. Kahvaltıya öylesine dalmıştı ki, asıl konu Burak tarafından açılınca kızdı kendine. Bu ne boşboğazlık, açgözlülüktü. Sanki kıtlıktan çıkmış gibi yerken kedileri bile geri plana atmıştı. Dün geceki açlığı sabah kahvaltısında doruğa ulaşmıştı.

"Kediler kalabilir. Senin odanda olması şartıyla."

"Onlar kalırsa sen gelemeyeceksin. Ben onları Cihan'a bırakırım. Cihan'da tam teşekküllü kalana dek geceleri idare eder o. Sever kedileri."

Cihan zaten çok Duygusever bir arkadaşımız maşallah, Duygu ne severse onları sever elbet.

"Ben de evde olacağım. İşler yoğun bu aralar. Eve iş getirmek zorundayım. Kedileri taşıma iki günde bir."

"Tamam, bugün bir işimiz var mı?"

"Var. Akşam Merveler gelecek. Sabah mesaj atmış."

"Nereye gelecekmiş? Kaç kişiler?"

"Bize, yeni evli çift ziyaretine.. Türkiye'de olan kuzenler ve eşleri olur. On beş yirmi kişi sanırım."

"Yemeğe mi?"

Yemek olmasın, yemek olmasın. Çay olsun.

"Çaya."

Oh! Çay olur.

"Bu arada benim galeride biraz işim var. Dosyaları da toparlayıp üç dört saat içinde gelirim."

Kahvaltı bitince biraz gazete okuyup Burak çıktığında Duygu üst kat hariç evin içini temizlemeye başladı. Kolay oldu, çünkü ev temizdi. Bir saat içinde dışarı çıkmış, etrafı keşfe başlamıştı. Evliliklerinden beri geçen on günde doğru dürüst evde olamamışlardı gündüzleri. Burak'ın poğaçaları aldığını tahmin ettiği fırına gelince içeri girmeden edemedi. Kendisi akşam için bir şeyler hazırlamak istese de riske giremezdi, çeşit çeşit tatlı tuzlu atıştırmalıklar aldı bu yüzden. Çayın yanında iyi giderdi.

Burak'ın evi, yeşillikler ve çevre düzenlemesi iyi yapıldığı belli olan rengarenk çiçekler içindeydi. Kendi bahçesi ayrı ilgilenilmiş, etrafı ayrı bakılmıştı. Kaliteli, insana yakışır şekilde, herkesin hak ettiği yaşamı belli kesimlere reva gören sisteme ana avrat düz gitti. Şansını uzatılan bir ele borçlu olmak yerine ailesiyle böyle bir yerde olmayı kim istemezdi ki? Gerçi Duygu'nun durumunda bir ailesi olsaydı, böyle yerde yaşamak kusur kalsaydı.

"Çok şükür yine de. O eli uzatan Cihan olmaya da bilirdi."

Aldıklarını iki saatin sonunda geze geze geldiği eve bırakınca saat dörde gelmişti bile. Birazdan karnı acıkırdı. Buzdolabını açtı. Yemek yapacak pek çok malzeme içinden tavuk dikkatini çekti. Canı da çekince çıkardı. Zavallı tavuk boşa gitmesin diye görüntülü videoları defalarca izleyerek en sonunda damak tadına yakın olanın hazırlıklarına başladı. Burak evde yemek yapıyor gibi görünüyordu. Envai çeşit kavanozun içi türlü bitkiler baharatlarla doluydu. Tarifte geçen toz zerdeçalı renginden tanıdı mesela. Biberiyeyi de görüntüsünden benzetti. İzlediklerine göre yaptığı yemeğin hazır olduğunu haber veren fırının başına gittiğinde nar gibi kızarmış bir tavukla bakışmaya başladı.

"Demek ki yemek yapamayan kadın yokmuş, içine konulan baharatlar eksikmiş. Yoksa ben de bilirim nefis yemek yapmayı. Yaptım da."

Cihan'a bir dahaki gidişinde markete uğraması şart olmuştu. Tuz ve karabiber yeterli gelmiyormuş işte, öğrenmiş oldu. Yiyeceği kadar tavuğu tabağına alınca, belki Burak da yemek ister diye kalanı fırında bıraktı. Yaptığı salatayı soslayınca geriye sadece midesinin bayram etmesi kalmıştı, çünkü bu kadar güzel kokan bir yemeğin tadının kötü olması mümkün değildi. Yemek hazırlıkları, salataydı, yemeğin pişmesini beklemekti derken saat altı olmuştu ve yemeğe başlamadan önce fırından aldıklarını yerleştirdiği tabaklara göz atınca kendisiyle gurur duydu.

"Yine unutulmuş çatal ve bıçağın icadı."

Yemeğini yemeye öylesine dalmıştı ki, Burak anksiyete bozukluğu gibi kalp çarpıntısı yaptı Duygu'da. Gereksiz adam gelip yemek keyfinin içine limon sıkmıştı yine. Gözlerini deviren Duygu sakin kalmaya çalışarak konuşmaya gayret etti. Anlaşılan Burak'a yine ondan görünmüşlerdi.

"Tavuğu elle yediğimde daha lezzetti geliyor bana. Tavsiye ederim."

"Daha lezzetli gelmesi için değil görgü kurallarına uymak için çaba harca."

"Evde yalnızken de mi?"

"Doğru davranışı ne kadar sık tekrar edersen pekişir bu durum ve alışkanlık haline gelir. Böylece ben de aynı yemeği kalabalık bir ortamda yediğimizde masanın ortasında yer alan zavallı tavuğa ellerinle mi saldıracaksın acaba diye tedirgin olmak zorunda kalmam."

Elinden bıraktı bir iki ısırık aldığı tavuğu. O bir iki ısırıkta bile gözlerini kapatarak yemişti. Yapabildiği ve yaptığında yiyebildiği ilk yemeğin daha başında iştahı kaçtı, yakalayabilene aşk olsun. Karnı ne kadar açtı oysa, doymadan kalktı.

"Nereye böyle? Otur bitir yemeğini."

"Doymuştum zaten. Sana afiyet olsun."

Yanından geçip gidemedi yine. Üst kolunu tutan Burak sandalyeye oturttu kadını canını yakarak.

"Birlikte yiyeceğiz. Çatal ve bıçak kullanacağız."

"Elime bir çatal ve bir bıçak alırsam onu tavukta kullanmayacağımdan emin olabilirsin. Israr etme istersen, zararlı çıkarsın."

"Senin bu dilini kesmem gerek benim önce. Ne o beni mi bıçaklayacaksın? Sevgilin vursun, sen bıçakla. Otur dedim Duygu."

Tekrar kalkmaya yeltenen Duygu bu sözlerle yerinde sindi. Kendine fırından tavuk alan Burak ikisine de içecek doldurdu. Yemeğe başladığında, ağzına aldığı ilk lokmayla birlikte, işte yaşadığı tüm gerginliğin ve biraz sonra gelecek kuzenlerle olası muhtemel sorunların endişenin geçtiğini hissetti. Cihan'ı bu yemeklerle besliyordu ve yediği için dua mı ediyordu? Bir de ona güzel yemek yapamadığını, onun yemeyeceğini söylemişti. Belki de ondan yemek yapmasını istemesin diye başvurmuştu böyle bir yalana. Takmadı. Eve geldiğinde annesinin yemek kokularıyla doldurduğu evi anımsamıştı uzun zaman sonra ilk kez. Keyfini çıkaracaktı.

Bir an yemeği yapana baktı. O da Burak'ı izliyordu demin onun sıktığı kolunu tutarak. Dikkat çekmek ya da can acısını onun gözüne sokmak için yapmadığı açıktı. Durgunlaşmıştı yine. Az önce bir süre kapıda izlediği, yemekten zevk alan kadını kendi elleriyle göndermişti hiç bilmediği bir diyara. Üzüldü.

"Niye yemiyorsun?"

"Doydum demiştim."

"Yapma Duygu, bu kadar şeyle doymadığını ikimiz de biliyoruz. Özür dilerim. Bir evcilik oyununda eve gelecek misafirler alışkını olduğum hayattan çok farklı. Sen endişelenmiyor musun?"

"Kolunu sıkmadığıma göre, pek endişeli değilim galiba, ne dersin?"

Ah kıvırcık ya, bana neler yaptırıyorsun? Ben neler yapıyorum?

"Seninle yaşamayı bilmiyorum Duygu. Öğrenmek istediğimden de emin değilim; yaptıklarımın çoğu bunu yapmaya mecburiyetime olan öfkeden. Anla beni."

Anlıyordu Duygu. Çok değil, saatler önce etrafı gezerken aynı çaresiz öfkeyi hissetmişti o da. Dünyanın adaletsizliği, yeryüzünde minicik, değersiz bir ruha ev sahipliği yapan Duygu Çetin'in haksız çaresizliğinden daha önemliydi ona göre. O da bilirdi çiçekleri yolmayı, lüks evlerin ve arabaların camlarını taşlamayı, onu üç gün, üç gece sokakta ölüme terk eden insanları bulup hesap sorduktan sonra karınlarını deşmeyi; ama gel gör ki, başkalarından çıkarılan öfkenin ne bu düzene, ne kötü insanları iyiye yönlendirmede bir etkisi olabilirdi. Burak hayatın ona sunduğu artı değerlere rağmen öfkesini ondan çıkaracak kadar basit bir kişilikti sadece.

"Bana evlenme teklifi eden sensin. Sana bunun için yalvarmadım. Hatta yalvardığım çok başka şeyler oldu ve sen bunun sonuçlarını düşünmek için biraz geç kalmadın mı?"

Kalmıştı. Hem ne geç kalmak... Attığı her adımı babasından öğrendiği gibi en az iki kez düşünen Burak o gün o adımı belki de bir kere bile düşünemeden atmıştı. Geriye alınamazdı, atsa atılmaz satsa satılamazdı. Kendinden başkasını,  ona göre, hayatındaki yaşayan en değerli insan olan dedesini sevindirmek için o adımdan sonra maraton koşmuştu adeta. Duygu endişenlenmesini gerektirecek davranışlar sergilemese de bunun beklentisi yoruyordu onu.

"Bunu mu işiteceğim sürekli senden? Yalvardığın şey için benimle evlendiğini ne çabuk unuttun?"

"Unutmadım Burak. Yalvardığın şey dediğin Cihan oluyor ve bir daha benim iznim olmadan bana değen nefesin bile olsa, o nefesi kesmesi için tereddüt etmeden ararım onu. Kölen değilim senin. Karşılıklı çıkarlarımız var ve ben sana istemediğin şekilde davranmıyorum. Canını yakmaya teşebbüsü bırak böyle bir saygısızlığı aklımdan bile geçirmiyorum."

Seni babama söylerim diyen beş yaşındaki çocuk gibi yani... Cihan'a koşacaksın.

"Bir daha düşün istersen. Alerjiden ölmediğim için şanslısın. Öldüğümde mi canımı yaktığına emin olacaksın?"

"Yine abartıyorsun, ilacını içsen ölmeyi bırak hapşırmazsın bile zahmet edip ve daha bu öğlen onları götürebileceğimi söyledim. İzin vermedin. Tutarsızlıklarını kolum morarak ödemek zorunda değil."

Gözü kadının artık tutmadığı koluna kayan Burak, morarma konusunda onun haklı olduğunu kavradı. Esmer tenine rağmen belli oluyordu. O denli sıktığını fark etmemişti ki, sıkması yanlıştı en başta. Gün içinde beklediği otomobil gelmemiş, sattığı kişi arayıp onu işini savsaklamakla suçlamış, sakin kalarak o zengin piçini cevaplamasının ceremesini Duygu çekmişti. Onunla iş yapmayıp siktirip olup gitmesini söylemeliydi halbuki.

"Affedersin Duygu. Bir daha böyle bir şey asla olmayacak. Söz veriyorum. Gergindim, sana patladım."

Hele bir olsun. Hıyar kere küfür. Sıktı, morarttı kolumu, Cihan görmeden dua et geçsin izi.

Onun yaptığı yemeği yerken kadında olmayan hataları araştırmanın o anda kimseye faydası yoktu. Yemek yapmasaydı bile hakkı yoktu onu itip kakmaya. Üstelik elle tavuk yemeği o da çok severdi, dudaklarından akan sosları yalaya yalaya ve Duygu'ya ettiği laftan sonra saçma sapan, bıçakla kesiyordu güzelim tavuğu.

Yemek faslı bitince Duygu ortalığı toplamış, çayı koymuştu. Koltuğa kendini bırakamadan kapı çaldı. Çaldığı gibi de ışığı gören içeri girdi. Düğünde oynarken bu kadar kalabalık olduklarını fark etmemişti. Sanki hepsi birbirine benziyordu orada yapılı saç ve makyajlarla. Şimdi gelenlerden tanıdığı tek isim Merve'ydi. Yani hiçbirinin adını unuttuğu falan yoktu tabii; ama karşılıklı göbek atarken iletişimleri yetersiz kalmıştı sadece.

Merve'nin yanında sürekli gözünün içine bakan da sevgilisi olsa gerekti. Duygu düğüne yalnız geldiğini hatırlıyordu. Burak ikisini görünce biraz bozulsa da çabuk toparladı ve ortamın enerjisi tüm geceye yayıldı. Duygu eğlenmeye başladı. Evin değişik yerlerine dağılmış insanları ne kadar özlediğini fark etti. Mutlu oldu onlara ikramda bulunduğu için. Muhabbet samimileştikçe bazı art niyetlileri görmezden gelmek kolay oluyordu. Mesela evin tozunu merak eden bir yengeyi Merve yolundan çevirdi, mutfak dağınık mı diye Duygu'nun peşinden gelen kadın avucunu yaladı. Bunlarla bile neşe buldu Duygu.

Kuzenler sırayla soru sormaya başladıklarında Duygu çoktan kendini yıllardır onların arasındaymış gibi hissetmeye başlamıştı.

"Ee Duygu sen çalışmayı düşünmüyor musun?"

"Aslında yüksek lisans hayalim var, bakalım zaman ne gösterecek; ama çalışmak isterim tabii."

"Evet, hemşirelik güzel meslek olsa gerek, ben işletme okudum; ama kira getirisi kadar iyi değil çalıştığım işteki maaşım. Bırakırım yakında."

"Çalışmadan hazır para ile mi yaşamayı düşünüyorsun yani? İlginçmiş. Gençsin daha, maddi yönden seni tatmin etmesi önemli; ama seveceğin bir işi yapmak kadar haz vermez hiçbir gelir."

Geçen dört beş saatin ardından Duygu'nun bu sözleri herkesi sessizliğe gömdü. Sebebini anlamayan Duygu Burak'a döndü yavaşça. Burak ise, ondan bu çıkışı beklemiyordu. Duygu bunun bir çıkış olduğundan bihaber suçluluk duymaya başlayacakken Burak onu kollarının arasına almak istiyordu. Sarılmak, saçlarını okşamak... Eğer gerçekten evli olsalardı şu an oturduğu kanepeye yatırıp öperdi bile.

Devamını düşünme Burak, hıyar mısın sen? Kızın kocası olsan da sevdiği başka biri var. Ayıp.

Kendi fikirlerinin söze dökülmüş halini dayısının oğluna bu kadar ayan beyan, yalansız, çıkarsız iletemezdi Burak. Kuzenleriyle mevcut zenginliğin getirisi olarak bu konuları konuşamazdı. İşi aymazlığa vurup kendisinin enayi gibi çalıştığını bir kısmı söylese de Burak aynı fikirde değildi onlarla. Olamazdı. Çalışmayı seviyordu. Duygu'nun da seveceğinden emindi. Bu yüzden hayran kaldı kadına. Düşünüp bir karara vararak çıkmamıştı kelimeler ağzından. Bu diyalog, zaten hayat görüşünün bu şekilde olduğunun en bariz, en yalın dışa vurumuydu.

Yanlış bir şey yaptığını ve Burak'ın onlar gittikten sonra canını yakmazdı söz vermişti; ama sinirleneceğini düşünerek çay tazeleme bahanesiyle mutfağa sığındı. Çalışmadan hazıra konan insan türüne her zaman gıcık olurdu ve pat diye konusu açılınca sadece düşüncelerini, sorulan soruya göre dile getirmişti. Kendisi şimdiye kadar hırsız olarak kariyer edinmişti belki; ama o bile hazıra konmuyordu. Soygundan önce pek çok hazırlık gerekiyordu. Cihan'la günlerce uykusuz kalıyordu yeri geldiğinde, mesai harcıyordu. Hemşirelik yapacağı günler için takvim eritirken bir kendini bilmez çıkıp da alın terini küçümsediğinde nasıl cevapsız bıraksındı onu yani?

"Duygu misafirlerimiz kalkıyor."

Benim yüzümden mi?

Kapıya gidip vedalaştıklarında Burak Merve ile ön tarafta biraz konuşacaklarını belirtti. Duygu hazır o çıkmışken on dakika dolaşsınlar diye kedileri çıkardı bahçeye. Tüm gün akıl edememişti Burak yokken. Temiz havaya ihtiyaçları vardı. Boşları toparlayıp makineye yerleştirdi ve kanepe, beş dakika uzanmak için onu davet edince karşı koyamadı. Gözlerini dinlendirse yeterdi.

Merve'nin Atilla ile gelmesiyle tekrar nişan, düğün meselesini gündeme taşıyan Burak, onun oyuna devam edip etmediğini merak etmişti.

"Kızım Atilla ne ayak yine?"

"Şans vereceğim ikimize. O kötü biri değil."

"Yeterince iyi biri de değil Merve. Sana göre hiç değil. Patlarsın sen onunla iki günde."

"Ben de öyle düşünmüştüm, ama değişmiş inan. Geliştirmiş kendini, geliştirmeye de devam ediyor. İyi bir şirkette takım lideri olmuş. Maaşı iyi. Bana sürprizler yapıyor ve ben gerçekten beni sevdiğine inanıyorum."

"Sen seviyor musun? Asıl önemli olan bu."

"Sevebilirim. Alışmaya başladım."

Alışmak mı?

"Doğru bildiğin yanlışlar sık tekrarlanınca alışkanlık olur, bilmiyor musun sen? Cahil misin? O aptal Bora gibi hazırcı olmadığı ne malum? Evlendikten sonra senin zenginliğini kullanmayacağından nasıl emin olabilirsin ki?"

"Duygu peki? Sen nasıl eminsin ondan? Sahte olduğunu söyledin en baştan. Üstelik ben sevebileceğimi söylüyorum. Gerçek olmasını istiyorum. Bu durumda da tek gerçek evliliği ben yapmış olacağım, dikkatini çekerim."

"Duygu başka, onu karıştırma sakın. Bora'nın ağzına lafı nasıl tıkadığını görmedin mi? Parayla pulla işi yok onun. İhtiyacı olan dışında hiçbir şey talep etmiyor. Porsche bile verdim, iade etti."

"Bence de başka. Sahte bir evliliğe göre fazla samimi o kız, fazla doğal. Burak beni yanlış anlama, son zamanlarda Hülya ile neden birlikte olduğunu sorgularken buluyorum kendimi. Benim en yakın arkadaşım; ama onunla geçen zamandan sıkılmaya başladım. Çok değişmiş gibi."

Bu ne şimdi? Ne alakası var?

"Hülya mı kurup yolladı seni? Ağzımı mı arıyorsun Duygu'yla aramda bir şey var mı diye?"

"Yuh! Burak ya. Seninle lafımın yalan olduğu, senin beni sorgulayacağın zamanlarımız olacağını hiç düşünmezdim. Tamam bir yerde sebebi benim, haklısın; ama hala mı yani? Dedeme söyleyecek olsam, düğün olmasını, onun Duygu'yu çok sevmesini mi beklerdim? Kaldı ki, Hülya mı sen mi deseler, onu seçecek halim yok."

Merve haklıydı. Dedesi Duygu'yu sevdikçe kim ne derse desin onu aksine ikna edemezdi. Şimdiki durumlarında dedesi artık çok geç, bağlanmakla kalmamış, güvenmişti ona. Sahte olduğunu bile anlamamıştı. Duygu ona karşı rol yapmıyordu çünkü. Duygu kimseye karşı rol yapamıyordu ya, neyse. Bu akşamki Bora faciası, facia kelimesi adam için tamamen kesinlikle, bunun kanıtıydı.

"Değişti ne demek peki? Ayrıl diyorsun resmen."

"Ne bileyim, daha bencil, daha inatçı, daha gözü kara gibi. Kaybetme korkusu kalmamış. Seni avcunun içinde tabir etmesi hoşuma gitmedi."

"Böyle mi dedi?"

"Ayak üstü konuşmayalım. Atilla'ya şans ver, lütfen. Senin onayın önemli benim için. Bir ara sen, Duygu dörtlü yemek falan yiyelim."

"Sakın Merve, Duygu'nun oyun olduğunu ona ilk saniyeden söyledim deme."

"Öyle olsa neden Duygu'yla yemek diyeyim safım benim. Hülya'yla derdim. Sen bugün iyi değilsin Burak."

Ben dün geceden beri iyi değilim. Evde gezegenler dolaşıyor.

"Yorgunum Merve. Güvenene kadar bekle, umarım haklısındır ve Atilla senin için doğru kişidir. Bunu en çok ben isterim."

"Biliyorum. Ben de senin için aynını istiyorum."

Merve arabasına atlayıp uzaklaştığında kaybolan ışıklara baktı bir süre. Burak'ın eksilmeyen düşüncelerine bir yenisi daha eklenmişti. Eski; ama yeni. Hülya. Farklı davrandığını, Duygu hayatlarına girdiğinden beri az çok görüyordu. Dün geceki kıskançlık krizinden fazlasıydı ona yansıttığı tutumu. Nişan, düğün öncesi de ufak çapta kıskanmış, daha mesele soğumadan anında çark etmişti. Öpüşmeleri mi sınırı aşmıştı? Burak karşılık bile verememişti şaşkınlıktan. Tadını alamamıştı.

"Kadın kapısını kilitlemekte haklı. Tövbe ne biçim düşünceler. Yok artık, cümlelerim benzemeye başladı."

İçeri girince gördüğü manzarayla nefesini tuttu. Eliyle ağzını burnunu kapattı hapşırmamak için. Mırnav ve Miya kanepede uyuyakalmış kadının üstüne kıvrılmışlardı.

Yaşamanın bir yolunu bul demişti Duygu.

"Bulalım bakalım. Bismillah."

Önce birini aldı kucağına, odaya taşıdı koşa koşa. Tam Miya'yı alırken Duygu gözlerini açtı.

"Burak lütfen atma onları. Tüm gün odada tıkılı kaldılar. Sen gelene kadar bahçede gezinirler diye düşündüm. Yorulmuşum, içim geçivermiş."

"Atmıyorum kıvırcık merak etme, odana götürüyordum. Hadi sen de kalk yerine yat. Bitli gibi kaşındırıyor seni bu kanepe."

Madem atmıyorsun kedilerimi, mis gibi içim geçmiş, niye uyandırdın? Bir örtü ört devam et. Uykum açıldı ya.

Bunu onunla tartışmayacaktı. Bora yüzünden ona kızgın olup olmadığı muallaktı.

"Burak ben Bora'yı kırmak istemedim. Sadece konuşmanın gidiş yolunda diyecek başka lafım yoktu."

"İyi oldu aptala. Benim demek istediklerimi yüzüne karşı söylediğin için sana teşekkür etmem lazım. Düğüncelerini böyle söylemen hoş. Art niyetle yapmadığın çok belli."

Duygu kucağındaki kediyi okşadığının farkında olmayan adamın dediklerini önce doğru duyduğundan emin olmak istedi. Burak hala sabit tuttuğu surat ifadesiyle Duygu'ya hak verdiğini onaylar vaziyetteydi. Şimdi doğru anladıklarıyla ağzı açıldı. Burak'ın kediyi tutmayan eli, hala okşuyordu bu arada.

Geçip kanepeye oturduğunda Duygu ayaklandı.

"Sen ilaçlarını kullanmaya başladın mı?"

"Evet."

Duygu iki elini birden beline attı evet cevabıyla. Alerjiden ölmeyecekti, Bora için ona kızgın değildi. O halde Duygu kendi kızgınlığını dile dökmek için ne diye daha fazla bekleyecekti ki? Gecenin kendine göre asıl gündemine hızlı bir geçiş yaptı.

"Ne güzel iş vallahi. Yığ insanları üstüme, kenara çekil."

Burak ne anlaması gerektiğini bilmeden sevdiği kediden kaldırdı başını. Hapşırmamak için gayret gösteriyordu ve iyi iş çıkarmıştı şimdiye dek. Miya çok tatlıydı. Değişik olan Duygu'ydu an itibariyle. Neyse ki, Duygu devam etti parantez açarak.

"Misafirlerin arasına karıştın maşallah ben seni hiç tanımayayım diye. Bütün gece yerinden kalkmadın."

"O ne demek be?"

"Senin bu evde uşağın yok demek. Sen evcilik oyununu abarttın. Benimki az demli olsun diyorsun bir de."

"Ne deseydim, paşa çayı getirmişsin."

Güzel çay yapıyorsun, tamam da demi de olsun yani.

"Getirdiğime dua et sen. Beşinci bardakta paşa çayı içmen normal. Yirmi misafire tek hizmetçi yetmiyor. Kesenin ağzını aç da böyle bir sürü geldiğinde pestilim çıkmasın ya da bir zahmet yardım et."

"Uzatma Duygu. İki çay tazeledin alt tarafı. Sanki saray sofrası donattın. Her şey hazırdı. Utandım. Annem her şeyi eliyle yapardı."

Duygu annesini hatırlamıyordu. O da yapıyordu belki. Babasının onunla ilgili anlattıkları onu ne çok istediği konusunda takılıp kalıyordu. Doğum yaparken öleceğini bilmesine rağmen devam etmesi en büyük kanıtıydı bu sevginin.

Burak yanına adeta çöken kadına yine yanlış yaptığını ağzından espri olsun diye savurduğu cümlelerden sonra değişen ruh haliyle çözebildi. Bu kez gerçekten kırmak değil, ağız dalaşı yapmak istemişti.

"Duygu, seni yargılamıyorum. Bu gece çok iyiydin, teşekkür ederim. Amacım sana laf sokmak değildi. Bana bak bir. Duygu inanmıyor musun bana?"

Duygu o ortamdan çıkıp evden kovulduğu ana açılan kapıdan geçmişti çoktan. Uzaktan izlemeye başladı onu yaka paça, buz gibi havada pijamalarıyla kapı dışarı eden genç kadını.

"Defol evimden. Ekmek yediğin kapıya yaptığın nankörlüğü hayatın boyunca unutma. Arsız, ahlaksız, namussuz."

"Aysun dur, ne yapıyorsun? Gecenin bir vakti, kar yağdı yağacak sokakta. Geç içeri Duygu, konuşalım."

"Gidecek. Yaptıklarına ağzımı gözümü yummalarım bitti. Bardak taştı artık. Son damlaya falan yer yok. Burama kadar geldi. Defol."

Gözlerini baktığı yeri bilmeden görmeden karşıya sabitlemişti. Dizlerini karnına çekip ellerini sardı üstlerine. Üşüyordu. Buz gibiydi her yer. Karanlıktı. Sokakta kimseler yoktu. Gözyaşları yüzünde donarken o...

Yalnızdı. Üşüyordu. Çaresizdi.

"Ben bir şey yapmadım. Ben bir şey yapmadım. Yemin ederim, ben hiçbir şey yapmadım. Ben bir şey yapmadım Burak."

3 yorum:

  1. Sanirim tekrar olmus ya da duygu mu tekrarliyor zihninde

    YanıtlaSil
  2. E azicik sonu kalmis yazarcim. Keske wattpad de yayinlasaydin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumların çoğunu alabilmek için az bir kısmını buraya bırakacağım.:)

      Sil