9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 12. BÖLÜM

Ekrem Zengin üçüncü kurabiyeyi Burak'ın son iki cümlesinden sonra attı ağzına. Tek kızından olan tek torunu bir güne bir gün saygıda kusur etmemişti kendisine. Edepli halleriyle her zaman göz doldurmuştu etrafta ve geriye kalan on altısı arasından sıyrılması zor olmamıştı. Hem kuzenlerinden ayrılmamış, onlara da ayak uydurmuştu hem de tamamen ayrılmış, boş gezenin kaldırım mühendisi olmamıştı.
Diğerleri gibi yurt dışı sevdasıyla, bol keseden gelen parayla gününü gün etmemişti. Hem okumuş hem çalışmıştı. Ailesi öldükten sonra bir süre kendi kabuğuna çekilmiş; ama her ne olduysa o kabuktan çıkıp iş hayatında yerini alması için uzun süre geçmemişti.
Karakteri sağlamdı. Dürüsttü. Eşinin kırılan vazosunun yapmadığı suçunu üstlenmek dışında yalan söylediğini görmemişti mesela Ekrem Zengin. Yapanı gözleriyle gördüğü halde Burak Merve'yi korumuştu, üstelik daha yedi yaşındayken. Şimdi kız arkadaşım diyorsa eğer amacı onu mutlu etmekten başka niyet taşıyor olamazdı.
Parayla pulla işi yoktu onun. Annesi ve babasından kalanlarla, kendisinin verdiği evlerle zaten diğerlerinden zengindi. Soyadı Zengin olmayan tek torununun gönlü zengindi, bu da yeterliydi.
"Laflara bak laflara. Yeni fatihimiz vatana millete hayırlı olsun. Sen de bir kadının gönlünü fethettin yani, öyle mi?"
Şimdi daha dedem görmeden Duygu'ya kadın demek çok münasip olur muydu ki? Demek uygun olmasa da, dememek hiç olmazdı.
"Aynen dede. O da heyecanlı seni göreceği için. Bir eğitimi başladı. Biter bitmez elini öpmesi için getireceğim."
"Dört gözle bekliyorum. Daha önceden vardı madem, tanıştırmak için neden bekledin?"
Daha önceden olan kız arkadaşını tanıştırabilseydi keşke. Burak tanıştırırdı da, dedesi tanımazdı. El mahkûm Duygu hanımefendinin rolünü iyi oynamasını bekleyecek, en mühimi de dedesinin bunu anlamaması için dua edecekti. Diğerleri gibi Duygu'nun da bir gözü ona bakar mıydı ki?
"Sen bir buçuk ay önce konusunu açınca aklımdaydı zaten; ama hemen arkasından getirirsem yanlış anlamandan korktum dede. Yoldan birini çevirmişim gibi evleneceğim kız bu diyemedim."
Ekrem Zengin'in de en büyük kâbusu buydu. Sağ olsun evlatları ve torunları onu bu kâbusundan uyandırmak için hiçbir çaba sarf etmezken aklına Esra geldi durduk yere. Gerçi durduk yere aklından çıkıyordu bazen. Çoğunlukla aklında olan kızı ve eşi için dua etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu artık. Baran'ı onlarla tanıştırmak için dört ay beklemişti. Ümmühan Hanım bir talipten bahsedeli geçen dört ayda neler neler geçmişti aklından. Bir marazı var da o yüzden tanıştırmıyor sanmıştı.
Halbuki, sadece doğru kişi olduğundan emin olmak, babası karşısında boynunu eğmemek için geçmişti geçen süre. Bu yönden Burak da annesine benziyordu. Serseri, uçarı, vurdumduymaz tavırlarının altında herkese göstermediği çok iyi bir kalbi vardı.
Bu dünyada iki türlü insan vardı yaşlı adama göre, iyi ve kötü diye ayrılırdı yeryüzündeki milyarlarca âdemoğlu. Ten rengi siyahmış, soluk benizmiş; boyu kısa ya da uzunmuş; fakirmiş zenginmiş bunlar göz ardı edilmesi gereken fiziksel özelliklerdi. Bir insan iyiyse iyi kötüyse kötüydü.
Beş yaşındaki çocuktan zevk almaya çalışan, gözünü harama diken, kul ve yetim hakkı yiyen, birilerinin üstüne basarak yükselmeyi meziyet sanan, karnını bir lokma ekmek doyurabilecekken başkasınınkinde gözüyle birlikte eli de olan herkes kötü insan değil de neydi?
Burak bunlardan biri değildi. Karun kadar zengindi; ama müsrif değildi. Yirmi beş yaşında annesiz babasız kalmış, sapıtmamıştı. Beş dayısı, ondan büyük kuzenleri gibi yan gelip yatmıyor, babası gibi alın teriyle çalışıyordu. Hitap ettiği kesim gereği lüks içindeydi; ama bunu başkalarını ezmek için kullanmazdı. Şimdi, kendi elini uzatacağı gelin hanım her kimse, onun da iyi olmasını temenni etti.
"Ne zaman bitiyormuş bu eğitim?"
"On gün içinde dede. Haber veririm sana. Ben kalkayım sen dinlen."
Dedesiyle vedalaşan Burak, salondan çıkar çıkmaz telefonu aldı eline. Saat on olmuştu. Dedesinin yanında sessize aldığı telefona mesaj gelmiş olsa bile onun yanında bakamazdı. En sinir olduğu şeydi, yanında teknolojiyle ilgilenen torun modeli. Gerçi baktı da ne oldu, ne mesaj, ne çağrı, tık yoktu Duygu'dan.
"Gitti araba. Hadi arabayı bırak, dedeme söyledim ya. Duygu olmazsa kimi bulurum ben on günde?"
Arabaya geçip bir mesaj daha attı.
*Mesajlara dönmemenin geçerli bir nedeni olsa iyi olur hanımefendi.
Eve sürdü tekrar. Beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Bir film açmış izlerken bip bipledi telefonu arka arkaya.
Duygu ve Cihan bir süre arabanın keyfini çıkardıktan sonra Bebek'e geçmişlerdi. Duygu bu arabayla gidilebilecek en güzel yerin oradaki üç metrekare alanda waffle yapan bir mekan olduğuna kanaat edince inmişlerdi araçtan. Ellerine aldıkları waffle'larla sahilde yürüdüler biraz. Cihan Duygu'nun yediklerinin nereye gittiğinin hesabını yapmaktan vazgeçeli çok olmuştu. Yemiyordu, öğütüyordu sanki. Waffle ile birlikte çay da içtiler. İçeyazdılar en azından.
"Sabahtan kalmış gibi bu çay ya, tövbe ne biçim."
"Senin yaptığın gibi değil, tabii."
Ona kocaman gülümseyen adam bir zamanlar tehlikeli olan dövüşçüden çok uzaktaydı. Duygu adama bakarken her defasında yedi yıl önceki soğuk Kasım gecesine gitme sıklığını yıllar içinde azaltmış olsa da, şu an gördüğü, ona elini uzatan adamdı. Dünden beri endişeyle kısılan gözlerine biraz mutluluk üflemek isterdi.
"O zaman eve gidelim, çay yapayım bize."
"Geç oldu Duygu, uyuyalım eve gidince. Erken saatte kursun varmış, katılmak istiyorsan yani. Bence ihtiyacın yok."
"Bence de yok, ama hanımefendiliğimle döveceğim o hıyarı, merak etme sen."
Eve döndüklerinde Cihan duş alıp yattı. Duygu'nun ise gözüne uyku girmiyordu. Cihan'la birlikteyken telefonu yanına bile almamıştı. O, yanında derin uykuya daldıktan sonra, yataktan usulca çıkıp salona geçti telefon elinde. Saat on ikiye gelirken mesajları okumaya başladı.
*Yarın saat 09:00'da galerinin önünde ol.
*Kahvaltıyla uğraştırma beni, yap da gel.
*Kurstan önce bir yere uğrayacağız, sonrasında 11:00'de kurs başlıyor.
*İlk gün için hevesini görmek istiyorum gözlerinde.
*Telefonu kullanmayı biliyorsun, değil mi?
*Duygu? Hattı takıp telefonu mu yuttun?
*??????????????????
*Telefonu açıp, başkasına mı sattın, alooo?
*Gelip gelmeyeceğini söyle bari.
*Yarının konusu eğlenceli, çatal bıçak kullanımı, seveceğine eminim.
"Burada taktik değiştirmeye karar vermiş, komik şey. Acaba neden gülmüyorum?"
*İlerleyen günlerde dans da var eğitimin içinde. Düğün dansı.
*Kullanmayacağın telefona neden hat taktın madem?
*Öldün mü? Eğer öyleyse elimden çekeceğin var. Öldüğüne pişman ederim seni.
*Mesajlara dönmemenin geçerli bir nedeni olsa iyi olur hanımefendi.
İlk on üç mesajı kısa aralıklarla yazmıştı. Son mesaj geleli neredeyse iki saat olmuştu. Cevap yazmak istediği çok şey vardı. Ağzına sıçmakla başlayıp ağzına etmekle bitiyordu hepsi. Sonra aklına gelen Hikmet'e güldü bir süre karnını tuta tuta. Nedense keyfi gecenin bir yarısında tavan yapmıştı. Uyku hormonu salgılaması gereken saatlerde mutluluk hormonu da nereden çıkmıştı? Dört kilo vermişti demek ki?
"Ben Burak'ın ağzına ettiğimde ne kadar zayıflarım acaba?"
Yazıp yazıp sildiği mesajlarla geçen yirmi dakikanın sonunda içine sinen son yazdığını yolladı. Arkasından Burak dangozunun beklediği cevapları sıraladı. Tabii aristokrat bütünlüğünü hiç bozmadan ve hanımefendiliğinden bir gram ödün vermeden.
*İyi geceler Burak. Umarım bu saatte verdiğim rahatsızlıktan dolayı beni mazur görürsün. Görgü kurallarından ve bir kadına nasıl hitap etmesi gerektiğinden bihaber bir adama mesajla ne cevap verilir bunu da öğretiyorlar mı o kursta? Malum o insanlardan birine senden önce hiç rastlamadım ben. İnsan bilmediğini öğrenmek için gitmeli kursa neticede, değil mi? Yer varsa sen de katıl. Bir dost tavsiyesi...
*Ayrıca, mesajlara dönmememin üç milyonluk geçerli bir nedeni vardı, merak etme yani Burak Efendi. Yarın dediğin saatte galeride olurum.
*İyi geceler Burak, rüyanda beni gör. Ne yaparken olduğunu engin hayal gücüne bırakıyorum.
*İpucu: Küfür üssü küfürün küfür kuvvetini içeriyor.
Filmi durdurup bip bip sesinin kaynağına yönelen ve mesajları okuyan Burak sinirleneceğine kahkaha atıyordu. Küfür etmenin bu kadar varyasyonu olduğunu bilmezdi. Duygu ana avrat düz gitse annesi babası hariç etkilenmezdi; ama engin hayal gücü sınırları zorluyordu ve aklına küfürün üssü küfürler bir bir düşerken büyük değişim gösterdi yüz ifadesi. İşte şimdi sinirlenebilirdi.
"Görgüsüz demiş bir de bana. Var ya, Eylem seni sevmese görürdün sen. Bir şikayeti olsaydı senden, küfürün iç açıları toplamı kadar çınlardı kulakların. Gerçi asıl göreceklerin, duyacakların dedemin seni gözünün tutmamasından sonra olacak. Bekle. Bekle. Sabırlı adamım ben."
Mesajına bir cevap beklemiyordu Allah'tan, kestirip atmıştı Duygu. Verebilecek bir cevap bulamadı çünkü. Gerçekten selamsız deyyus gibi yazmıştı mesajları. En azından Duygu ve arabası sağlamdı. O anda Eylem'in dedikleri geldi aklına. Laptop kucağında hazır açıkken 'belde gamze' yazdı arama motoruna. Görsellere tıkladığında gördükleri de neydi öyle? Yutkunmak zorunda kaldı.
Görsellerle birlikte gelen açıklamalar daha ilginçti. Yok seksi olurlarmış, yok orgazm onların işiymiş, bla bla bla.
"Duygu'nun belindeki Venüs gamzesi umurumda olsa bir anlamı olurdu tabii seksapalitesinin. Şansına küs tatlım. İlgilenmiyorum seninle. Hülya'da var mı ki bunlardan? Olsa görürdüm herhalde."
Pat diye kapattı ekranı. Arabadan aldığı elbiseleri giysi odasına yığmıştı üst üste ilk geldiğinde. Saat gece yarısı olmuştu ve kaçan uykusu için koyun yerine kıyafet sayabilirdi. Kim bilir yarın ne giyinip gelecekti ve gidecekleri yerler için uygun olmayacaktı. Hem yerlerine asar hem de yarın için uygun bir şeyler ayarlardı onun için.
Birlikte yaşayan bir çift için karşılıklı olarak, geniş yatak odasının devamına tasarlanmış giysi odasında kısmen boş olan tarafa torbalardan çıkanları yerleştirmeye başladı. Hülya'nın dağınık şekilde duran kıyafetlerini getirdiği bavula koydu. Ağzını kapatıp yarın ona götürmek için kapının yanına koydu.
Aldıklarının çoğu askılıydı ve yerleştirmesi kolay olmuştu. Sıradaki kıyafeti eline aldığında Eylem'in sözleri resmigeçit yaptı gözlerinin önünden, kulaklarının dibinden.
...ve biliyor musun, göbeği açık bir model denedi of, Allah vakit ayırmış yaratmış ya, o belindeki gamzeler nasıl da tam yerinde, bu akşam ilk iş o aldığımızı denesin de gör, boş geçmez sizin geceler, regl olmasın diye dua edersin.
Elinde tuttuğu kıyafetin arkasını çevirdi. Yanlardan birleştirilmiş; ama göbek ve bel kısmı açık bırakılmıştı. Ne biçim bir kıyafetti bu böyle? Saçmaydı. Belini, göbeğini açık görmek isteyen vardı sanki?
"Eylemko, iyi ki güvendik zevkine. Hay ben senin zevkine... küfredeyim. Duygu da itiraz etmeden denemiş maşallah, kör herhalde. Bikiniyle çık gez, oldu olacak. Hayır, dedemin yanında giyemeyeceksin belli, param boşa gitmiş. Yoksa her gün kanaman olsa, bana ne senden?"
Yerleştirdi onu da. Sonra kıpkırmızı bir elbiseye sıra geldi. Bu, ondan da beterdi. Yırtmaç ayrıydı, sırt kısmı yoktu. Makas yok muydu burada bir yerde? Nerede giyecekti bunu?
"Manken sanki? Memeleri de küçücükmüş işte, benim ellerim ne kadar büyük bir baksana. Off! Ne diyorum ben ya? Hülya'nın annesi de boynuzlanacak bugünü mü bulmuş? Özledim sevgilimin iri göğüslerini. Onun memesine mi kaldım ben?"
Kalanları yerleştirmekten vazgeçti. Eylem gelip yapabilirdi bu işi. Sadece yarın giymesi için bir şeyler ayarladı. Yatağa geçip kapadı gözlerini anında. Demin baktığı resimler geliyordu gözünün önüne.
"Belde gamzeymiş... Peh! Bir şeye de benzeseydi bari gördüklerim."
Duygu'da daha bile seksten soğutucu etki yaptığına emindi o çukurların. Sımsıkı yumdu gözlerini, gördüğü çukur yerine kapkaranlık görene kadar. Nihayet uyuduğunda ve hiç uyumamış gibi uyandığında bugünün Duygu ile çok zor geçeceğinden emindi.
Duygu bir takım zil ayarlamaları, önceden kullandığı uygulama kurulumları yapıp saatini kurduktan sonra geçmişti Cihan'ın yanına. Göğsüne sokulup adamın ten kokusuyla uykuya dalmıştı. Yattığı aynı şekilde uyandığında ise, Cihan tek elini başının altına destek yapmış onu seyrediyordu.
"Günaydın küçüğüm."
"Iııııhhhmmm! Günaydın. Alarm çalmadı, değil mi?"
"Çaldı, ben kapattım."
Gerinmesini yarıda bırakıp yatakta doğruldu hemen Duygu. Cihan'ın kolundaki saate baktı hemen. Oh! İki dakika olmuştu. Duygu beş kere ertelerdi, yarım saat sonra uyanırdı. Erken bile uyanmıştı.
"Çok mu heyecanlısın bugün için Duygu?"
"Heyecan değil de, ona koz vermek istemiyorum geç kalıp."
Silahın bulunduğunu ve onunla tehdit edildiğini Cihan'a söylememişti. Az çok bir fikri olup onun da kendisini tedirgin etmek istemediğini tahmin edebiliyordu. Sakin kalıp evden çıkana kadar hareketlerine çeki düzen vermeli, bu işin onu gergin yaptığını Cihan'a hissettirmemeliydi.
"Sen ne yapacaksın bugün?"
"Hiç. Takılırım evde. Yeni numaranı kaydet bana da. Canını sıkan bir şey olursa, hemen ara."
Duygu Cihan'ın dediği yaptı ve kahvaltı edip saat sekiz buçuk gibi yeni aracına bindi. Dokuza beş kala galerinin önündeydi.
Burak gelmemişti henüz. Galeri açıktı. Haşim Bey açmış olmalıydı. İçeri girdi ve adama selam verdi. Güler yüzle iki muhabbet etmişti ki; adının seslenilmesiyle arkasına döndü. Burak elinde bir iki torbayla ona doğru geliyordu. Elalemin yanında iyi erkek arkadaşı pozlarında elini beline koyup sarıldı ona. Yanağına yalandan öpücük kondurma bahanesiyle sivri dilini devreye soktu.
"Sana galerinin önünde ol demiştim. GÜNAYDIN SEVGİLİM."
"Ben de sana galeride olurum demiştim. SANA DA GÜNAYDIN BURAK Efendi."
Elindeki torbaları Duygu'ya veren adam Haşim'e döndü ve Duygu ile az bir işi olduğu için iki saate geleceğini söyledi. Duygu'nun yürümesini sağlarken galerinin arka tarafında bir kapının önüne geldiklerinde içindekileri giymesini istedi ondan. Burak'ın odasıydı büyük ihtimalle. Kapıyı kapatan adam kız hazırlanırken dünkü alış veriş ve Efe'nin memnuniyeti hakkında müdüründen bilgi almaya başladı.
Duygu bir yandan üzerini değişirken bir yandan da fotoğraflara bakıyordu. Annesi ve babası olduğunu tahmin ettiği kişilerin yanındaki Burak, şimdiki halinden çok küçük görünmüyordu. Ailesi öleli çok olmadığını varsaydı. Giyindiği halde etrafı incelemeye devam etti. Plaketlerin olduğu kısımda Baran Özcanlar ismi yazıyordu. Ne çok ödül gibi şeylerden almıştı. Kapı çalınıp açılınca sıçradı yerinden.
"Hadisene, tüm gün seni mi bekleyeceğim?"
"Hazırım ben."
Kendi kıyafetlerinin olduğu torbayı araca bırakıp Burak'ın arabasına bindi. On beş dakikalık yolculuktan sonra çok gösterişli başka bir mağazaya gelmişlerdi. Arabayı park ettiğinde araçtan inmek için acele etmeyen Burak'a baktı Duygu. Aklıyla oyun oynuyordu bu adam.
"Ne zaman acele edip ne zaman etmeyeceğimizin bir kullanım kılavuzu varsa benimle de paylaşır mısın? Oturdun kaldın hayırdır?"
"Nereye geldik sence?"
Duygu açık camdan çıkardı kafasını. Önünde durdukları dükkanın tabelasını okudu.
'BUR&GU TAKI'
"Takı mağazası?"
"Annemindi. Yani, onun yirmi yıl önce kurduğu yerdeyiz. Yüzük bakacağız sana. İçerideki kadın Menekşe abla. Annemin en yakın arkadaşı ve şu an dükkanların başında. Annemin adı Esra babamın adı..."
"Baran Özcanlar. Plaketlerde gördüm."
"Güzel. Bir buçuk yıl önce kazada öldüler. Dedeme bahsettim senden dün akşam. Benden başka bekar olan üç kuzenim daha var ve kısaca hepimiz sahte evlilik yapıyoruz. Ben de dün öğrendim sahte olduklarını. Dedem farkında. Tanışmayan tek aday sensin. Diğerlerini çözmüş. Dedemin adını sanını biliyorsun zaten. Soymaya girdiğin villanın ve daha pek çok mülkün sahibi."
"Miras için mi evleniyorsun benimle? Deden için olduğunu söylemiştin."
"Dedem için tabii ki. Seni anlamamalı Duygu, onu anlatmaya çalışıyorum. Tek ailem o benim. Kursun tamamen bitince el öpmeye gideceğiz. Seni tanıştırdığım her insanın yanında yüzünde daima tebessüm olsun, mümkünse ve özellikle dedemin yanında bu tebessüm gerçekçi görünsün. O kadar rol yapabilir misin?"
Başını salladı Duygu. Dedesinin yanında rol yapmazdı ki. Severdi yaşlı insanları. almayı düşündüğü bir eğitim vardı ve onun baş kahramanlarıydılar. Kısa süreliğine de olsa Ekrem dedesi onun dedesi olacaktı. Tam inecekken Burak engelledi yine.
"Yüzük seçtikten sonra kursa geçeceksin. Saat dörtte seni alırım. Bir yerde oturup konuşmamız lazım."
"Dörtte nereden alacaksın?"
"Kurs bitecek işte. Kursun önüne gelirim."
"Çüşş, beş saat çatal bıçak nasıl tutulur öğretilir mi? Aptal mıyım ben?"
"Bana kalsa beş saat bile az, ama sana çok geldi. Şaşırdım mı, hayır."
"Sınıfta senin gibi zeka seviyesi yerlerde olan beyinsizler var demek ki. Ondan bu uzun süre. Seviye seviye ayırmaları gerekirdi. Ben o kadar kalamam. Acıkırım zaten. Hem Miya da acıkır."
Gerçi Miya için Cihan evde olacak, ama senin bunu bilmen tamamen gereksiz.
Burak kadının hangi lafına yetişeceğini bilemedi. Sondan başladı.
"Miya da kim?"
"Kedim."
"Hapşu. Ah! Kedin mi var senin?"
"Kediye alerjik misin? Yazık."
Yazıkmış.
"Evet, öyleyim. Biz evlenince sevgilin bakar artık."
Hayda. Adama ilk düzlükte kafa göz dalacaktı. İkinciye kadar süresi olur, Cihan'dan bir şeyler kaparım diye düşünmüştü halbuki. Kedisini evde bırakacağını ne hakla söylerdi? O, söylerdi de Duygu bırakır mıydı?
Nah bırakırım.
"Ben Miya'dan ayrılmam. Ben nereye o da oraya. Sen Hülya'da kalırsın çok rahatsız olacaksan."
Bu kedi konusu gereksiz uzamıştı. Nasılsa eve gelemeyecekti Burak sağ olduğu sürece. Uzatmadı, çünkü az daha uzarsa, Burak dar alanda kısa paslaşmalara devam ederse kızın üstüne abanacaktı. Tam dayaklıktı. Annesi babası hiç dövmemişti galiba. O kıvırcık saçlarından tutup...
"İnecek miyiz artık?"
"Seninle çok başka şeyler konuşmam gerekiyordu. Hapşu. Kediye nereden geldik biz? Of!"
"Konuşulacak para konusu kaldı yalnız. Biraz avans istiyorum ben. Ödemelerimiz var."
"Ne avansı Duygu, bordrolu çalışanımmışsın gibi?"
Teknik olarak bir çalışan gözüyle bakması ilişkilerinin gidişatı açısından sağlıklı olurdu gerçi. Hülya'ya çok paraya ihtiyacı olan biriyle evleneceğini söylemişti neticede. Çalışanım gibi düşün demişti. Biraz avans kızın da kanını kaynatabilirdi. Daha hakkını vererek oynardı rolünü.
Yalnız, ben konuya giremeyeceğimKaynadı rahat takılma-ma mevzusu arada.
"Ben bilmem. İstersen sigortamı da yaptır, işime gelir. Dünden beri gel Duygu git Duygu ne dediysen yaptım. Malûm son işimiz patlayıncazırnık yok elimizde. Taş mı yiyelim?"
"Belki de önce diksiyon, konuşma, telaffuz dersi olmalıydı. Ne kadar paraya ihtiyacınız var?"
Bilmiyordu ki Duygu. Cihan'la karar vermemişlerdi. Niye hala karar vermemişlerdi, pes.
"Yüz bin avans alalım şimdilik. Devamı için Cihan'a sormam gerek."
"Tüm gün ne yapıyorsunuz siz evde? Karar veremediniz mi henüz sıfır sayısına?"
"Sevişiyoruz. Bizde vakitten bol bir şey yok serbest meslek olunca. Para ilk önceliğimiz değil."
Tüm gün mü? Belindeki gamzelerle mi? Rol yapmadan orgazm oluyor musun sen de?
Yerinde kıpırdanıp Ya sabır çekerek istediği hesap numarasını anında ezbere söyleyen kadına şaşırsa da verdiği hesaba gün içinde dediği miktarı yatıracağını söyledi Burak. Avans işinin ardından indiler arabadan. Burak elini uzattı ona. Duygu derin nefes alarak tuttu o eli. Sıcacıktı. Terlemişti hatta. Kendisine aitti belki de o terli el. Sıvılar karıştı, aklı bulanıklaştı. Ne yapıyordu böyle? Tiyatro oyuncusu gibiydi, ama ezbere bildiği replik yoktu. Doğaçlama takılacaktı ve iş görsün diye dua etti.
"Buraaak, hoş geldin bir tanem. Nasılsın?"
"İyiyim Menekşe abla, sen nasılsın? Duygu'yu getirdim sana."
"Duygu? Yok artık. Ayy sen ciddisin. Hii, nasıl güzel, naif, çıtı pıtı maşallah."
Menekşe ablasının sözlerinden sonra Burak dönüp yanındaki kadına baktı. Ondan mı bahsediyordu gerçekten? Dikkat etmemişti bile verdiklerini giyindikten sonra. Duygu güler yüzle konuşmaya başladığında ne dediğine aldırış bile etmedi. Yanından gidip kadının çektiği yere oturan Duygu'yu izledi bir süre.
Saçlarını toplamamıştı bugün. Verdiği diz altı elbiseyle ince bacakları biraz görünüyordu. Hafif dekolteli gelen, kruvaze yaka olan üst tarafı göğüs çatalını örtmeye yetmemişti. Tüm bu konfeksiyon detaylarını, kıyafet dilini Burak bilmiyordu haliyle, onun için önemli olan baktığı kadının, erkeklerin dikkatini çekecek şekilde giyinmiş olduğuydu. Kendi elleriyle uzatmıştı torbaları ona. Siktir. Uzun, kıvırcık saçları kapatıyordu neyse ki o kısmı birazcık.
Menekşe ise kızı alıkoymuş kendi geliniyle tanışır gibi sohbete dahil etmişti onu iki saniyede. Çalışan kızlarla kahkahalar havada uçarken Burak ortamın kendisine inebildi uçtuğu yerlerden. Kuş bakışı da dikkat çekiciydi bu kadın. Kendi giydiği kotla kalmalıydı belki de diye düşündü. Ona bir çay bile ikram edilmeyen yerde Duygu'nun sol elindeki bardak dikkatini seçti.
Ee, bu da yuhamına yaa.
"Abla, biz pırlanta yüzük almaya geldik. Duygu seçsin diye getirdim. Fazla vaktimiz yok."
Pırlanta mı?
Duygu gümüş sanmıştı bunları. Çok güzel şeyler vardı ve önce çizimleri yapılıyor, sonra uygunluğu için atölyeye gönderiliyor, en sonunda da titiz işçilikle işleniyor olduklarını öğrenmişti meraklı soruları sonrasında. Yapmayı denemek istediğinde Menekşe ablası seve seve öğreteceğini söylemişti.
"Hemmen çıkarıyorum modelleri. Yeni yaptığımız tasarımlar çok yakışacak ince parmaklarına."
Parmaklarıma? Birden fazla mı?
Modelleri önlerine koyup seçmeleri için gençleri yalnız bırakan kadın uzaktan kızı izlemeye başladı. Onca yıldır tanıdığı, tanıştığı, not verdiği insanların muhasebesini tutmaya adam yetmezdi. Aç gözlü mü, ahlaksız mı, en yakın arkadaşının kendi oğlu yerine koyduğu Burak'a layık mı şıp diye anlardı şimdi.
"Bu nasıl?"
Elindeki ampul büyüklüğünde taşıyla avize olmaya aday yüzüğü gösteriyordu ona. Tasarımı güzeldi. Lafı yoktu. Tarzı değildi.
"Hepsi harika. El emeği bir kere. Annenin tasarladığı var mı içlerinde?"
"Annem sade ve küçük taşlı tasarlardı. Önceleri gümüş, sonra altın, beş yıl kadar önce de pırlantada ilerlediler. Şu kısım annemin diye biliyorum. Yine de emin değilim. Sormam lazım."
"Tamam işte küçük taşlı olsun. Bak, mesela şu. Bayıldım buna."
"O ne Duygu? Yanında büyüteç hediyesi ile satıyorlardır onu. Herkesin karşısına onunla çıkaramam seni."
"Ben sevdim. Nal gibi taşlı olmadan da, el aleme rezil olacağını düşünmemiş annen bunları yaparken ne haber? Ben de rezil olmam. Menekşe abla, bu rahmetli Esra annenin tasarımı mı?"
Parmağına tam olan yüzüklü elini  kadına doğru kaldırıp sorduğunda, bir yandan çalışan, üreten bir yandan da bülbül gibi şakıyan atölyedeki tüm kadınlar Duygu'nun sorusuyla sus pus oldular. Menekşe'nin gözünden düşen bir damla yaş ile yanlarına gelmesini, bir seksen boy ve son zamanlarda aldığı kilolar sayesinde yarısı kadar en ile Duygu'ya sarılışını vahşi doğa kameramanı gibi ağır çekimde izledi Burak.
Bir dakika, ne dedin sen? Esra anne.
"Esra anne diyen dillerine kurban olsunlar. Burak nerede yetişiyor bu türler? Nerede çaldın kalbini bu fıstığın? Söyle benim Ömer de takılsın oralarda."
Ayağına gelen topu doksana takmasa olmazdı. Menekşe'ye tik koydu zihninde. Sapıkcan Eylem de tamamdı zaten.
"Oralara gitse de Duygu gibisi yok başka. Bana özel o."
"Gerçekten öyle. Annen sanki göçüp gideceğini bilmiş; ama seni Duygu'ya emanet etmeden gitmemiş gibi tasarımlarına bile ikinizin isimlerinin birleşimini vermiş sanki. Bu kadar denk düşebilir."
BUR&GU. Yok artık. Anne?
Duygu isim konusuna yorum yapmadan başını eğdi. Tamamen tesadüftü tabii. Burak'ın Bur'u ve Duygu'nun Gu'su düşünülerek yirmi yıl kadar önce isim verilmiş bir dükkanla ne alakası olabilirdi ki onun? Kucağındaki eline baktı tekrar. Konuyu değiştirip radardan çıkmak istedi.
"Ben bunu seçebilir miyim Burak? En çok bu sindi içime."
Burak ona gözleriyle onay veren Menekşe'den zar zor çekti gözlerini. Tüm dükkanı bile seçse batmazlardı. Menekşe kızın aç gözlülükle yakın uzak akrabalık barındırmadığına kalıbını basardı ki, kalıbı yeterince büyüktü. Burak ayrı alemlere geçiş yaptı yine. Bundan başka üç şubesi daha vardı annesinin. Ölmeden önce büyütmüştü işlerini. Hatırası olabilecek, en anlamlısını seçmeyi nasıl becermişti? Tüm ürünleri incelememişti bile. O an dese ki; annemin taktıklarından vereyim daha bile mutlu olabileceğini hissetti. Hülya'ya teklif ettiğinde ölmüş birinden bir şey kullanamam demişti.
Annesi ölmemişti ki, rahmetli olmuştu.
"Seçebilirsin. Seç yani, ne istersen. Biz gidelim artık. Geç kalmayalım."
"Duygu her zaman beklerim kızım. Burası senin artık. Her gün takı tasarımı kursu var. Gel, Esra'nın modellerini öğreteyim sana."
Burası senin demese miydin ki Menekşe abla. İyi ki kiler camı yok diyeceğim de anahtar yaptıracak kadın ona.
"Gerçekten mi? Çizimim berbattır; ama ellerim hünerlidir. Çabuk öğrenirim, öğrendiğimi unutmam. Zorlamam sizi. İyi bir öğrenci olurum."
Hırsızsın, tabii hünerli olur ellerin.
Burak bu kadında güzel şeyler görmek istemiyordu. Sıradan bir kuyumcuya da sokabilirdi onu; ama evlilik arifesindeki bir çift gibi görünmek adına üç beş tanışıklık olsun istemişti. Kendi çevresinden başlamıştı. Haşim'inden Menekşe'sine, Eylem'inden Teoman'ına dibi düşmüştü herkesin. Sadece dedesi ikna olsa yetecekti aslında.
Duygu'yu kursa bıraktıktan sonra saat dörde kadar bedenen işte oldu. Duygu da aldığı notlarla sırf ona bok atmak için pusuda bekleyen Burak'a fırsat vermemek adına anlatılan her neyse can kulağıyla dinlemişti. Masa düzeni, hangi çatal, bıçak ne için kullanılır eğlenceliydi aslında. Duygu aynı çatalla hem salata hem de tatlısını yiyebilirdi; ama anladığı kadarıyla Burak'la gireceği ortamlarda en az üç çatal ve bıçak zorunluydu.
Masa düzenini attı hafızasına. peçeteler, tabakların konumu, dıştan içe dizilim her şeyi öğrendi de bu masanın yemeklerini kim yapacaktı? Evlendiklerinde misafir mi ağırlayacaktı? Burak'a yemek yapmayı bilmediğini söylemesi gerekir miydi? Bu düşüncelerle binadan çıktığında karşı yolda bekliyordu Burak.
"Ne o ağır mı geldi? Yüzünden düşen bin parça."
"Sen Hülya'da kalmayacak mısın, evlenince?"
"Kalırım niye ki?"
"Çok fazla şey gösterdiler."
Beynin de yandı tabii.
"Anlamadın mı çok fazla olunca?"
"Anlamadığım biz ev oturmalarına mı gideceğiz? Ya da bize yemeğe mi gelecekler? Ben yemek yapmayı bilmiyorum. Biliyorum da güzel olmuyor. Cihan yiyor gerçi; ama sen yemezsin."
Ben niye yemezmişim? O ölmediyse ben de ölmem.
"Ev oturmalarına gitmeyeceğiz. Yemeğe de gelen giden olmayacak. Davetlerde çatal bıçak kullanmayı bilsen yeter. Öğrendin mi?"
"Haa, tamam o zaman. O iş bende. Çok eğlenceliydi. Sıradaki ne? Dersi dinlediğime inanmazsın diye not da tuttum. Böyle alıştım lisede. Hala devam ediyorum. Daha uzun sürüyor not alarak ders çalışmak; ama daha iyi anlıyorum. Gerçi konu tekrarı yapmama gerek yok, derste dinlediğim için hepsi burada."
Eliyle kafasını göstermiyor mu bir de? Gülesim geldi.
"Tamam Duygu. Öğrenme metodunla ilgilenmiyorum. Öğrendim diyorsan deneme yaparız bir gün."
Adamın kabalıkları onu üzmüyordu. Onunla paylaşacağı, ondan medet umacağı bir şey yoktu. Parasını verdiği sürece ve tabii Cihan kolluk kuvvetlerinden uzak olduğu sürece kendine artı değer katmak işine gelirdi. Öğrendiklerine ne zaman nerede ihtiyaç duyacağı belli olmazdı. O öğrenmeye odaklıydı. Yüzüğüne baktı tekrar. Tek taş, pırlanta olması değil; ama bunu bir kadının tasarlayıp üretmesi büyüklüğünden bağımsız olarak anlamlıydı onun için. Annesi ölmeseydi, acaba sahte evlilik yapmak zorunda kalır mıydı yine? Çaresizdi adam. Dalgınca, Burak'a bakmadan sordu.
"Ne konuşacaksın benimle? Karnım acıktı benim."
Burak konuşmak istediklerini işte olduğu beş saat boyunca aklında toparlamaya çalışmıştı başarısızca. Nereden bakarsan bak, diyeceği şeylere itiraz gecikmeyecekti ve belki de kediden bile daha çok çatışacakları konu bu olacaktı. Daha iki dakika önce Hülya'da kalacağını söylediği kadını eve hapsetmek dünyadaki tüm fıkraların toplamından daha komikti. Ama tüm gün sevgilisiyle sevişen, o orgazm senin bu orgazm yine senin bir kadınla evli olma fikri de dünyadaki tüm gerilim filmlerinden daha çok geriyordu onu.
"Şartlarda değişiklik yapmak istiyorum."
Duygu tüm bedeniyle döndü ona. Duyacaklarının hoşuna gitmeyeceği doğdu içine. Saçlarını bileğindeki tokayla havaya topladı aynaya bile bakmadan. Şimdi o v kısmı daha da öne çıkmıştı. Göğüsleri küçük olan birine göre fazla ofsayt veriyordu. Etli kısımları açıkta kalmıştı. Dikkatle baktığı için değil, iki saniyede gördükleriydi bunlar. O saçlarını toplarken...
"Hangi şartlarda?"
Duygu aklından geçenleri Burak'ın söylemesi ihtimalini göz ardı edemeden, birden köpürmemek adına oyalanmıştı biraz. Konuştukları şartlar kısmı tekti, villada yuvarlak masada, üç kişi tarafından konuşulup kabul görmüştü. 'Evlilikte özgürlük.' Bir de Ekrem dedeye saygıda kusur etmemek, el öpmek, gelinlik konusunda inandırıcı olmak vardı tabii; ama o şartlarda referanduma gitmezdi Burak. Değişmez ilkelerdi onlar.
Duygu'nun soruyu soruş şeklindeki keskinlik yutkunmasına sebep oldu Burak'ın. Saçlarını savaşa gider gibi toplamıştı. Yüzündeki boyalar eksikti sadece. Cesur yürek Duygu gibi gözlerini ona dikmiş kadına sevgilinde kalamazsın diyecek götü kendinde aradı, taradı bulamadı. Bir daha yutkundu.
"On gün sonra değil, yarın tanıştıracağım seni dedemle."
Yüzü aydınlanan Duygu, tokasını çıkardı, olmayan savaş boyalarını sildi. Önüne döndü. Hilal şeklinde pozisyonda alt olmuştu Burak. Karşıya bakarken konuştu.
"O kadar da beyinsiz değilmişsin. Aferin. Saati ve buluşacağımız yeri mesaj atarsın. Şimdi ben açım. Arabama bırakır mısın beni?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder