14 Mayıs 2019 Salı

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 15. BÖLÜM

Elinde şarja taktığı telefonla öylece kalakalan Duygu, mesaja cevap vermek bir yana, bir an dışarıdan kendisine bakacak başka bir yer bulmayı diledi. Şöyle ruhunu bedeninden çekebilse, gökyüzüne ya da işte yerin dibi de olur, ayırsa ve üçüncü bir göz gibi yaşadıklarını gözlemleyebilseydi keşke. Yıllardır ne yaşadığını, bu yılları yaşamak için ne yaşamış olduğunu kendisi biliyordu elbette; ama başkası gibi yorum katarak irdeleyebilseydi... cevabını merak ettiği sorular vardı.
Yaşadıklarını hak etmiş miydi?
Yaşadıkları hak edilir miydi?
On altı yaşında Cihan ona elini uzatmasaydı, Duygu o eli tutmasaydı başka neler yaşardı? Daha iyi mi daha kötü mü olurdu? Bunu deneyimlemek için ne zamanı geri alabilir ne de o eli tutmayarak o riske girebilirdi. Hoş; o, Cihan'dan daha iyi birini hayatında tanımış mıydı ki?
Belki babası...
Evet, Duygu altı yaşındayken öldüğü için hayal meyal hatırladığı, ondan on yıl sonra, o on yılı yaşadığı evden ayrılmak zorunda kaldığında bir fotoğrafını bile yanına alamadığı babası, o iyiydi. Duygu, ona kızdığını, bağırdığını, sesini yükselttiğini bile hatırlamıyordu. Saçlarını okşadığını, işten eve geldiği her akşam ona güldüğünü ve onunla oyunlar oynadığını unutmuyordu ama. Duygu'ya yatarken kitap okur, ninni söylerdi. Sevilerek geçen altı yıldan aklında hayallerin kalması hiç adil değildi. Hayat adil değildi, kaldı ki, ilkokula bile başlamamış bir çocuğun hafızası kusursuz olsun.
Hiç unutmadığı bir şey daha vardı bu anılarda. O zamanlar anlamını ya da ona katacağı artıları eksileri bilmeden babası söylerken her seferinde can kulağıyla dinlediği, tutması için söz verdirdiği cümlelerdi bunlar. Anlamını bilmiyordu belki; ama önemini kavramıştı. Yoksa bir adamın, ölüm döşeğinde bile neden son sözleri bunlar olsundu? Babasının sık sık tekrar ettiği, çocuk olmasına ve üstünden on yedi yıl geçmesine rağmen unutmadığı sözlerinden de biliyordu ki, babası, Dinçer Çetin iyi biriydi.
Senin sözlerine harfiyen uyduğum için, hırsız da olsam, ben de iyi insan sayılır mıyım baba?
Annesini ise, hiç tanımamıştı. Göğsünden süt emmemişti. Onu doğururken ölen kadının yokluğunu, varlığını bilmediğinden belki altı yıl hissetmese de sonrasında hepten yalnız kalmıştı. Kalabalık bir evde yapayalnız...
Haksızlık karşısında kimsesiz, çaresiz...
Mesaj açık şekilde, görmeden bakan gözlerle ne kadar süre orada öyle oturduğunu bilmiyordu. Cihan gelip seslenmese daha kalırdı. Kolunu attığı yerde olmayan Duygu gözlerini açmasına sebep olmuştu. Her zaman yanında hiç kımıldamadan yatan kadın yerine ilk kez boşluğu sarmıştı kolları.
"Küçüğüm, neden yanımda değilsin?"
Başını kaldırıp daldığı geçmişten çıkınca bir an nerede olduğunu anlaması zamanını aldı bu yüzden. Cihan yattığı gibi uyumuş ve onun yanında olmadığını anladığında endişelenmiş olmalıydı. Telefonun saatine baktı ve iki saate yakındır orada oturduğunu fark etti.
"Telefonu şarja takmıştım, kurcalarken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım."
"İyi misin sen? Rengin atmış gibi."
"İyiyim. Ekrana bakmaktan olmuştur. Yatalım."
Sabah salim kafayla gelen mesajı okurdu ona da. Şimdi çıkmaz bir sokaktaymış gibi, bunu yapamayacak kadar çaresiz hissediyordu kendini. Yirmi üç yaşındaydı, yedi yıldan beri Cihan'ın yanındaydı ve şimdi olmasa bile bir gün akıllarına aile olmak gelirse bu çiftin ikisi olabileceğini düşündüğünü içten içe biliyordu. Yedi yıldır onu bırakmayan bir adam yerine yetmiş saattir tanıdığı biriyle evlenmek hangi hak edilmişliğe sığardı? Sığdıramadı Duygu.
Duygu o sabah ilk kez gece yattığı gibi kalkmadı. Tüm gece yatakta dönüp durmuş, onu izleyen Cihan'dan habersiz 'Söz veriyorum baba.' diye sayıklamıştı. Hasta değildi, Cihan her on dakikada bir ateşine bakmıştı. Huzursuzdu ve bu durum hiçbir hastalıktan daha az önemli değildi. Hasta olsa ilaç bulur, doktor getirirdi. Huzursuzluğun çaresini bilmiyordu Cihan. Ona yardımcı olamadığı tüm gece boyunca düşünmüş; ama Burak'la yaptıkları anlaşmadan daha etkili bir çözüm yolu bulamamıştı. Gün ağarınca hasta olmadığını anladığı kadının yanından mutfağa atmıştı bedenini, aklı hala ondayken.
İstemsizce gözlerini açan Duygu, yatağı boş bulma sırasının ona geçtiğini anlamakta gecikmedi. Gözüne güneş giriyordu ve Cihan yatakta değildi. Hemen saate bakıp geç kalıp kalmadığını kontrol etti. Oh! Erkendi daha. Sabahlığını üzerine geçirip mutfaktan gelen kokuları takip etti ve sırtı ona dönük yumurtalı ekmek yapan Cihan'ın beline sardı ince kollarını.
"Günaydın. Erkencisin."
"Günaydın küçüğüm, dün gece erken yatınca sabah da erken uyandım."
Hiç uyuyamadım ki.
"Çok güzel kokuyor, ben kedilerime bakıp geliyorum hemen. Karnım zil çalıyor."
Çalmasa son dakika haberi olurdu zaten. Güldü kadının arkasından. Cihan kaplarını doldurmuştu; ama itiraz etmedi ona. Gözüyle görmeden inanacak değildi ya. Dün gece gelen mesajları az önce okumuştu ve geceki dalgınlığının sebebine kendince açıklama getirmişti. Nişan ve düğün için aklından neler geçtiğini merak etti. Yatakta dönmesine neden olacak kadar tedirgin olması pişmanlığından mıydı yoksa tanımadığı bir adamın hayatına ortak olacak olmasından mı, kendi gelip anlatmasını bekleyecekti.
Kahvaltı ederlerken sessizlik göreceli olarak bozulmamıştı. Duygu yediklerinden zevk aldığını açık eden sesler çıkararak ortamın ambiyansına katkıda bulunurken Cihan onun yemekten aldığı keyfe takılmıştı.
"Sevdin sanırım?"
"Nmm nmm. Çok güzel olmuş. Ellerine sağlık. Evlenince özleyeceğim bunları."
Burak da yapar belki sana.
Cihan aklından geçen nahoş düşünceyle yüzene uygun gördüğü sertliği yerleştirmemek için çaba harcarken Duygu elinde üçüncü dilim yumurtalı ekmeğiyle ağzından çıkanlara inanamadı. Kendi inanamadığına Cihan'ın tepkisi ne olacaktı korktu bir an. Sanki temelli ayrılacaklarmış da bir daha birlikte kahvaltı yapmaları mümkün olmayacakmış gibi, tam tabirle onu deli şey yapmış gibi konuşmuştu.
"Bir süreliğine demek istedim. Belki birkaç zaman birlikte kahvaltı yapamayabiliriz diye."
"Anladım, bana söylemek istediğin bir şey var mı Duygu?"
Burak'ın attığı mesajı er geç söyleyecekti nasılsa. Gizli saklı evlenecek hali yoktu. Cevap vermeyince üstüne bir iki mesaj daha atmıştı hıyar ve çocukluğuna daldığı yerden büyüyene kadar iyice geç olan saatte artık yanıtlaması anlamsızlaşmıştı.
*Bir dakika içinde başına ne gelmiş olabilir gördüğün mesajı yanıtlayamayacağın kadar?
*Yok, bu bir sorun ve bu soruna hemen yarın sabahtan başlamak kaydıyla bir çözüm getirmeliyiz. Böyle saçmalık görmedim.
*Hayır, bari mavi tiki kaldır. Kafamdaki düşünceleri bilmek istemezsin; ama ben sana bir güzel bildirim geçeceğim. Sabahı bekle sen. Ben öyle yapacağım çünkü.
"Burak mesaj attı dün gece. Eylül ortasında düğün olacağını söyledi."
"Eylül ortası? Canını sıkan ne?"
Vurduğun adamla evlenmek dışında mı? Doların sürekli ibreyi yukarıda tutması, tabii.
"Tarih kesinleşene kadar ciddiye almadığımı fark ettim."
"Burak birlikte olduğunuz zaman içinde kötü mü davranıyor sana?"
Kötü davranıyor diyemezdi. İyi hiç demezdi. Kayıtsız da değildi, ilgili de. Ne olduğu belli belirsiz bir karakteri vardı Duygu'ya göre. Onun sözlerinin can yakıcılığı düne kadar umrunda olmamıştı. Eğitim almış olabileceğini düşünmek yerine, her okumuş cahilin yapacağı gibi Duygu'yu etiketlemeyi seçmişti.
Hırsızsın işte, hemşirelik kim sen kim?
Tabii Burak önyargılarını salak ve aptal sıfatlarıyla süslemeyi ihmal etmemişti, hakkını yiyemezdi asla hıyarın. Hıyar oğlu hıyar da diyemiyordu, hakkı bu olduğu halde.
Küfür oğlu küfür. Oh! Ne çok saydırdım ona.
"Yoo, hem zaten ben kurstaydım. Birlikte vakit geçirmiyoruz. Hatta düğün için gerekli alış verişleri yakın bir kız arkadaşıyla yapmamı istedi. Onu sevdim. Üniversitede sınıfta bir iki tane anlaştığım kız vardı. Eylem arkadaş olarak sevebileceğim biri."
"Sevindim küçüğüm. Altta kalma asla. Önce de söyledim. Sana emir veremez. Sana beni öne sürerek geldiği her sefer için geri adım atma sakın."
Demesi kolay tabii. Suç aleti kabak gibi torpido gözünde. Kurşundan yapılmış ziynet eşyası takmak gibi bir hobi geliştirebilir.
"Sen beni düşünme. Hikmet için çare var mı? Evlilik için değilse bile zengin birisiyle evlendiğim için bizi hiç rahat bırakmaz. Tehdit edebilir."
"Sen de bunu düşünme. Ben bir yol bulacağım."
Duygu kahvaltısını yapıp hazırlandı ve Cihan'ı öperek evden çıktı. Burak, gözüne tüm gece mesaj beklemekten uyku girmediği, tam ne güzel giren bir uyku olduğunda da alarmı çaldığı için kahvaltı bile etmemiş halde, kurs binasının önünde bekliyordu sabahın dokuzundan beri. Galeriye geçmemiş, kişiliğinden emin olmadığı Duygu'yu görmeden içinin rahat etmeyeceğini bilmişti.
Saat on olmadan daha Duygu'nun arabasını görüp derin nefes aldı bu yüzden. Nefesini tuttuğunu da fark etmiş oldu böylece. Ona görünmeden uzaklaşmayı seçebilirdi; ama uykusuz kaldığı gecenin hesabını galeride Haşim abiden çıkaramazdı.
Arabayı tek seferde park edip karşıya geçen kadına bakarken indi kendi arabasından. Dünkü elbise yoktu üzerinde. Mini bir etek, yırtık bir tişört, saçlar fora...
"Günaydın hanımefendi. Rahat bir uyku çekmişsindir umarım tüm gece."
Düğün tarihini gamlı baykuş gibi vermesen daha rahat olabilirdi.
"Günaydın. Yerimden bir santim bile kımıldamadan, bebekler gibi mışıl mışıl uyumuşum. Sen uykusuz gibisin, ama. Hayırdır, tüm gece beşik mi salladın?"
Ya da mesaj mı bekledin benden? Yazık, kıyamam.
"Elinde seni üzecek koza sahip olan birine, ki bu ben oluyorum, diklenen bir hırsız için fazla cüretkarsın Duygu. Neden mesajlarıma cevap vermedin?"
"İşim vardı. Geçmişe gidip geldiğimde geç olmuştu."
Burak geçmişe gidip gelmenin çok uzun sürebileceğini bilecek kadar çok yapmıştı bu yolculuğu geçen sene boyunca. Kendini kaybetme eşiğini her geçtiğinde kendinden geçişinin biletini de kesiyordu yolculuklarında. Öfkesini yönlendirecek uğraş arayışı nihayet bittiğinde anne babasının, eğer yaşasalardı onu böyle görmek istemeyeceğini biliyordu.
Duygu'nun geçmişini ilk kez bu laftan sonra merak etti. Ne yaşamış olmak gerekirdi hırsız olabilmek için? Ailesi yoktu, orasını öğrenmişti; ama ailesi her olmayan hırsız olmuyordu. Merakı geldiği hızla kayboldu uzayın derinliklerine doğru. Derdi bu değildi ve bu olmayacaktı iyi ki.
"Neyse ne! Bir daha geçmişe gitmek için teknoloji molası ver. Mesajlarıma cevap verdikten sonra uzaya çık git istersen."
"Emredersiniz Burak Efendi. Şimdi izninle lütfen, derse geç kalmayı ezelden beri hiç sevmem."
"Kurstan sonra avukata geçelim. Evlilik sözleşmesi imzalayacaksın."
Duygu tam arkasını dönmüş giderken sözleşme aklına anahtarı getirdi. Sırt çantasına attığı anahtarı çıkarmak için uğraşırken Burak ne yapmaya çalıştığına baktı. Ona yönelik hareket etmiyordu; ama orada kalması gerek gibi hissediyordu. Ayrılamıyordu bir türlü oradaki konumundan.
"Hah, buldum. Unutacaktım neredeyse. Bu arabayı kullanamam artık."
Burak bir an arabaya baktı. Kaza falan mı yapmıştı? Sonra yine ona baktı. Yarası, beresi olup olmadığı içine dert oldu. Mükemmel sürüşü kaza yapmadığına, anahtarı uzatışı hoşlanmadığı bir şey duyacağına işaretti.
"Ne demek kullanamam?"
"İlk gün Cihan için sana yalvarırken bahsini etmiştim. Hikmet diye birisi var. Yaşadığımız yere sık gelir gider. Arabayı bende görürse sen bir daha göremeyebilirsin."
Burak arabanın derdinde değildi. Her ne kadar Duygu bunu bilmek zorunda olmasa da, Burak gece neredeyse hiç uyumamış birine göre fazla ayanlıkta düşünüyordu bu sabah. İçinden bir ses avukat, sözleşme merasiminin çok gereksiz olduğunu söylüyordu.
"Tekrar çalıntı araba kullanamazsın Duygu. Nişan, düğün olacak ve sen Özcanlar olarak polis kontrolüne denk geldiğinde, altında benim istediğim araba olmalı."
"Daha sıradan bir şey ayarla madem."
Uzatmadığı eline kendisi uzandı ve binadan içeri girmeden ve başka kelime etmeden önce açtığı avcuna anahtarı bıraktı. Burak elinde belki de mutlu olması gereken yerde, öfkeden patlamak üzere kalakaldı. Apansızdı bu kadın.
Bugünkü kurs kısmen daha sıkıcıydı Duygu'ya göre. Ağzında bir kurşun kalemle diksiyon dersi almak onun gibi İstanbul Türkçe'sine fazlasıyla hakim birine işkence gibi gelmişti. Çıkışta tam metroya yönelmişken aklından çıkan avukat görüşmesi ayaklarını galeriye yönlendirdi. Aralarındaki mesafe arabayla on dakika falandı. Yürüyerek yarım saatte vardı ve içeri girdiğinde gözleri aradığı kişiyi bulamadı.
"Gelin hanım hoş geldin. Nasılsın?"
"İyilik Haşim abi, sen nasılsın?"
Haşim Bey o daha söylemeden aradaki gereksiz resmiyeti kaldıran kıza baktı ve çay isteyip istemediğini sordu. Aslında isterdi, ama karnı zil çalıyordu. Erken başlaması iyiydi, hoştu da kahve, kuru pasta ikilisi konusunda kendilerini geliştirmeleri gerekiyordu. Mini mini kanepeler, simit, peynirli falan poğaçalar çok daha işlevsel olurdu ki, o zaman kurs hakkında daha iyi hisler beslerdi Duygu. Patlamıştı, içinde kurşun geçen kalem ağzındayken.
"Duygu acıkmıştır Haşim abi. Ben öğle yemeğine çıkarayım onu. Sevgilim hoş geldin."
"Sevgilim hoş buldum."
O sırada yeni gelen misafiri fark eden çaycı abla da çıkmış gelin hanımla tanışmak istemişti. Yemek sonrası taze çay demleyecekti ve o zaman bekliyordu. Duygu onu kırmamak için teklifi kabul ettiğinde Burak koluna girmiş vedalaşıyordu oradakilerle.
"Oldu olacak sen demle çayı. Gözün mutfakta kaldı."
"Aklıma da geldi biliyor musun? İlk geldiğimde abla yoktu ya, bence hatta kesin eminim haşlayarak yapıyor çayı. Çünkü direk çaydanlıktaydı demlik çay. Bir gün önceden hazır ediyor, sabah da hop kaynar suyu üstüne boca ediyor. Al işte, gitti canım çay. Ben çay yapraksız yapmam." 
Burak için konu hayati önem taşıdığı için susturmak istemedi onu. Tavşan kanı çayını iki kez içmişliği, tadının damağında kalmışlığı, iki gündür çay içemeyişliği üstüne eklenince, çay demleme yönteminde ne kaparsam kar diye düşündüğü anda sus pus olmuştu Duygu. Hayır, e hadisene, devam et de diyemiyordu.
Hadisene devam et be kıvırcık. Evde yaparım kendime.
"Yıllardır içtiğin çaya hakaret olarak algılama lütfen. Her yiğidin yoğurt yiyişi gibi, çay benim hassas noktam. Haliyle kendi demlediğim çayda uzmanlığım var. Beğenmek zorunda değilsin."
Beğendim, ama kahretsin ki! Başka zaman çenen düşer, lazım olduğunda sus böyle.
"Gel yakınlarda güzel bir yer var. Avukat da orada fazla uzak değil."
Restorana geldiklerinde Burak onun elinin telefona gitmesini bekledi. Pek kıymetli erkek arkadaşından habersiz su içmesine şaşırdı.
"Ne yemek istersin?"
"Aslında inceliğin teşekkür ederim. Yemeğe getirmen çok büyük bir jest benim için. Acıkmış olabileceğimi düşünmen senin gibi centilmen ve çok yönlü bir beyefendiden beklenebilecek sıradan bir olay gerçi, ah neden şaşırdım ki?"
Burak gülmemek için ne kadına bakabiliyordu ne de ısırdığı iç dudağının acısını takıyordu. Elinde okumaktan çok kendini kamufle için kullandığı menüye daha çok eğdi başını. Duygu tüm bunları, kurstan kaptığı belli olan teknikle üstüne bastıra bastıra söylüyordu. Yanında olmasa dişlerinin arasında kurşun kalem olduğuna yemin edebilirdi. Diğer türlü daha iyiydi konuşması.
Bazı kurslar fazla gereksiz mi olmuş ne?
Eli telefona gitmeyen Duygu konuşmak için ağzını açtığında ona hitap ettiğini çok sonraları anladı bön bön yüzüne bakarken.
"Sana diyorum Burak. Zombi gibisin, işe gitme buradan. Eve git yat. Hülya çok yordu galiba gece seni?"
Hülya'yı bulsam yorulurdum belki. Gelmeyen mesajlar yordu beni.
"Ne diyorsun bana?"
"Diyorum ki, bu kursun bedeli ne kadar? Yani ucuza kaçmamışsındır diye düşünüyorum, ama her eğitim arasında kahve, kuru pasta olmaz. Vasat yani. Ben akşamdan sandviç hazırlasam ya da ton balıklı salata falan çok mu abes olur?"
"Yine yemekten mi bahsediyorsun? Derdin ne senin açlıkla?"
Duygu bardak elinde yutkundu. Önceleri çok yiyen bir kız değildi. Yine bu kilodaydı; ama yemeğe düşkünlüğü bu derece değildi. Zaman insanın alışkanlıklarını kendi yorumlamayı seviyordu. Duygu bu yorumlara göre yaşamaya başlamıştı sadece. Cevap vermedi ona.
Burak sorduğu soru ve geçmişi arasındaki bağlantıyı kurmuştu, eksik kalan sebep-sonuç ilişkisiydi. Ne sebeple böyle çok yiyordu. Hayır, yediği bir şey değil, nereye gidiyordu tüm bunlar? Beynini meşgul eden kara delik gibiydi bu muamma. Bilimle açıklanabilir miydi orası da meçhuldü.
"Hadi seç, bana seç demeyeceksen eğer. Avukat arkadaşım, kırk dakika içinde ofisinde bekliyor bizi."
Al işte, bu da sorun. Cihan'a neden haber vermedi yemek yediğini?
Yemek servisi hızlıydı. Gelenleri büyük bir iştahla yiyen Duygu, Burak'ın ona baktığını fark edemeyecek kadar yemek kurallarıyla haşır neşirdi. Gece attığı mesajlar hakkında yorum yapmamış, avukat konusunda zorluk çıkarmamıştı. Burak yemeğini yarım bıraktı yine. Yiyemiyordu onun gibi zevkini alarak ve yediği yemeğe hakaret etmiş hissi çörekleniyordu içine.
"Hayır, anlamıyorum. Ciddi ciddi çok yiyorsun, sadece saçlarına mı gidiyor tüm yediklerin?"
"Önceden de böyleydi saçlarım. Çok fazla yemek yemediğim zamanlarım oldu. Lokmalarımı mı sayıyorsun ya? Hayır, ben de anlamıyorum, yarım bırakınca da aynı hesabı ödeyeceksin. Neden yarım bırakayım?"
Kahretsin ki, haklıydı. Devam etmeye karar verdi. İsraftan hoşlanmazdı ve çay yapmayı da en az lastik değiştirmek kadar çok iyi bilen kadın da müsrif değildi şimdiye dek gördüğü kadarıyla.
Yemek sonrası tatlıyı es geçti bu kez Duygu. Cihan'a kurstan sonra Burak'la olacağını söylemişti zaten. İçi rahattı. Dünkü gibi telefonda mecburen verdiği izin gibi olmayacaktı. Avukatın ofisine girmeden önce arabada bir kutu uzattı ona Burak. Duygu ne olabileceğine kafa yormaktansa direk açtı. Kendi kullandığı çalıntı arabanın sıfır modeli olduğunu bağıran anahtara bakıyordu.
"Ne zaman hallettin bunu?"
"Sen kurstayken aldım. Biz galericiler birbirimizi tanırız. Zor olmadı. Sürmen için uygun mu bu?"
Başını salladı Duygu. Seviyordu daha bir aylık bile olmayan aracını. Nedense içine, çaldıkları yere gidip bırakma isteği doldu. Artık bir süreliğine kullanacağı çalıntı olmayan bir aracı vardı; ama Cihan'a lazımdı, satması gerekirdi büyük olasılıkla. Bir şey diyemedi Burak'a. Teşekkür etmeli miydi?
"Biz evlenince Porsche'u kullanırsın yine. Sizin oralarda kalmayacağın için sorun olmaz galiba."
"Nasıl kalmayacağım için? Elbette kalacağım. O yüzden bu daha iyi. Gitmiyor muyuz avukatına?"
Gide mi biliyoruz? Başka yerde kalma meselesi peydah oldu yine. Anında kestirip attı yalnız. Of! Bir an önce değişmeli bu şartlar, kurallar. Nasıl, nasıl?
"Ne için gittiğimizi anladın, değil mi? Orada belirsizlik istemiyorum. Biz boşanınca hiçbir şey talep etmeyeceksin benden."
"Anladım. Talep etmem, merak etme. Bize vereceğin paradan başka bir şey istemiyorum. Onun için de sözleşme imzalayacak mıyız?"
"Dün iki saniyede yüz bin yolladım sana, paranız kalmaz bende. Anlaşma anlaşmadır. Karar verdiniz mi beni ne kadar yolacağınıza?"
"Vermedik. Dün gündem yoğundu, tam konuşamadık."
Sus Allah aşkına, gündem sevişmeye gelecek gibi...
Yukarı çıktıklarında Duygu avukatla da güler yüzle konuştu. Burak'ın önceden hazırlattığı evraklarda gösterilen yerleri beklemeden, soru sormadan imzaladı. Ona inanamayan gözlerle bakan adamı fark ettiğinde o kadar malın, mülkün içinde Burak'ın evleneceği kişiden neden bunları kaçırdığına bir anlam veremediği açıktı.
"Burak'ı o kadar çok seviyorum ki Mehmet Bey, aramıza maddi hiçbir şey girmemesi karşılığında kabul ettim evlilik teklifini. İşte şimdi gönül rahatlığıyla evet diyebilirim nikahta. Acabalar, şüpheler, akıllarda soru işaretleri olmadan dolu dizgin yaşayabiliriz sevgimizi. Malum kalabalık bir sülalesi var ve hakkımda kötü bir söze tahammül edemeyip tüm köprüleri yakacağından hiç şüphem yok. O da öyle seviyor beni. Aile önemlidir, değil mi? Ekrem dedem duysa bana çok kızar; ama dediğim gibi ikimizin aşkı bu kağıtlarda yazan mal varlığından çok ötelerde."
Avukat duyduklarıyla gülümserken Burak ne diyeceğini bilemedi. Bu inceliği yapmak zorunda değildi ve yaptığı gerçekten incelikti. Rolünün hakkını veriyordu. Ofisten çıktıklarında arabanın yerini soran Duygu'ya bir şeyler demesi gerektiğini biliyor, ne diyeceğini bilemiyordu.
"Burak bir kerede anlama sorunun mu var senin? Anahtarı verdin arabayı vermeyecek misin?"
Yürüyerek tekrar galeriye gelmişlerdi ve Duygu'yu yanında tutacak kelimeler aklından kim bilir nereye uçmuşlardı? Kısa süre sonra düğün olacaktı ve bu konuda dün mesajla yaptıkları deli raporu konusundan sonra tek kelime etmemişti. Eve gitmek için acele ettiği belliydi tabii; ama Burak, kendisi boş bir eve gideceğinden bu anı uzatmak niyetindeydi.
"Bir kahve içelim mi? Oradan da bir süre yaşayacağın eve götüreyim seni."
"Gerek yok. Çeyizimi alıp gelmeyeceğim sonuçta o eve. Düğün günü görsem de olur."
"Nikah işlemleri kaldı bugün, yarın sabah eksikleri tamamlayıp gün için başvururuz. Düğün için bir şey demedin."
Ne diyeyim? Allah bizi bir yastıkta kocatsın mı?
"Nerede yapılacağını söylersen ona göre bir gelinlik seçer Eylem. Sade basit bir şey olacak demiştin. Fazla abartıya gerek de olmaz kanımca."
Düğün mekanı, tabii ya. Hadi Burak göreyim seni.
İyi niyetine istinaden, onun fikrini sorabilirdi. Dedesi de Duygu nasıl isterse öyle olmasında ısrarcı olmuştu. Hoş, gönlü olmasa da Duygu bunu herkesin içinde açık etmeyeceğini iki gündür gösterdiği tutum ve davranışlarıyla olumlu şekilde sergilemişti. 
"Saat daha dörde geliyor. Bir saat bir yerde oturup düğün detaylarını konuşalım."
"Bugün olması şart mı? İki gündür çok boşladım evi ve kedimi. Ekrem dedenin kedileri de var şimdi."
"Hapşu. Cihan bakamıyor mu onlara?"
"Bakıyor aslında; ama düğün senin istediğin gibi olacağı için benimle ne konuşacaksın ki?"
Duygu'nun hayalleri vardı. Sorduğu soru, sorarkenki yüz ifadesi ele veriyordu bunu. Hülya'ya sormadığı soruyu Duygu'nun hayallerini gerçekleştirmek için sorabilir miydi? Detayları konuşmak başkaydı, sahte bir evlilik için istediği düğünü heba etmek ayrıydı.
Yine de sorması iyi niyet göstergesi olurdu ve evliliğin gerçekliğinin sorgulanmaması için şarttı, ikna etti kendini.
"Dedem senin isteğine önem veriyor. Masrafları da çekecek. Anlatabilirsin yani, hadi gel. Ne kadarını yapabiliriz bir bakalım."
Duygu ayaklarına baktı hemen. Şimdi çıplak ayaklarımla koşturabileceğim çimenler hayaller ediyorum dese büyük ihtimal alay ederdi Burak onunla. Belki de anlattırıp anlattırıp hiç alakasız bir düğün organizasyonu yapacaktı. Ekrem dede sorduğunda bile yarım kalmıştı hayalleri. Hele ki, Burak kursakların efendisiydi. Kalırdı bir şeyler kesin. Yine de bir kahve fena olmazdı. Tatlı da yememişti.
"Bir kahve olabilir. Tatlı da yerim iyi olur."
Yersin tabii. Yemez olur musun?
Çay içemezdi başkasının elinden. Gittikleri kafede siparişleri verince Duygu başta üstü kapalı anlatmaya başladı. Sonra sanki gerçekten hayat arkadaşı olacak kişiyle konuşuyormuş gibi gözlerinin en içleri parlarken devam etti. Elleri, kolları, mimikleri işin içine girince, Burak onu takip etmenin zorluğunu yaşadı bir kez daha. Bu kadın ele avuca sığmaz biriydi ve tüm gözeneklerinden özgür olma hissi akıyordu. Düğün hayali bile bağlılık üzerine değil de özgürlük temalıydı.
"Yani şimdi doğru mu anladım? Kır düğünü gibi bir şey istiyorsun, ayakların çıplak çimlerde yürüyerek mekana giriş, dans, oyunlar olacak ve düğünün sonunda gökyüzüne tüm davetlilerle birlikte dilek fenerleri salacağız."
İyi tanımladı bence. Kısaca böyle denebilir.
Başını sallayan Duygu'nun dediğini yapmak sorun değildi. Kadın olduğu için, yüzünde göreceği mutluluk uğruna sıradan bir günü bile böyle yaşamasına imkan verirdi. Kaldı ki, düğün hayaliydi. Düşünecekti bunu.
"Ben mekanlara bakar sana mesaj atarım. Zahmet edip cevaplarsan ortak bir noktada buluşuruz. Vaktimiz kısıtlı, bir sürü detay var."
Laf soktu bal kabağı. Keyfimden yazmadım sanki. Yazamadım. Kal geldi.
"Yanıtlarım, üstüme düşen bir şey olduğunda yapacağımı söylemiştim. Sana cevap vermek bunlar arasında değil."
Bunun olmasını sağlarım ben, merak etme.
"Güzel. Hepsiyle ilgilenecek bir şirket ayarlarım. Senin de vaktin olmayacak gibi. Bu arada imzaladığın kağıtlar boşanma neticesinde talep etmeyeceklerin içindi. Evlilik süresince maddi bir isteğin olduğunda dert etmene gerek olmayacak. Her türlü masrafını, giyim, kozmetik, kuaför gibi harcamalarını ben karşılayacağım."
"Harcama yapacağımı sanmam. Senin yaşadığın lüks hayatı yaşayacak değilim. Dediğin zaman dediğin yerlerde bulunmak için de haddinden fazla harcama yaptın."
Öyle bir cümle söylüyordu ki, Burak devamını getiremiyordu. Israrla sana harcama yapmak istiyorum diyemeyeceğine göre kahvelerinin son yudumlarından sonra ayrıldılar o gün. Yeni arabasını da sevmişti Duygu. Mahallede dikkat çekmiyordu en azından.
Eğitimin kalan günlerinde kısmen daha sakin geçen günlerde Cihan Hikmet lafını ettirmiyordu Duygu'ya. Hallettiğini, bunu düşünmemesini söylemesi Duygu'nun düşünmemesi için yeterli değildi. Cihan'ı balkonda daha sık sigara içerken yakalıyordu. Yanına gidip ona eşlik ettiğinde de ağzını bıçak açmıyordu. Tuzla'daki villayı soyma kararı almaya çalıştığı zamanlardaki gibi canı sıkkındı.
Onu böyle gördükçe Duygu, Burak'la yaşadığı gerilimleri, düğün ile ilgili detayları özellikle es geçiyor, konuşmadıkları için gelişen iletişimsizliğin sancısını çekiyordu. Aksi gibi sevdiği adama yardımcı olamıyor, son bir haftadır kısır döngünün içinde yaşıyordu. Özellikle iki gün sonra olacak nişan töreni yaklaştıkça Cihan iyiden iyiye suskunlaşmıştı.
Kurs sonraları rutin haline gelen yemek ve zaman zaman kahve araları kalan sekiz kurs günü boyunca değişmedi. Son gün daha sinirliydi Duygu sadece diğer günlere nazaran. Diğer günler Burak Efendi kulp takacak illa bir şeyler bulmuştu; ama onuncu günün çakan şimşeklerine erişebilen hiçbir şey yaşanmamıştı. Dans kursunu bitirip çıkmışlardı binadan. Eşli olan tek kurstu.
"Duygu seni anlamakta zorlanıyorum. Sürekli hocayla dans etmek istemene anlam veremedim. Yarın nişanda o olmayacak partnerin."
"Çok fazla yanaştın, sınırlarıma çok fazla taciz atışı yaptın. Anlamadım deyip hocaya yanaşmaktan başka çare bırakmadın bana."
"Haluk dallaması daha mı az yanaştı sana? Suratına yumruk çakmak için yumruklarım hazırdı. Adım çalışmasında ne gösterdiyse onu yapmaya çalıştım."
"Adım çalışması demek dibime gir demek değil, hayır yani hocayla dans ediyorum belki daha iyi anlarsın diye yok anam ne gezer? Senin kesinlikle bir kerede anlama sorunun var. Anlamıyorsun."
"Yürü Duygu canımı sıkma. Yarın akşam göreceğiz bakalım kim daha iyi öğrenmiş?"
O sinirle eve gelen Duygu Eylem'in aramasına cevap verirken sakinleşmekte zorlandı.
"Duygucum nasılsın? Yarın nişanda aldığımız kırmızı elbiseyi giyeceksin. Nasıl yakışmıştı sana."
Hangi kırmızı elbise? Hangisiyse hangisi gerçi, seçim yapacak havada değilim zaten.
"Tamam, benim için fark etmez Eylemcim."
Nişan yapılacak mekana geliş saati, hazırlıklar, kuaför gibi ayrıntıları Eylem anlatıp dururken Duygu duvara fırlatacak nesne arayışına girmişti. Tam o sırada ayaklarına dolanan Miya biraz olsun sinirlerini yatıştırdı. Diğerlerini beş gün kadar önce Ekrem dedeye nişan haberini vermeye gittiklerinde götürmüştü. Nişan öncesi sadece Merve ile tanışmış, onu sevmişti. Hülya lafı ise konu edilmemişti. Laf arasında Hülya ve Merve'nin yakın arkadaş olduğunu çıkarmış; ama Merve'nin sahte evlilik haberinden bihaber olduğuna kanaat getirmişti.
Nişan sabahı Cihan o gün tüm gün işinin olduğunu söyleyerek evden erkenden çıktı ve Duygu mekana kendisi gitti. Eylem çoktan hazırlıklara başlamış ve Duygu'ya sadece arkasına yaslanmak ve güya günün tadını çıkarmak kalmıştı. Acı da bir tattı değil mi sonuçta? Daha ilk dakikadan giydiği elbiseyle başlamıştı kabusu. Bu elbiseyi hayal meyal hatırlıyordu ve giymeyi kabul ettiğine çoktan pişman olmuştu.
Salona girmek için her şey hazır olunca, yan odada sadece girişte gördüğü Burak da hazırlıklarını tamamlamış ve Duygu'yu koluna takmak için kapısına gelmişti. Kapıdan çıkan kadın kesinlikle Duygu değildi ona göre. Eylem tanıdıktı evet; ama Duygu. Kıvırcık...
Yok, bu elbise olmaz. Nasıl giymiş bunu? Eylem bir şey dememiş mi?
"Çok güzel olmuş Duygu değil mi Burki? Teo bak Burak şoka girdi."
Ya ne demezsin Eylemko, küfür şokuna girdim. Tüm hormonlarım küfür salgılıyor şu anda. Beni gece sonuna kadar hayatta tutmaya yeter umarım.
"Fark ettim canım. Oğlum hadisene, davetliler bekliyor."
Onların yanlarından ayrılmaya niyetlerinin olmadığını gören Burak, içinde biriken tüm öfkeyi kusacak uygun zamanın bir an önce gelmesini diledi. Bu zaman geldiğinde Duygu ile yalnız kalmaları şarttı. Elini uzattı ona. Yüzüne gülümseme takınan Duygu'nun yanında fazla asık suratlıydı ve anında değiştirdi ifadesini. Alkışlar eşliğinde salona girdiklerinde dans çalıştıkları müzik sesi geniş mekanda yükselmeye başladı.
Burak bir elini çoktan beline attığı kadını kendine çekip burnuna kadar sokuldu. Diyecek çok şeyi olan birine göre hiçbir şey diyemeyen bir adam olmanın hezeyanını da ilk kez o an duydu. Duygu ise, kendisine çekildiği adama dişlerinin arasından konuştu.
"Görev tanımımda bu yoktu. Ellerin fazla dolaşıyor tenimde."
"Tanımlanan bir görevin mi vardı?"
Duygu için bu adam, zor başlayan hayatından daha zorlayıcıydı. O, zor hayatını bir şekilde geride bırakmayı başarmıştı, ama aptallığıyla içine düştüğü durumdan kendini çıkaramıyordu. Cihan içindi katlandığı her şey. Son bir haftadır onun yüzüne doğru dürüst bakmamış, sanki gerçekten nişanlanıyormuş, Duygu'nun can sıkıntısı kendine yetmiyormuş gibi bir de onun uzaklığı dert olmuştu içine.
Kendisi aptalsa, o da ayrı bir aptaldı. Cihan'a aptal demesi de hep bu hıyarın yüzündendi; ama soymak için girdikleri evin boş olduğunu, zenginlerin bu tarz şehirden uzak evlerini yılda üç beş gün anca kullandığını söylemişti. Soygunu o üç beş güne denk getirmeyi becerebilen profesyonel hırsız gitmiş yerine yan kesiciliğe yeni başlamış Cihan gelmişti sanki.
"Fazla yakın duruyorsun bana. Geri bas, almayayım façanı aşağı."
Duygu'yu hiç duymamış gibi, yok yok gel ayol ne bu mesafe, biz nişanlıyız demiş gibi daha bir kendine bastırdı Burak.
"Nerede aldığın tüm o dersler? Sen beni boşverip kenar mahalle kelimelerini biraz yukarı taşımaya ne dersin? Yakınlık evlenecek çiftler arasında olağandır böyle davetlerde."
"Pabucumun daveti. Herkes boya küpü gibi. Birbirini nasıl tanıyor bu kadınlar? Ya da bak bu daha komik. Makyajsız görseler kazara birini, sittin sene en yakın arkadaşlarını tanıyamazlar."
O akşam bir mağaza kadar dolu olan giysi odasından bu elbiseyi giymesini buyurmuştu Burak hazretleri. Yoksa Eylem tek başına karar vermiş olamazdı. Elbise sadece uzundu. Kıpkırmızıydı. Bedeni sırf bacaklarından oluşan hangi canlı türü hayal edilerek tasarlanmışsa, başka yerlerinin kapatıcılığına vakit harcanmadan biçilmişti.
Dans ederlerken göğüsleri yakınlık sebebiyle fazla meydanda değildi iyi ki. Başkalarının gözlerinden sakınılmış her bir memesi Burak'ın sert göğsüne yaslanıyordu. Hangisi daha sinir bozucuydu gece huzurlu bir uyku çekmek yerine düşünürdü nasılsa Duygu.
Ah Cihan!
Burak'ın eli, yerleri süpüren boyuyla kalçasına kadar sırt dekoltesi olan elbisenin sınırlarında Duygu'nun belini okşarken kasılan çenesinin getirisi olan kızgınlık alev gibi yanan gözlerine de sirayet etmişti. Onun derdi de kadının inadına giydiğini düşündüğü, makasla kesmediği için pişmanlıktan kavrulduğu elbiseydi.
Umrunda değildi kadının Burak'ın kızgın bakışları. Belindeki eli mi? İşte o umurundaydı. Elini tuttuğu gibi çekti belinden.
"Elinin ayarı da yok. Hatırlat da ayar çekeyim müsait bir anında. Çok sıkıldım, şarkı bitti ben oturacağım."
Duygu yerine doğru yönelmişken değişen müzikle birlikte Burak bileğinden yakaladı nişanlısını. Yüzü aniden, adamın burnundan soluduğu nefesine çarparken göğsü hızla inip kalkmaya başladı. Bu kez gerçekten kızgındı Burak. Yutkundu.
"Benim hatam. Sen oldukça istekliydin görev tanımına uymaya. Hatırlat da müsait bir anında tanımlayacağım görevlerinle, sefil hayatını daha da çekilmez yaptığın için tebrik edeyim dedi."
Burak'ın keyfi yerine geldi. Kurallar bozulmak için vardı ve o kurallar hiç olmadığı kadar bozulacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder