26 Haziran 2019 Çarşamba

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 26. BÖLÜM

Burak kapıda dikilmekten rahatsız, içeri davet edilmemekten hoşnutsuz halde, elini kolunu nereye koyacağını bilemeden adım adım yaklaştı cama doğru.

"Oturabilir miyim ben de?"

Omuzlarını silken kadının adamın ne yapıp yapmayacağı çok umrunda değildi. Burak Çatıdan atlayabilir miyim? diye sormuş olsa aynı tepkiyi alacağından emindi. Ablasının gelişi, arkasında bıraktığı ve bunu yaparken doksan dokuz kilitle kapısını kapattığı dünyanın içine çekmişti yine onu. Anahtarlarını nereye gömdüğünün önemi yoktu, Aysun Çetin tek başına görmüştü o işi.

"Bebeklerinin yanında içmen doğru mu sence? Etkilenmezler mi?"

Duygu bir an Burak'ın anlamsız gelen cümlelerine takılıp ona baktı. Mırnav ve Miya'dan bahsettiğini gözleriyle onunkileri takip ettiğinde anlayabildi. Mışıl mışıl uyuyan kedilerine şefkatle baktı.

"Bu gecelik annelerine müsamaha gösterebilirler."

"Peki ya babalarına? Var mı fazla sigaran?"

Babalarına mı? Upps.

Eylül akşamının ılık meltemini odanın içine taşıyan açık pencerenin pervazında duran paketten bir dal sigara çıkardı Duygu. Kendi sigarasıyla yaktı çıkardığı gibi, hiç ona sormadan. İlk nefesi kendi dudaklarıyla çekip Burak'a öyle uzattı. İtiraz gelmedi adamdan. Kırmızı rujlu zehiri ağzına aldı.

"Ben de senin sigara içtiğini bilmiyordum."

"Sosyal içiciyim ben. Şu an seninle sosyalleşiyorum."

"Ben konuşmak istemiyorum Burak."

"Sosyalleşmek sadece konuşarak olmaz ki."

"Konuşmadan nasıl sosyalleşeceksin benimle? Bitlerimi mi ayıklayacaksın maymunlar gibi?"

"Neden olmasın, kaşındığına çok kez şahit oldum. Bitlisin kesin."

Duygu nemsizlikten kaşındığını düşünüp kremler almışken Burak Efendi ona bitli diyordu. Duygu cevap vermeden kedilerin yatmadığı, yerde duran diğer minderi alıp adama fırlattı.

"Bitli değilim ben, senin yanında olmak kuruttu beni." İçimi dışımı üstelik.

Beklemediği taarruz karşısında savunma yapamayan Burak, Duygu'nun nereyi hedeflediğini bilmiyordu; ama suratının tam ortasına yediği küçük minder kadının ıskalamadığını söylüyordu.

"Bu savaş demek biliyorsun, değil mi?"

Elindeki sigarayı evde var olduğunu bilmediği Collesium şekilli küllüğe bırakan Burak, yüzüne yediği yastığı Duygu'ya geri fırlattı. Kıvrak ve esnek şekilde yastığı savuşturan Duygu adamdan önce kaptı onu. Az önce içine girdiği çıkmaz o kadar çıkmaz olmasa gerekti, çünkü Aysun Çetin uçup gitmişti aklından.

"Hodri meydan. Silahsız kaldın, ne yapmayı düşünüyorsun şimdi fırlattığım yastığı ben on ikiden vurduğumda?"

"Fırlatmadan bu ne özgüven?" der demez tekrar yüzünde patlayan minderle neye uğradığını şaşıran adam, etrafına yedek minder için bakınırken Duygu attığı minderin ribaundu almıştı yine. Gözleri diğer minderde uyuyan iki kediye kayan adamı fark eden Duygu anında atıldı.

"Aklından bile geçirme kızlarımı rahatsız etmeyi."

"Adil şartlarda gerçekleşmiyor bu savaş. Bana da bir minder gerek."

"Kimse sana adil olacağını söylemedi. Ayrıca savaş isteyen sendin. Ben akın yapmıştım sadece. Madem silahın yok ne diye altından kalkamayacağın bir savaşa girdin? Bilmez misin en kötü barış, en iyi savaştan yeğdir."

Adil olmayan çok başka şeylerdi Burak'a göre. Şimdi çok uzun zaman öncesinde kalmış gibi gelen bir anda, bir kez daha konusu geçen bu adaletsizliği uzaklaştırdı kafasından. O günler geride kalmıştı, şimdi Duygu buradaydı.

"Elimde top tüfek olsa ne fark eder? Ben hepsini sana teslim ederim kendimle beraber, sırf sus diye. Mübarek çeneye bak, taramalı gibi."

Duygu, yüzünde tek mermi atmadan savaşı kazanan komutan edasıyla camın önünde yemekte giydiği abiye elbiseyle gülümserken Burak anı bir kararla yataktaki tek yastığı aldı ve onun gülen yüzüne vurdu onunla. Kurşun beklemediği anda gelmişti.

"Haaaa, bittin sen Burak Efendi, kara sularıma girmeyecektin. Asıl savaş şimdi başlıyor."

Ardı arkası kesilmeden, odanın içinde bir o yana bir bu yana koşturan iki şık giyimli insana dışarıdan bakan kim olsa deli derdi. Onlar yastık savaşı yaparken deli olmayı umursayacak durumda değildi. Duygu çok uzun zamandır kahkahayla gülmediğini unutmak istercesine hem Burak'ın yastığını savuşturmaya hem de ona vurmaya çalışıyordu. Bunları yaparken kahkahaları eksik olmadı. Bir saatin sonunda yastığın içi çıkınca Burak silahsız kalarak ellerini kaldırdı ve teslim oldu.

Nefes nefese kalmış bir yorgunlukla kendini sırt üstü yatağa bırakan Burak gözlerini tavana dikti. Göğüs kafesi inip çıkarken yan tarafındaki çökmeyle o tarafa döndü. Duygu da kendini yatağa atmış, elleri göğsünü kaçıp gitmesin diye tutuyordu.

"Canına okudum senin. Ben kazandım."

"Mermim bitti. Tebrikler. Bitmeseydi görürdün gününü."

Duygu tavana, Burak Duygu'ya bakarken etrafta halen uçuşan tüyler büyülü bir anı film hilesi gibi odalarına taşımıştı sanki. İkisinin de yüzünden çok ateşli ve orgazm dolu bir sevişmenin ardından yaşanabilecek kırmızılık, gülümseme, halinden memnunluk akıyordu. Duygu onunla ağız dalaşı yapmadan, hakaret içermeyen, nadir gerçekleşen, sıradan; ama hiç de sıradan olmayan bir konuşma yaptığı için mutluydu. Gerginlikten hoşlanmayan yapısı Burak'la evlenmek zorunda kaldığından beri botoks yaptırmış gibi yaşlanma karşıtı etki gösterse de o yaşlanmaktan korkmuyordu ve şu an gerginlikten çok uzaktı.

Burak'ın gününü gördürmekle ilgili son cümlesinden sonra yüzünü ona dönen Duygu, adamın yüzüne çok yakındı. Nefesi düzene girmekten hala bir hayli uzakken gözleri kendi gözlerine bakan adamla daha önce nişan dansında ve bu gece yemekte en fazla bu kadar yakınlaşmışlardı. Bir erkek olarak sahte kocasını hiç incelemediğini fark etti. Yakışıklı bir yüzü vardı. Hayattan çekmediğini belli eden suratında Cihan gibi kaşında gözünde yara bere izleri yoktu. Çoğunlukla sakallı olan yüz hatları sertti. Köşeli bir çenesinin olduğunu kılların çevrelemediği nadir zamanlardan biliyordu. Kahverengi gözleri genellikle kısık bakıyordu, fakat belki de ilk kez yumuşaklık gelip yerleşmişti kızgınlığın yerine. Ona bakarken genellikle kızgın olurdu halbuki. Onun da kıvırcık saçları vardı. Kısa olmadığı için alnında daima bir kısmı duruyordu. Şimdi terden alnına yapışmış olan saçları çekti eliyle Duygu. Geniş alnının kırışmasına sebep olan kaş çatışı bu kez kızgınlıktan değil, şaşkınlıktandı. Duygu ona dokunmuştu.

"İki yastığın bile olsa benimle başa çıkamazdın."

Kadının ona dokunacağını tahmin etmeyen Burak, bunun cinsellikle alakası olmadığını biliyordu. Ancak ondaki tesiri başka oldu. Minik elleriyle alnına temas ederek saçlarına değmesi yıllardır kadın hasretiyle yanmış tutuşmuş bir abaza gibi başka yerlerini harekete geçirdi. Anında doğruldu yatakta.

"Öyle veya değil, asla bilemeyeceğiz. Duş almam lazım. İyi geceler."

Dokunduğu için yanlış anlayabileceği aklına gelmemişti Duygu'nun. Hülya vardı neticede ve kesin rahatsız olmuştu. İstemsizce gitmişti eli. Üzüldü Duygu. Gözlerini kapatan saçları seçmek istemişti sadece.

"İyi geceler."

Burak odadan çıkınca o da banyoya girdi hızlıca duş aldı. Saçlarını kurutmak için aynaya baktığında sadece iki dakika inceleyebildiği yüzü düşündü. Ona bakarken daha sakin, daha bir uzlaşmacıydı bu gece. Hatta eğlenceliydi. Cihan'la yastık savaşı yapmak istese onunla dalga geçerdi belki de; ama Burak anında karşılık vermişti. Bozulup odadan gitmemiş üstelik ablasının gelişi ve gidişiyle ilgili tek kelime etmeden, geçmişini anlatmasını şart koşmadan onunla sosyalleşmişti. Düşüncelerinin arasına giren ablası tebessümü sildi götürdü yüzünden.

"Yıllar sonra ablam geldi."

Gözlerinden bir an beklemeden yaşlar süzülmeye başlamışken aklından geçenleri duymamak için fönü çalıştırdı ve dakikalarca kuruttu saçlarını. O kadar kuruttu ki, saçları tavana değecekti neredeyse. Hala ağlıyordu. Haksızlık karşısındaki çaresizliğine, masumiyetini çalan adamdan alamadığı öfkesine, en çok da ona inanmayı seçmeyen ablası varken kimsesizliğine... Ağladı.

Cihan vardı evet; ama yaşadıklarını anlatamadıktan sonra derdine çare değildi hiç kimse. Ağlaya ağlaya, içi çıkmış yastığı doldurabildiği kadar doldurdu. Yatağa yattığında ne banyo ne yastık savaşı ne Cihan'ı düşünmek kesebildi gözyaşlarını. Kedilerini yanına aldığında daha da arttı akıttıkları. Evden ayrılmadan önce her defasında kedi isteğini dile getirdiği ablası, kesin dille reddetmişti bu isteği. Ne istediyse son aylarda veto yiyordu biricik ablasından. Aksi gibi eniştesi iyi davranıyordu ona. Okul voleybol takımına yazıldığında maçlarını izlemeye geliyor, düğün çalgıcısı olan babasının birlikte oldukları sınırlı zamanda öğrettiği piyano çalmayı devam ettirmeyi arzu ettidiğinde kendisi gidip kursa yazdırıyordu. Nasıl olmuştu da ona zorla sahip olacak duruma gelmişti? Altı yaşındaydı evlerine geldiğinde. Geldiğinde de gittiğinde de çocuktu.

Peki ya ablası neden kötüydü ona karşı? Eniştesinin ilgisini bir an bile art niyetle düşünmeyen Duygu'nun aksine ablası hep mi kocasına başka gözle baktığını düşünüyordu? Artık gözleri yanıyordu ağlamaktan. Sekiz yıl sonra ne diye gelmişti? Para için dese metelik yoktu Duygu'da. Bunu anladığı anda giderdi amacı buysa. İçten içe özlendiği için gelmesini istediğini biliyordu Duygu. Gelip sarıldığında nasıl da hiç bilmediği anne kokusuydu kokladığı.

O durmayacakmışçasına akan gözyaşlarıyla boğuşurken Burak banyodan çıkmış hislerini ne olarak sınıflandıracağını düşünüyordu. Bir dokunuşla kendinden geçmesi kadar saçmalıklarla uğraşmak istemiyordu. Hırsızlık yaparken yakaladığı kadın sahte ve mecburi bir evlilik sonucu karısıydı, hepsi buydu.

"Biyolojik, tamamen biyolojik. Başka ne olabilir? Porno izler gibi... Yuh! Ne pornosu, alt tarafı saçımı çekti alnımdan. Bu hislerin açıklaması saçmalıktan başka ne olabilir?"

Uyumadan su içmek istedi. Sürpriz. Dili damağı kuruduğu her an odasındaki suyu bitmiş oluyordu. Ayaklarını sürüye sürüye indi. Hararetini söndürmeden uyumaya çalışmanın getirisiyle uğraşmaya yeltenmedi bu kez. Mutfaktan suyu alıp odasına çıkmadan önce demin kahkahalarla gülen Duygu'yu merak etti. Kapısına geldiğinde kapalı kapıya rağmen duyulan hıçkırıklarla kapıyı açmaya niyetlendi. Eli kapıda nasıl bir bahane uyduracağını düşünürken iç sesi rahat bırakmadı onu.

Neden bir bahaneye ihtiyacın var? Girsen ne yapabileceksin? Git, yat.

Elinde bardak merdivenlerin başına gelip vazgeçti tekrar. Salona geçti ve her ihtimale karşı kanepede biraz beklemeye karar verdi. Belki ona ihtiyacı olurdu. Belki sinir krizi geçirecek kadar kötüleşirdi ve Burak odasındayken duymazdı. Ses olsun diye televizyonu açtı. Suyu biten bardağı kenara koyup kaykıldı kanepede. Gözleri kapanmaya başladığında odaya çıkmak eziyet haline geldi ve orada uyudu.

Duygu dinmek bilmeyen gözyaşlarından gözüne uyku girmeyeceğini anlayınca biraz kafa dağıtmak için film izlemeyi düşündü. Diz üstü bilgisayarına bakındı. Geçen geceden beri eline almamıştı. Salona geçti. Burak'ı kanepede uyumuş görünce alnına düşen o tutama dokunmadı bu kez. Dokunur ve uyanırsa ondan etkilemiyormuş da ellerini uzak tutamıyormuş, sapık kadın izlenimi hoş olmazdı. Yerine yatması için tam dürtecekken geçen geceki hali geldi aklına. Kendisini uyandırdığı için söylenmişti. Üstünü örtmek için etrafa bakındı. Havaların sıcak gitmesi soğuk kış akşamları hazırlığı yaptırmamıştı onlara haliyle. Kanepede polar kar taneli battaniye yoktu. Adımlarını merdivenlerden yana atmışken zehir düşünceler yine ele geçirdi onu. O Burak'ın odasına çıkınca uyanırsa bu kez sanki odasını karıştırmak için fırsat kolladığını düşünebilirdi. Çok saçma bir fikirdi kabul, tüm evde yalnızdı sonuçta, ancak odasına gitmekten alıkoyamadı kendini. Yastığa biraz daha tüy koyup, pikesiyle birlikte Burak'a hibe etti.

Bilgisayarı sessizce alıp yatağa geçti. Daha ilk on beş dakikada esnerken uyuyakaldı. Gözünü daha önce koklamadığı hoş bir kokuyla açan Burak, kanepede uyuyakaldığını anladı. Buraya yattığında başının altında olmayan bir yastık ve üzerinde olmayan bir pike de ona eşlik ediyordu. Doğruldu hemen.

Burak'ın yastığını almak için bile onun odasına çıkmamış olan Duygu kendi yastığını vermişti ona. Burak'ı delirten, mis gibi kokusuyla tek yastığını... Daha geçenlerde Duygu'nun üzerini örtmek aklına bile gelmemiş, onu kanepede bırakarak odasına gitmişti. Yetmemiş, burada yattığını  gördüğü halde aklına ne yastık ne örtü gelmişti.

Ayağa kalkarak Duygu'nun odasına gitti. Kapıyı usulca açıp tezini doğrularcasına uyuyan kadını izledi bir süre. Yastıksız ve pikesiz, iki büklüm yatıyordu.

Sokakta da böyle mi yattın sen?

"Ah! Duygu, ben seninle ne yapacağım?"

Elindekileri üstüne örterken sesli düşündüğünü ayırt edemedi. İçi dışı bir olduğu zamanları hayatına taşıyordu sanki tekrar bu kadınla. Duygu'ya içinden geçenleri söylememek adına öylesine çabalıyordu ki, uyurken konuşmak üstünden tüm yükleri aldı sanki.

"Bir anlatsan bana kıvırcık, daha çok inansam sana güzel olmaz mı? Bizden bir şey olsa..."

"Efendim? Burak? Ne işin var burada?"

Kapının ve uyku mahmurluğuyla ne dediğini anlamadığı adamın sesine uyandı Duygu. Üşümüştü. Camı kapatmayı akıl edememişti.

"Kendi örtünü niye verdin bana? Üşümüşsün."

"Hırkamı örttüm kendime, açılmışım. Niye kanepede yattın?"

"Film vardı, izlerken uyumuşum."

Gözleri çok ağladığını belli ediyordu mutlaka; ama Burak sormuyordu. Bu zamansız anlayış öyle iyi geldi ki ona, neredeyse yirmi dört yıl yaşadığı tüm anlaşılmamaların yerine geçti. Yerde nefesle bile hareketlenen tüyler gibi hissetti kendini. Tüy gibi hafifti. Minnet duydu adama.

Minnet mi?

Duyduğu şey hoşuna gitmemeye başladığında yüzü değişti. Burak'a bakmadan diğer tarafa döndü. İyi geceler demeyi ihmal etmedi. Bu odadan çıkması için çağrıydı. Cihan geldi gözünün önüne. Ne yapıyordu acaba şimdi? Burada sabahın dördüne gelen saat onun olduğu yerde de üçüne ya da ikisine artık her ne haltsa, geç bir saate denk geliyordu. Arayamazdı.

Minnet kimlere duyulurdu?

Cihan da hep anlamamış mıydı? Hiçbir şey anlatmadığında bile sessizliğini dinlememiş miydi? Burak'ın ablası geldiğinden beri yaptığı gibi. Gözlerini yumdu sımsıkı. Bir yanda onu sokaktan alan, nefesi olan adam, diğer yanda iki ay önce onunla şantaj yaparak evlenen hıyar. Kıyasladığı kategoriler bile farklıydı. Güldü kendi kendine. O Cihan'ı çok seviyordu. Minnet duyduğu için yatmıyordu elbette onunla.

Birkaç sefer daha döndü yatakta. Midesi kalkmasını buyurdu ve göz ardı edemediği açlıkla mutfağa yollandı.

Burak odadan kovulmaktan beter halde bardağını tekrar doldurdu, daha odasına çıkamadan mutfaktan gelen takırtılarla geri indi basamakları. Mutfağa girdiğinde sandviç hazırlığı yapmakta olan Duygu'ya hayretle bakarken yaslandığı kapı gıcırdadı. Sese dönen Duygu gözlerini devirirken konuştu.

"Yine hırsızlık muhabbetti yapacaksan eğer, mutfak faresi olduğum doğru. Yiyeceklerini çalıyorum."

Yanlış anlaşılmaktan ve hareket işitmekten korktuğu için kendi yastığını vermişti ona, daha ne yapsındı yani? Odasına çıkmamış, şimdi mutfakta basılmıştı Burak'a.

Duygu radarın mı var ne be adam?

Hafif tebessüm eden Burak bu iğnelemeyi boş geçerek "Acıktın mı?" diye sordu.

"Evet, sen de ister misin? Yapabilirim sana da."

Adam daha geçen gece kadının yediği elma kendisine beş kilo aldırmış gibi hissediyordu, kaldı ki, sabahın dördünde bin bir malzemeli sandviç mi yiyecekti?

Elveda dürüstlük, merhaba şişkoluk.

"Olur, yerim yaparsan. Senin bedenin çok yakan spor otomobil gibi. Ne yersen yakıt olarak harcıyor. Kadın olsaydım gıcık olurdum sana."

Erkeğim yine de gıcığım gerçi.

"Evet, metabolizmam hızlı benim. Sık sık bir şeyler yeme ihtiyacı hissediyorum."

Sık sık derken?

"Duygu sen uyumadığın her an bir şeyler yiyorsun."

... Ve neden bu benim çok hoşuma gitmeye başladı?

"Lokmalarımı saymıyorsun, değil mi?"

"Hayır, yanlış anladın. Aksine iki yüz elli gram aldığım şeyleri kilolarca almak benim de hoşuma gidiyor."

"Kilolarca mı? Sen bir kilonun dörtte birini yiyorsun da ben ne kadar peki, hesap edemedim. Kalanları ben mi yiyorum yani?"

"Duygu niye yükseldin ki, anlamak imkansız seni. Hoşuma gittiğini söyledim ya!"

"Bir kadına ne güzel öküz gibi yemek yiyorsun diye iltifat edilmez. Sensin öküz. Hıyar deyince bile kızıyorsun üstelik bana."

Öküz mü dedim ben?

Burak kırk saniye önceye sardı zamanı. Öküz demediğine emindi. Nasıl bu sonuç çıkmıştı hoşuna gittiğini söylediği yeme eyleminden anlayan ona da açıklasa ne iyi olurdu.

"Dediklerimin neresinden çıkardın bu sonucu? Dolabımın dolu olmasını çok seviyorum."

"Kilolarca dedin Burak. Kilolarcaaaa."

"Taktın mı takıyorsun. Masraflarını çekeceğimi söyledim sonuçta, derdin ne? Ailem varmış gibi hissettim."

Minnet duygusu dağıttı beni. Kime ne hissediyorum, karıştı ortalık. Belli ki, bana karşı ılımlı bir politika izlemeye karar verdi Burak Efendi.

"Haklısın, çekeceksin tabii. En iyisi ben gidip elli kilo bir kadın TONLARCA nasıl yemek yer bir araştırma yapayım şu sandviçimi yiyince."

"Ye kıvırcık ye, tonlarca ye. Bununla batmam ben."

Keyifleri yerinde olarak ikisi de masaya oturdu. Tek eksik çaydı. Duygu beş dakikada yiyip uyuma hesabıyla kalkmıştı yataktan; ama şimdi sıcak bir sohbet başlatmışlardı. Kimsenin aklına uyumak gelmiyordu. Farklı odalara gidip havayı bozmak ise asla düşünülmüyordu. Sandalye tepesinde işten geç gelen kocasına hafif bir şeyler hazırlayan ideal eş konumundaydı Duygu.

"Kaç yaşındasın?"

"Kaç gösteriyorum?"

"Okulun bu yıl bittiğine göre yirmi iki ya da yirmi üç mü?"

"Bir ay sonra yirmi dört olacağım."

On Ekim'de, biliyorum.

"Var mı aklında kutlama ile ilgili bir şeyler?"

Villada Eylemler, Merveler ne güzel kutlarız.

"Cihan gelmiş olur mu bilmiyorum. Her yıl ufak bir pasta alır, ben mum üfler dilek dilerim. Bir sonraki sene gerçekleşmeyen dileğimi yinelerim. Aklımda bir şey yok yani."

Ben gerçekleştirebilir miyim dileğini? Piyano mu?

"Cihan'ı nasıl da unuttum? Eşeğim ben."

Bozuldun mu sen?

Ne diye bozulacaktı ki? Duygu'ya öyle gelmişti büyük olasılıkla. Gelip geçip laf soktuğu kadına doğum günü organize edecek değildi haliyle. Mutlu bile olmuştur diye düşündü. O zaman geldiğinde belki de gece yasağı kalkmış olurdu. Tüm bunları düşünürken Burak'ın kısık gözleriyle ona baktığını bir süre sonra fark etti. Fark etti, çünkü Duyhu da ona bakıyordu.

"Güzel olmuş mu?"

"Olmuş, eline sağlık. Yarın pazar. Evdeyim. Bir şeyler yapalım mı?"

"Sen yemek yapmayı biliyor musun?"

"Biliyorum bir şeyler. Niye sordun?"

"Bana da birkaç püf noktası öğretir misin? Hiç yormam seni. Çabuk öğrenirim."

Pazartesiyi beklerken zamanın su gibi akıp gitmesi onun da işine gelirdi. Ablası galeriye gelecek miydi, gelse bir şeyler anlatacak mıydı yirmi dört saatten fazla vardı bunu öğrenmesi için. Duygu'ya hala inanmış değildi yaptığı yemekten sonra; ama ne kaybederdi ki? Birlikte bir şeyler yapmak eğlenceli olurdu bu kadınla. Yastık savaşını sevmişti.

"Kafama yumurta atmayacağına söz verirsen neden olmasın?"

"Sevgilimi yanımdan kaçırdığımı söylemeyeceğine söz verirsen neden olmasın?"

"Anlaştık."

Biten sandviçlerin ardından bitmeyen muhabbet de bittiğinde saat sabahın yedisi olmuştu. Güneş çoktan doğmuş, evin içini aydınlatmıştı. Kapanan gözlerden uykuyu savuşturacak kadar etkili olmaması güneşin suçuydu. İlk uyanan Burak oldu. Oldu olası gündüzleri uyku alışkanlığı yoktu. On bire kadar uyuması bile rekordu. Arrık daha rahat girdiği karısının odasında aldı soluğu. Duygu'yu gece yatarken görmemişti; ama yattığı gibi uyumaya devam ettiğine şüphe yoktu.

Üç gün üç gece...

Sokakta kalmasının yadigarı bu hareketsizlik canını sıkmıştı; ama yanına gidip kadını döndürecek, bu tarafa da yat diyecek hali yoktu ya, kendini zor durduruyor olsa da. Mutfağa geçip kahvaltı hazırlamaya başladı. Genelde önce çayı koyardı; ama unuttu. Her şeyi hazır ettiğinde masaya koyduğu çay bardaklarına tam çay dolduracakken kafasına dank eden ayrıntıyla sandalyeye çöktü.

"Çok mu çabuk alıştım ben sana? Bu hiç iyi değil. Sağlıklı değil. Ne oluyor ya?"

"Ne olmuş?"

Nefesim oldu demişti Cihan için. Canı sıkıldı. Duygu'yla iyi geçinmek iyiydi hoştu, harikaydı, mutluluk vericiydi, eşssizdi vb.; ama bulanık bir akılla hayatına devam edemezdi.

"Bir şey olduğu yok. Çay yap hadi. Akşama kadar uyudun."

Sana da günaydın.

"Önce çay konur bilmiyor musun?"

Biliyordum. Akıl mı bıraktın bende?

"Bak sen! Hizmetçin mi var senin? Kahvaltı hazırladım işte, yetmiyor mu?"

Saatler öncesi rüya mıydı? O zaman ablası da gelmemiş olurdu. Bu siniri neye borçluydu acaba Duygu yine? Çayı koyarken sormak istiyor, ters teper diye çekiniyordu. Sandviç yedikleri anı özledi. O zaman kibardı. Duygu defalarca yanlış anlamasına rağmen sesini yükseltmemişti. Ona laf sokan taraftaydı ve Burak gülerek kendini ifade etmeye çalışmıştı. Ne değişmişti şimdi? Dayanamadı.

"Ben bilmeden bir şey mi yaptım seni kıracak?"

"Bilmeden ya da bilerek beni kıracak konumda değilsin sen."

Mutlak değer küfür Burak. Kızın ne suçu var senin boktan dalgalı duygu durumunda?

Gerginlik çıktı yoktan yere iyi mi? Duygu Burak ondan sigara istediğinden beri tüm sinirlerini aldırmış, tüm gerginliğini buruşturup çöpe atmıştı. Ne olmuştu şimdi böyle? En son mutlu mesut sandviçlerini yiyorlardı. Sessizliği seçti. Aradığı konum bulunamıyordu madem Burak Efendi'nin ne diye kendini açık edecekti ki? Tek üzüldüğü hevesle yemek yapacağı güne uyanmış olmasıydı. Yine kursağında bırakılmak üzere heves edilen bir şeydi. Sorun yoktu. Alışmıştı artık. Dün gecenin hatırasına yazık etmek istemedi. Yemeye başladı. Yerse unuturdu.

Dalgınca yediğinden Burak'ın ona nasıl baktığını görecek gözü yoktu. Pişmanlık dört bir yanını sarmış, paçalarından akarken dediklerini dememiş gibi yapması saçmaydı. Etkileniyordu Duygu'dan. Anlamı olmayan bir evlilik içinde iki aydır tanıdığı hırsıza karşı kalbini neyin çarptırdığını çözemiyordu. Tek bir temasla yerle bir olmuştu. Gelinlik seçerken yanağından öptüğünde, düğün günü öpüşmüş gibi yaptıklarında bile saçını kenara ittiği kadar etkilenmemişti. Sertliğiyle geri durabilirdi bu saçma durumdan. Yine de bir kadını üzdüğü için nefret etti kendinden.

"Acele et, akşam olmadan yemek yapacağız daha."

Başını kaldırdığında gözlerinde patlayan havaii fişekleri gördüğüne yemin edebilirdi Burak. Nefret etmeyi, kin tutmayı bilmediğinden emin oldu. Daha demin ağzına, dün gece hayatının ortasına sıçılmamış gibi gülebiliyordu gözbebeklerinin içine kadar.

Ağzıma sıçayım, ben ne yapacağım?

"Dakikalar önceki ruh halinle bugün yemek yapmayacağımızı, vazgeçtiğini düşünmüştüm."

Böyle de açık sözlü. Otur sıfır Burak.

"Şansını zorlama kıvırcık. Her an vazgeçebilirim."

Eliyle dudaklarının arasındaki görünmez fermuarı açtı mı kapattı mı bir fikri yoktu; ama kahvaltı bitene dek konuşmadı. Deminki sessizlikten tek farkı Burak'la gözleri her buluştuğunda ona içten gülümsemesiydi.

Kahvaltılıklar yerlerini aldığında Duygu dolapta ne var ne yok çıkarmaya başladı. Et, balık, sebze, salatalık yeşillikler, ıspanak, üzüm... Yetmedi kiler dolabına dadandı. Yeşil mercimek, pirinç, nohut, makarna...

"Duygu aşevine gönüllü girdin de benim mi haberim yok? Sen hayırdır, üç gün mutfaktan çıkmayacağız sanıyorsun galiba."

"Püf noktalarını öğreteceksin ya."

"Üzümden reçel yapmayacaksan eğer onu yemenin püf noktası sapını koparman sadece. O niye dışarıda?"

"Yemek yaparken enerjim düşer benim kesin, takviye kuvvet o. Aç aç yemek mi yapılırmış?"

"Benim ayıbım affedersin."

Ee yani. Bir zahmet Burak.

Kahkahayla elindeki önlüğü Duygu'nun arkasına geçip bağlayan Burak saçlarının kokusuyla mest oldu. Dün gece duş almıştı, kesin; ama yastıktaki koku doluyordu burnuna.
Boynundan geçirdiğinde Duygu'ya fırsat vermeden kendisi çıkardı saçlarını.

"Sen parfümünü mü değiştirdin?"

"Kullandığım iki koku var. Diğeri bitti. Buna geçtim. Sırayla kullanıyorum."

"Bu uzun süre bitmez umarım. Çok güzel kokuyorsun."

"Ben de seviyorum, teşekkür ederim."

Burak seri hareketlerle eti kuşbaşı yaparken ne yapacaklarına karar vermemişlerdi. Doğaçlama takılacak çıkan sonucu yiyeceklerdi. Bir hata yaparlarsa eğer, yemesi en güzel hata olacaktı. Bu dünyada hatalarını yeme fırsatı kaç insana nasip olurdu ki?

Duygu gözünü Burak'tan ayırmıyor, koyduğu tuza kadar ölçerek adamı delirtiyordu. Tezgahta onun hareket alanını daralttığı yetmiyormuş gibi bir de olur olmadık yerlerde alakasız sorularla Burak'ın dikkatini dağıtıyor, yemeğe baharat koydu mu koymadı mı aklını karıştırıyordu. Karışan onca şeyin arasında Burak'ın aklı da vardı. Tam L şeklinde olan mutfakta yan taraftaki maydanoza uzanıp doğramayı hedeflemişken ani dönüşüyle zaten dibinde olan Duygu'yla birleşti bedeni. Sağ yapsa sağa sol yapsa sola kayan Duygu işini hiç kolaylaştırmıyordu. En sonunda önlük havalanmaya başladığında iki eliyle onun iki omzundan tuttu ve kenara çekti.

"Sürekli ayak altında olup, hiçbir işe yaramamayı nasıl beceriyorsun? Mantarları çıkartmamışsın. Et sote yapıyorum, çıkar doğra hemen küp küp."

"Tamam şefim."

Burak başına buyruk bir organıyla  başa çıkamazken yukarı kıvrılan dudaklarına nasıl söz geçirebilirdi? Deliydi bu kadın dolu olduğu kadar. Bir şeyler öğrenirken öğrendiği kişiye sonsuz biat ediyordu. Cihan da böyle onun nefesi olmuşken, ona hayatı öğretirken mi bağlamıştı kendine? Kendisi alt tarafı tek öğünlük, yirmi dakikada bitecek yemek öğretmeye çalışırken Cihan karşısında şansı neydi ki?


4 yorum:

  1. Ellerine sağlık çok güzeldi Her gün beklemekten vazgeçemiyorum. Bir an önce cihan aradan çekilse keşke...

    YanıtlaSil
  2. Evet biz de hep o soruyu soruyoruz Burak efendi.. bakalım.
    Eline sağlık. 🙏

    YanıtlaSil
  3. ellerine sağlık yazarcığım.. gözümü açıp bölümü görünce nasıl okumaya başladım bilemedim.. bir solukta okudum ve şimdide yemek nasıl olacak diye merak ediyorum..😘

    YanıtlaSil
  4. Evet bende merak ediyorum 🤔

    YanıtlaSil