13 Haziran 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 23. BÖLÜM


Fikrimin İnce Gülü

Dinleyin derim. ⭐⭐⭐

"Bırak beni."

"Neden diye sor dedin. Sordum işte. Neden hırsız oldun?"

Sormak istediği nedenle sorduğu neden ancak bu kadar zıt yönlere gidebilirdi. A şehrinden B şehrine freni boşalmış kamyon gibi rampa aşağı gitmek hiç mi hiç istemiyordu aslında Burak, karşısındaki dolgun dudaklar kendi dudaklarına bu kadar yakınken. Üstelik çok öfkeliydi. Hala.

Neden öpünce sakinleşecekmişim gibi hissediyorum? Saçma. Çok saçma.

"Bağırma bana. Canım yanıyor Burak."

Kadının kollarını bırakması için çağrıydı bu. Bir kadının canı, onun yüzünden yanamazdı. Uzaklaşınca kendi canı yandı. Ne oluyordu böyle? Öfkesini yansıtmak için Duygu hem çok doğru hem en yanlış kişi olmayı nasıl becermişti? Bunca öfkenin içinde Burak'ın her bir zerresine, ona deli gibi yumulmak arzusu nereden peydah oluyordu peki etkisi hiç azalmadan? Onu öperek sakinleşemeyeceğine göre içinden ona kadar saymaktan başka çaresi yoktu, saydı.

Bir, on.

"Kafayı mı yedin sen? Kapıyı çarpmak ne demek?"

"Özür dilerim. Bir an sinirlendim."

Özür mü dilersin? Ben de sinirden kuduruyorum; ama özür falan dilemiyorum.

"Tartışsana benimle. Hak ettin desene."

"Hak etmedin. Ben... Bugün... Yalnız kaldım. Hıncımı senden çıkardım."

"Galeriye gelseydin sıkıldıysan. Yalnız kalmışsın da bir yemek bile yok evde. Ne yaptın tüm gün?"

Konunun Cihan'la olan bağlantısını bir anlığına koparmayı başarabilirse, araları sabahki gibi olabilirdi belki. Sabah ona seçmesi için onlarca yemek sorduğunu zannederken, hayatı boyunca yaptığı ilk yemekle nasıl gururlandığını izlerken ne kadar farklıydı her şey. Anlamazlığa geldi Burak, Duygu'nun yalnızlıktan kastının nicelik belirten bir değer olduğuna gönderme yaptı bu yüzden.

Duygu ise, Burak için yalnız kalmanın bu anlamı taşıyacağını, pek çok anlamı olabilecekken bunu, basitliğin aşağı seviyesine indirgeyeceğini bilemezdi haliyle. Cihan'ı anlatmak zorunda kalmayacağı için yalnızlığının yanlış anlaşılmasına can simidi gibi tutundu.

"Bir daha yalnız kaldığımda galeriye gelirim. İş yerin sonuçta, ben oraya çat kapı gidebileceğimi düşünemedim."

"Öyle çabuk ayak uyduruyorsun ki, öyle hızla u dönüşü yapıyorsun ki, seni sert malzemeden yapılmış, eciş bücüş şekli olan bir kaba koysam bile, o kabın şeklini hiç sıkılmadan alabilirmişsin gibi."

"Neden bahsediyorsun sen?"

"Cihan beni aradı Duygu."

Ne. Nasıl. Neden. Ne zaman.

?

Durduk yere imla hatası yapmaya gerek yoktu dumur oldu diye. Cihan Burak'ı mı aramıştı? Öyle diyordu karşısındaki adam. Arayıp ne demişti? Gittiğini mi söylemişti? Aklından saatte yüz yetmiş soruluk hızla geçen düşüncelerin cevaplarını, onları bir an önce sormaya başlamadan alamayacaktı. İstediği sorudan başlayabilir miydi? Hangisinden başladığını takar mıydı acaba Burak? Soramadan yürümeye başladı adam.

"Salona gel konuşalım."

Takip etti sadece adamı. Konuşulacak ne vardı, beyninin en güzel yerine istiflediği, kütüphanelerin bile gıptayla baktığı tüm kelime hazinesini klozete atmış da üstüne sifonu çekmiş gibi hissediyordu. Birine bağış yapabilseydi bari, gitmişti güzelim hazine. Burak'ı anlıyordu; ama konuşamıyordu.

"Bir süre buralarda olamayacağı için o eve tek başına gitmemeni tembihledi. Gitmek istersen sana engel olacakmışım. Anlık konumunu benimle paylaşsan iyi edersin. Başıma bela almak istemiyorum. Bir sorun var mı?"

"Bunu mu söyledi sadece?"

"Başka ne söylemesi gerekiyordu? Sen de sürekli armut diye birinden bahsetmiyor muydun, işte o seni yalnız yakalamasın diyeymiş. Ben de senin peşine adam takamayacağıma göre, o mahalleye gitmeyeceksin, bitti."

Başını salladı Duygu. Kardeşini bulmaya giderken yine Duygu'yu düşünmüştü Cihan, hem de onu Burak'a, en baştan beri karşı çıktığı evlilikteki sahte kocasına emanet edecek kadar. Mutlu olması gerekirdi galiba. Neden peki, mutluluktan çok uzak duyguların kollarında çaresizce boğuşuyordu? Gitmesinden daha çok dokundu bu ince düşünce. Duygu Cihan'ın bu ambargosu olmasa giderdi evlerine, doğruya doğru. Kendisini tanıyordu. Yatakta Cihan'ın kokusuyla haşır neşir olmak için bile gündüzlerini orada geçirirdi. Cihan en az Duygu kadar iyi tanıyordu onu.

Yine de...

Bir şeyler eksikti. Düne kadar yemeklere koymayı akıl edemediği, dünden beri aklından çıkmayan biberiye ve zerdeçal gibi... Yaptığı yemek onlarsız da olurdu; ama onlarla daha güzel olacakmış gibi bir şey eksikti. Eksikliğin adını o anda koyamadı Duygu. Ne zaman koyabileceğine dair bir fikri olsun isterdi. Cihan tarafından bu kadar sarıp sarmalanmanın içinde nefes alamadığını fark etti ilk kez. Burak tarafından sahip çıkılacak bir düşünülmeyi hak etmemişti. Çeyrek asırdır görmediği kardeşini aramaya giden bir adam, onu ardında bırakırken bu kadar ayrıntılı düşünmesindi.

"Duygu, kafanı sallıyorsun da anladın mı gerçekten? Boş boş bakıyorsun yine. Tırsıyorum."

Gözlerini deviren Duygu, ne zaman bir kerede anlayacağını merak ettiği Burak'a cevap veremeden çalan telefonla yerinden sıçradı. Eylem arıyordu. Bir an hafta sonu gidecekleri yemek için elbise konusunu ona açıp açmadığını sorguladı beyni. Hayır, lafı geçmemişti. Burak daha bu sabah haber vermişti ve o haberin üstüne kaç baba haber bülteni geçirmişti Duygu. Açıp açmamakta tereddüt etse de Burak'a baktığında başını açma der gibi sallaması açmasında en büyük etkendi. Elini alnına vuran Burak onların davetine, Duygu'nun yumurtalı eyleminden sonra odasına çıktığında olumsuz dönmüştü mesajla. Duygu tabii ki açacaktı. Kızgın bakışları işe yaramadı.

"Efendim Eylem."

"Aşk olsun Duygu. Bugünü mü buldun hasta olacak?"

"Hasta mı olmuşum?"

"Burki yalan mı söyledi bana yani? Çaya davet etmiştim sizi. Az önce gelemeyeceğinizi mesaj atmış."

Yaktım çıranı Burki. Benim aptal düşünce balonlarıyla dolu kafamı dağıtacak olan Eylem, senin vursa yankı yapacağından emin olduğum kafanı kırsın da gör.

"Yeni haberim oluyor benim canım, kendisi gelmek istemedi herhalde. Bana söylemeden reddetmiş. Bana uyar aslında; ama saat dokuz oldu."

Burak vurgun yemiş gibi onu iki dakikada satan kadına bakarken Duygu kaptırmış gidiyordu. Evde gidilecek gelinecek ziyaretlere onu selasız gömerek karar vermeye de başlamıştı.

"Ya erken daha. Gelin siz. Bir sürü şey aldırdım Teoman'a. Laflarız, özledim valla."

"Tamam, geliyoruz. Bir şey lazım mı başka?"

Sadece kendilerinin gelmelerini salık veren Eylem'den sonra telefonu kapatan Duygu, Burak'a kendince anlam yüklediği bakışlarla soru sorarcasına bakarken Burak ona kendince yükleyemediği anlamsız bakışlarla boş boş bakıyordu. Eylem onun sözünü, teorik olarak mesajını ezip geçerek Duygu'yu aramayı akıl edecek kadar ne ara salça olmuştu ilişkilerine böyle.

Hoş, ne diye merak ediyorum ki? Dünyalı değil ikisi de, Venüs'ten.

"Sen gerçekten akışkan olmayı da geçtin Duygu. Demin yüzünden düşenler bin parçaya bölünüyorken şimdi davetlere gitme kıvamında, iğne deliğinden geçecek kadar maddenin hangi türüsün sen acaba?"

"Başlatma türünden Burak. Benim adıma karar vermeye hakkın yoktu. Eylem'i seviyorum ben. Ne diye beni kullanarak geri çevirdin teklifi? Hastalık yalan olarak bahane edilmez, yaz bunu aklının bir köşesine. Başına gelir sonra."

"Ben de delireceğim desene. Kafama yumurta atınca çıldırdığını varsayarak hasta demiştim. O psikopatlıkla, o kapı çarpmalarla bir yerlere çay içmeye gidecek bir izlenim oluşturmadın bende. Kusura bakma."

"Sen sor yine de. Benim ne zaman ne oluşturacağım belli olmaz. Ben üstüm başım böyle gideceğim. Sen de hazırsan çıkalım."

"Ben gitmeyeceğim."

"Emin misin?"

"Tabii ki, eminim. Bu durumda sen de gidemezsin."

"Peki, kendi gidip gitmeyeceğini sen bilirsin."

"Ben gitmeyeceğim diyorum aloo, anlamadın mı? Bensiz gidemezsin benim en yakın arkadaşlarıma. İzin vermiyorum."

"İzin istediğimi anımsayamadım."

Her kabın şeklini alabileceğimi öngören, hatta bizzat şahit olan sen, bana gidemeyeceğimi söylüyorsun yani? İzle ve gör tatlım.

Ayaklanan kadın portmantodaki sırt çantasına uzanırken Burak takip etti onu. Gidiyor muydu yani? Telefonunu çantasına yerleştirdikten sonra arabasının anahtarını çıkardı. Tam kapıdan çıkacakken Burak Efendi onu engelleyeceğini sandığı çaresiz çırpınışlarına devam etti.

"Pardon da nereye sen? Sanki daha önce gittin mi onlara?"

Duygu kapıda derin nefes alarak ona doğru döndüğünde elinden Burak'a acımaktan başka bir şey gelmiyordu. Çaresizce çırpınıyordu neticede değil mi? Çaresiz olanlara acırdı Duygu. Yardım etmeden geçmezdi. Bu adam yardım edilemeyecek düzeyde çaresiz olmayı nasıl başarıyordu? Telefonunu çantasından çıkartmasına zahmet ettirecek kadar eziyet ediyordu ona. Arama tuşuna basıp bekledi.

"Eylem bana evinizin konumunu atar mısın? Burak gelmek istemiy..." Bir hışım elinden aniden çekilen telefonla keyfi yerine gelen Duygu, dakikalar önce neyin eksikliğini yaşadığının buhranlı anlarını atlatmış gibiydi. O an tastamam hissediyordu kendini. Gerçek olmayan bir kocayla gerçek kavga ediyordu ve tüm vücut ölçüleri adeta genleşiyordu neşeyle dolmaktan.

"Geliyorum Eylem, Duygu yalan söylüyor." ses gelmeyince kulağından çektiği telefonun kapalı ekranıyla bir süre bakışan Burak aynen iade etti telefonu Duygu'ya.

"Sen... Sen var ya... Sen çok fenasın."

"Ben var ya ben, arkadaşıma çaya gidiyorum tatlım. Sen üç beş kere gitmeyeceğini söyledin, değil mi? Yolda konum isterim Eylemko'dan."

"Geliyorum."

"Yok yok gelme bence. Ben sensiz nasıl gidemezmişim görmek istemez misin? Ben çok meraktayım kendi adıma."

"Geliyorum dedim, tamam uzatma. Evde ne yemek var ne çay. Bari arkadaşım yapsın çayı."

Kapıdan çıkmaları ayrı olay, arabaya binmeleri apayrı olaydı. Duygu elinde tuttuğu anahtarla çoktan kendi araba kapılarını açmışken Burak kendi lüks aracına yönelmişti.

"Gelsene kıvırcık buraya. İki ayrı araçla mı gidelim?"

"Sen gelme taraftarı değilken ben kendi aracımla gidecektim hali hazırda. Atla, mangırlarını düşünüyorsan."

Mangırlarını düşünmüyordu. Bu akşama doğru telefonuna gelen kart kullanım bilgisi bu kadının asla ve katla müsrif olmadığı yönündeydi. Türlü şampuan, kremden bahsetmiş, dolabı açtığında gördüğü kadarıyla market alış verişi de yapmış, elinde dibini gördüğü kaliteli şaraba şahitlik etmiş olduğu halde, Burak için bir restoranda yemek parası kadar para harcamıştı. Ayakları kendi yürüdü ona doğru. Burak kabul etmiyordu kesinlikle bilinçli hareket ettiğini. Bu kadına çekiliyordu. Ne yaptığını düşünecek vakti olmadan dibine kadar girdiğinde elinden anahtarı almaya yeltendi. Duygu vermemek için direnirken döne döne kaportaya yaslandığında onun üstüne eğildi. Neden onunla çocuklar gibi eğlenmek istediğine de bir ara yanıt aramalıydı.

"Ne yapıyorsun ya, bırak. Ben kullanacağım."

"Madem aynı arabada gidiyoruz, ben sürerim."

"Bana ne, ben senden önce gitmeye karar verdim, benim hakkım."

"Araba benim kıvırcık, ruhsatta bana ait olduğu yazıyor. Ver anahtarı Duygu. Ben kullanacağım."

"Nikah defterinde de senin bana ait olduğun yazıyor; ama kullanım hakkın Hülya'da ne haber? Belgelerin hükmü yok o yüzden. Çekil üstümden."

Burak çekil'den önce çekilmişti. O Duygu'ya aitti ve kullanan Hülya mıydı? Çok dokundu bu laf. Saçma şekilde çok... Dokundu. Sahte karısı karşısında ezik hissetti kendini. Hayır, Hülya ile vuslat yakın görünse gam yemeyecekti. Sıfır kilometre aldığı, hiç binmeden hurdaya çıkan bir araba gibi hissediyordu kendini. Kullanılmış... Yapmadığı bir şey için kardeşi yerine cezalandırılmış küçük bir çocuğun hüznü geldi yerleşti dört bir yanına.

Hiçbir yerine hiçbir şey dokunmayan Duygu ise, şampiyon edasıyla şoför koltuğuna yerleşirken Burak arabanın önünde boğazına takılan yumruyu midesine gönderme peşindeydi. Hareketsizlik Duygu'nun canını sıkınca kornaya bastı, ancak o zaman adım atmayı başarabildi Burak. Yan koltuğa ses etmeden bindi. Eylemlere gidene kadar da tek kelime etmedi. Şey. Edemedi. Aklı kim kiminle nerede oynarken sessizliğe ihtiyacı vardı.

Büyük bir coşkuyla karşılanan yeni evli çift kurulan ortama hemen ayak uydurdu. Eylem Teoman'a aldırdıklarından bahsederken bir bütün bir yarım pastaneyi eve sığdırdığını atlamıltı. Duygu için iyiydi aslında. Akşam yemeğinin sıradanlığından ve tatsız tuzsuzluğundan sonra tatlı, tuzlu tüm çeşitlerden deneyebilirdi. Gece ilerlerken kutu oyunlarını denediler sıkılana dek. Burak çayı bittiğinde yeni oyunu inceleyen Duygu'yu rahatsız etmemek için kendisi gitti mutfağa. Eylem de oradaydı.

"Ne iyi ettin de Duygu'yla evlendin sen Burki. Hülya ile devam eden ilişkinde evlilik düşünmediğin izlenimi vermiştin hep bana."

Verdiğim izlenim doğruydu da işte, Ekrem Zengin ve Duygu Çetin çetin ceviz çıktı.

"Ya, çok iyi oldu. Pek sevdin onu."

"Sevilmeyecek gibi mi Allah aşkına? Bu arada Cuma konsere geliyorsunuz, değil mi? Aynı sırada olmasak da çıkışta bir şeyler yaparız."

"Ne konseri?"

"Dalga mı geçiyorsun? Şanghay Filarmoni Orkestrası ve Fazıl Say tabii. Duygu'nun en sevdiği müziği bilmediğini söyleme sakın. Ben bile biliyorum. Benim gibi klasik batı müziği aşığı."

Nereden bileyim? Klasik batı küfürleri bana gelsin.

"Biliyorum da baktığımda biletler bitmişti, almadığım biletin organizasyonunu takvimime dahil edemedim."

"Hadi ya tüh. Ben ilk günden almışsındır sandım."

Duygu bu konserle mutlu olur muydu ki?

"Bana sendekileri ver."

"Pardon! Ben de bayılıyorum, sanki bilmiyor musun?"

Bilmiyorum, biliyorsam da unutmuşum. Kim hangi müziği sever, çetelesini mi tutuyorum ben?

"Çok üzülür Duygu geç kaldığım için alamadığımı öğrenirse. Hadi bir güzellik yap bana Eylemko, lütfen. Sana borcum olur."

Gerçi bu borç meselesi can sıkıcı olabiliyordu. En son birine borçlandığında... Neyse...

"Çok kötüsün ya. Seni karının karşısında rezil etmek vardı; ama Duygu üzülür dediğin gibi. Tamam veriyorum. Üstelik birinci kategori."

"Süpersin. Bu iyiliğin altında kalmam merak etme."

Duygu için neden jest yapmak istediği muallaktı mantık çerçevesinde; ama kalbinin bir yerlerinde gülen yüzüyle Duygu belirince kendine hakim olmak istemedi. Daha iki üç saat önce piyano alıp alamayacağını bu yüzden mi sormuştu? Piyano çalmak mı istiyordu? Kurs araştırıp sürpriz yapabilirdi ona. Piyano da alırdı. Bir piyano almak ne kadar zahmetli olabilirdi ki? Pek anladığı söylenmezdi; ama Eylem anlardı belki. En kötü, satan yerdeki elemandan yardım isterdi. Çayı elinde tutup orada içmeye başladığını bile fark etmeyen adamın, Duygu'yu mutlu etme çabalarıyla kendini tanıyıp tanımadığını sorgulayan düşüncelerini Eylem'in sorusu bozdu. Çayı ağzından püskürttü. Az kalsın boğuluyordu.

"Nasıl gidiyor yatakta? Evlenmeden önce yatmadığınızı söylemişsin Teoman'a, şaşırdım."

Teo da gezgin çığırtkan mübarek.

"Sana ne kızım bizim yatağımızdan? İşine bak, çay koy bana."

"İçtiğin ne acaba? İmamın abdest suyu mu? Ayrıca hiç eğlenceli değilsin, biliyorsun değil mi? Neyse ben Duygu'cuğuma sorarım."

Duygu'cuğun?

"Ne soracaksın ya ona? Sapıksın sen, tedavi ol bence."

"Ya sen var ya sen. Anladım ben bu gerginliğin sebebini. Kesin regl döneminde. Dokunamıyorsun, çıldırıyorsun. Evliliğin ikinci haftasında yazık arkadaşıma ya. Sen o yüzden mi hasta dedin?"

"Bu konu sence de çok uzamadı mı Eylemko?"

"Sen de haklısın. Hülya'nın o çok kullanılmış bedeninden sonra eşin taptaze geldi sana tabii."

"Ne dedin sen?"

"Taptaze diyorum, gamzelerle aran nasıl? Allah'ım sen aklıma mukayyet ol. Ben sapığım galiba gerçekten."

Hayır, Allah'ım önce benim aklıma mukayyet ol. Öncelik benim, rica ediyorum.

"Hülya ile ilgili söylediklerinden bahsediyorum. Çok kullanılmış ne demek?"

"Ben onun hiçbir zaman tek eşli olabileceğine ihtimal vermedim."

"Kendi düşüncen yani, gördüğün bir şey yok, değil mi?"

"Hülya'yı ne kadar gördüm ki, gördüğüm bir şey olsun. Yüksek ihtimalli bir tahmin sadece. Ne zaman buluşmak istesek İsveç'teydi. Hem sana ne artık?"

Ne demek bana ne? Hülya sevgilim benim.

"Sonuçta sevgilim-di."

Eylem Burak'ın geçmiş zaman kipiyle çekimleyerek bahsettiği birlikteliğin şimdiki zamanda hala yaşandığı hissine kapıldı. Onun sinirli halinin de etkisi büyüktü. Geçmişte kalan bir kadın tarafından boynuzlansa ne olurdu boynuzlanmasa ne olurdu? Aklına hala birlikte oldukları, saçma sapan... Yok; ama Burak yapmazdı. Duygu'yu aldatmazdı.

Hele ki, o nallıyla. İlâhi Eylem!

"Aynen -di. Düşünme artık. Sen harika karınla önündeki maçlara bak."

Gecenin devamında Burak değil önündeki maçlara, önüne zor baktı Duygu'yu izlemekten. Eylem aklına soktuğu şeyi, öyle önemsizleştirmişti ki, gerçek olduğuna inandı inanacaktı. Hülya bu sabahtan beri dün gecenin etkilerini silmek için çabalıyordu; ama Burak içinden gelip de dönmemişti bile çağrılarına.

Eve dönüş yolunda arkadaşından gizlice aldığı biletleri gizlice cüzdanına soktu Burak ve yol boyunca konuşmayacağının ilk sinyallerini ilk dakikadan aldı Duygu. Aracı hemen sağa çekti.

"Böyle yapma lütfen Burak?"

Burak yine ne yaptığını merak etti. Ona bakan kadın da mahzundu. Hiç konuşmamıştı ki, ne dememiş de kırmıştı acaba bu kez?

"Ne? Ne-e yapmayayım?"

"Tamam, sen kullan. Giderken güç gösterisi yaptım, kazandım. Şimdi seni böyle görünce sürmek keyifli değil."

İnan çok keyifli. Ben keyiflendim bir anda."

"Sen terazi burcuydun, değil mi?"

Kesin onunla alakalı. Başka bir açıklaması olamaz. Çok sevimli şu anda.

"Evet. Ekimin onu doğum günüm."

"Devam et sen. İşle ilgili bir şeye takıldı aklım. Sürmeyi teklif ettiğin için teşekkür ederim."

Göz kırptığı kadın hüznünü dağa taşa savurdu adeta. Mutsuzluk, kalıcı bir biçimde dolanmıyordu ayak altında. Onun adına sevindi. Duygu'nun eli radyoya gitti. Eve varana kadar bildiği şarkılara eşlik etti, bilmediklerini hemencecik bildikleriyle değiştirdi.

Ertesi sabah yarın akşamki konser biletlerini bekletmeden vermeye karar verdi Burak. Bakalım Eylem haklı mıydı? Uyandığında kahvaltı hazırdı yine. Nazar değmesin diye akşam ne yemek yapılacağı muhabbetine hiç girmeyecekti. Olaylı dün akşamın devamı yazısız, sözsüz ateşkesle sonlanmışken yeni bir krizi kaldıramazdı. Üstelik perşembeleri adet olmuştu dedesine gitmek. Düğün olana dek her perşembe oradaydı Duygu. Hem onu diyalize götürüyor hem de eve bıraktığında saatlerce onunla kalıyordu.

"Hoşuna gider mi bilmiyorum; ama elime satış yaptığım bir müşteriden iki tane konser bileti geçti. Ben pek anlamam. Sen de istemezsen veririm birine."

"Kimin konseri?"

"Şangay Filarmoni Orkestrası."

Çatalı havada kalan Duygu, gözlerini defalarca kırpıştırırken kalkan kaşlarıyla birlikte, Burak'ın teklifinin doğruluğunu anlama metodu olarak bu yöntemi seçmişti galiba. Ne bir soru soruyor ne de tepki veriyordu.

Ya da veriyor muydu?

Çatalı masaya bıraktığı gibi çocuk gibi yerinde zıplamaya başladı. Zıplamaya eşlik eden kahkahaları Burak'ın da kahvaltıya ara vermesine neden oldu. Nasıl bir mutluluktur yaşadığı, Burak maddi hiçbir taraf göremedi kadında. Gideceği için mutluydu. O bilet şans eseri Burak'a geldiği için ve o da Duygu'yu götürmeyi seçtiği için. Deseydi ki, akşam Hülya ile Fazıl Say'ı dinlemeye gideceğiz, ikisi adına bile sevinirdi sanki. İyi ki, kendi adına seviniyordu. Görülmeye değerdi.

"Sen ciddi misin? Bu kadar zıpladıktan sonra hevesim kursağımda kalmaz değil mi? Terledim valla."

Nasıl kötü ilk izlenim oluşturmuşsa, Duygu'nun gözlerinden silemiyordu izlerini. Duygu en baştan beri hevesi kursağında geziyordu Burak hayatına girdiğinden beri büyük ihtimalle. Daha dün akşam parlayan gözlerle kayda değer ilk kez bir şey istemişti.

Hıyarım ben. Şimdi piyano almaya gidelim desem siktir git der bana. Ya da küftür git der.

"Ciddiyim kıvırcık. Seviyor olman güzel. İşyerine gelirsin yarın. Birlikte geçeriz."

"Bayılırım klasik müziğe. Hatta Eylem de bayılırmış, belki onlar da almıştır. Birlikte gideriz. Ben hemen haber..."

"Onların yarın akşam aile yemeği varmış, mutfakta söyledi. Haber verme bence, aklı kalmasın."

"Hmm. Tamam. Ay, inanamıyorum. Duygu Özcanlar yani ben konsere gidiyorum. Şangay ayağıma gelmiş. Hazırlık yapayım şimdiden en iyisi. Ne giyilir ki, ben ne giyeyim sence Burak? Bir bakayım da nelerim varmış, biraz senin odanda olacağım, gelme sen."

Gözden kaybolan kadının ne dediğini anlamasa da sesi geliyordu çıkarken. İstemsizce güldü adam. Her şeyi anlık, saniyelik yaşamak her insana nasip olmazdı. Duygu Özcanlar öyle bir kadındı.

"Duygu Özcanlar mı dedin sen? Hani dün gece anlaşmıştık Allah'ım, aklıma mukayyet olacaktın."

Burak karışık aklını şimdilik dağılmasın diye paket lastiğine sıkıştırıp işe geçtiğinde birkaç saat her şey yolundaydı. Gelen arabalar, satışı yapılan arabalar, dernek yemeğine Haşim abinin gelemeyecek olması, günlük rutinde seyreden olaylardı kısacası. Sıradanlığı bozan Hülya'nın galerinin dışında olduğunu haber veren mesajıydı. İçeri girmemeyi akıl etmiş olsa da güç bela sıkıştırdığı ne varsa, lastik koptu, her şey ortalığa saçıldı ve bu hiç iyi değildi.

"Telefonlarıma bakmıyorsun."

"İşteyim Hülya, çalışıyorum."

"Dünden beri mi? Burada mı yattın?"

"Eylemlerdeydik, dönemedim."

"Karınla beraber o zamazingolara ev oturmasına gittin yani öyle mi?"

"Sahte olduğunun anlaşılmamasına uğraştığım bir evlilik yaptım Hülya. Bugün de dedemde olacağız. Ne bu histerik kadın ayakları?"

"Sen yatıyor musun onunla?"

"Ne? Buraya kadar saçmalamak için mi zahmet ettin? Sabah sabah içtin de mekan mı basıyorsun?"

"Sorumun cevabı yok içlerinde. Kırk tane soru... Evet ya da hayır demen yeterliydi."

"Yatmıyorum Hülya. Anlaşmalı bir evlilik yaptık biz. O anlaşmanın tüm şartları senin yanında konuşuldu ve Duygu birine bile ititaz etmedi. Yanlış mı hatırlıyorum?"

Hülya o villada kapıda öğrendiklerinden sonra elinin güçlendiğini düşünerek hata mı etmişti? Burak günden güne mesafe koyuyordu sanki arasına. Merve her şeyin normal gittiğini, Burak'ın ona yan gözle bile bakmadığına ikna etmemiş miydi onu daha geçen gün? Niye engel olamıyordu içindeki kayıp duygusuna ve kıskançlığa?

"Ağlama Hülya biri görecek şimdi."

"Gelip sarılmıyorsun da artık."

"Geldiğimde kovmaktan beter ettin beni."

"Özür dilerim. Ben kıskanç olduğumu bilmiyordum. Kıskanıyorum seni."

Ortalığa saçılanlar kafi gelmemiş olacaktı ki, Hülya gelerek üstlerine basıp kullanılamaz hale getiriyordu hepsini. Hülya'yı seviyordu. Ondan başkası olmamıştı neredeyse yedi yıldır. İlk birlikteliğini kendisiyle yaşadığını bilmese Eylem'in saçma sapan sözlerini düşünebilirdi belki. Gerçi bu da tüm gece çok başka yere götürmüştü Burak'ı. Tamam ilk kez onunla birlikte olmuşsa, Eylem'in dediği tek eşli olmama ihtimali son üç yıldır kendi ilişkilerinde olan bir şey miydi?

"Kıskanılacak ne var sence? Kaç gece geldim sana, istemedin beni. Kapında mı yatayım istiyorsun? Yalvarayım mı, beklediğin bu mu?"

"Tabii ki değil. Burak, ne zaman başlayacak bu gece kalmaları? Dayanamıyorum sensiz."

Cihan gittiğine göre ve aylar gibi bir zamandan bahsettiğine göre daha uzun bir süre kalamazdı onda. Çünkü kıvırcık evde yalnız kalamıyordu. Bunu açıklasa anlardı belki; ama Cihan'ın gittiğini öğrenirse zindan olacak bir dünya belirdi Burak'ın gözlerinin önünde. Bilmemeliydi. Duygu'nun erkek arkadaşı tampon bölgeydi.

"Az kaldı tatlım. Merak etme."

En az hasarla atlattığı görüşme sonrasından işi bitip de başını kaşıyacak vakti bulduğunda görebildi Duygu'dan gelen mesajı. İş yerinde aranıyordu onu rahatsız etmemek için. Hülya, zebani gibi kapısında bitmişti.

*Gelirken ekmek alır mısın? Ben elmalı kurabiye alırken unutmuşum.

Yüzü aydınlanan Burak ekmeği alıp doğruca dedesine geçti. Kapıdan mis gibi gelen yemek kokularıyla birlikte bir de derinden gelen bir şarkıydı. Koridorda ilerlediğinde balkona en yakın sandalyede oturmuş, düşünceli haliyle dedesi dikkatini çekti. Duygu salonda değildi. Kapıdan baktığında balkonda masayı hazırlarken şarkı söyleyenin o olduğunu anlaması gecikmedi.

Fikrimin ince gülü. Kalbimin şen bülbülü...

Fikrimin ince gülü. Kalbimin şen bülbülü...

O an ki, gördüm seni, yaktın ah yaktın beni.

O an ki, gördüm seni, yaktın ah yaktın beni.

Dedesinin düşünceli halini kendince yorumlayan Burak, onu dinlediğini bilmeyen yaşlı adamı daha fazla üzmek istemedi. Balkondaki kadına seslendi.

"Duygu, sus istersen."

Duygu'yu uyarma ihtiyacı hissetti Burak, çünkü anneannesi dedesine sıklıkla şarkı söylerdi ve dedesi o öldüğünden beri ne radyo ne televizyondan müzik dinlemişti. Burak dinlediğini görmemişti en azından. Bu tarz şeylere müsamaha göstermeyebilirdi. Duygu anında sustu ve kapıda bitti. Ekrem dedeyi o anda fark etti.

"Devam et, lütfen Duygu kızım."

Duygu Burak'a baktı istemsizce. Dedesi devam et dese de o sus demişti. Bu evde kimi dinleyeceği konusunda kafası karışıyordu sürekli. Şimdi dedeyi dinler, sonra evde Burak'ın çenesini dinlerdi. Kalsındı yani. Başını eğdi Burak. Onayladı.

Duygu ciğerden gelen sesiyle, detone olmadan devam ederken Ekrem bey torununa el etti eğilmesi için.

"Anneannen bana söylerdi bu şarkıyı. Sesi pek güzeldi rahmetlinin. Duygu aynı onun gibi söylüyor. Senin de gözlerinin içine aşkla bakarak böyle şarkı söyleyen bir eşin olduğu için çok mutluyum hergele."

Burak yutkundu. Duygu onun gözlerinin içine bakarak mı yoksa gözlerini oyarak mı söylemeyi tercih ederdi bilemiyordu. Dedesine belli etmeden kovaladı tüm düşünceleri, muhabbete devam etti. Dedesi pür neşeyken o da kaçırmayacaktı bu anı.

"Öyle mi dede? Anneannemden hiç duymamaştım bu şarkıyı."

"Bana söylüyordu dedim ya. Nereden duyacaksın sen?"

Güldü Burak. Duygu'ya bakmaya başladı. Bardakları diziyordu şimdi. Nasıl yapıyorsa her yaptığı dedesinin gönlüne, hiç çıkmayacak şekilde yerleştiriyordu onu. Sevgili anneannesinin yalnız kocası varken söylediği parçayı böyle mükemmel çıkarması şaşırtıcıydı.

Bir an başını kaldırdığında göz göze geldiler. Duygu hemen eğdi başını. Burak eğemedi. Duygu sadece Ekrem Zengin'in gönlüyle yetinmeyeceğini bas bas bağırıyordu biri ona soracak olsa.

6 yorum:

  1. Eline sağlık.. :) sanki aniden bitiyor gibi oluyor biraz kafam karışıyor ama sanırım burada bitti 😅

    YanıtlaSil
  2. Evet burada bitti. Ben de biraz rahatsizim. Tam kontrol etmeden bitirmiş olabilirim. Heyecanlı bitmediyse olmaz :))

    YanıtlaSil
  3. Bi anda bitmiş gbi değilde daha devamı varmış hissi uyandıroyo insanda ama çok güzeldi YİNEE 😊😁

    YanıtlaSil
  4. Ellerinize sağlıkta burada bölümün tamamı yokmu ben mi görüntüleyemiyorum. "Güldü Burak ile başlıyor

    YanıtlaSil
  5. Güzel bölümdü ikisi içinde farkında olma zamanı başladı sankı zaten burak sorguluyor içten içe... Duyguda cıhanın yokluğu ile neler olu bilmiyorum ��‍♀️ emeğine saglık (digökdemsu)

    YanıtlaSil
  6. Yine harika bir bölümdü devamnkd bekliyorm
    😍

    YanıtlaSil