9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 4. BÖLÜM

Kırk sekiz saat Duygu'nun yirmi üç yıllık ömründe beklemesi en zor saatler olurken elini kolunu nereye koyacağını bilemez halde göz açıp kapayıncaya kadar da geçti. Hızlı ile yavaşın iç içe geçtiği anlamsız ve anlamsız olduğu kadar tartışmasız boktan geçen bir kırk sekiz saatti.
Nasıl geçtiğini biri soracak olsa cevaplayamazdı. Okula gidiyor olsa ertesi günün dersine çalışır, finalleri olsa bilgilerini gözden geçirir, bir işte çalışıyor olsa mesaisini tamamlardı.
Duygu ne mi yaptı? İlk gün Miya'yı okşadı gergince. Onu sevmediğinde başarısız yemek denemeleri vol.21'i çekti mutfakta ve envai çeşitlilikte doldurdu buzdolabını. Evdeki tüm zerzevatla tadından yenilmeyecek, yanında bile yatılmayacak yiyecekler yapınca tekrar alış veriş için dışarı çıkmaya üşendiğinden camlardan başlayarak tüm evi bir güzel kırkladı. O kadar ki, akşamüstü Cihan eve geldiğinde bütün camları ve kapıları açtı evi tavaf ederek.
"Duygu ne yaptın sen? Çamaşır suyu imalatına mı başladın? Havanın azot, oksijen dengesini değiştirmişsin, nefes alınmıyor evde."
Duygu cevap vermeyince kucağında kedisiyle oturduğu kanepeye geçip yanına çöktü. Tüm gününü yarın çıkacakları son iş için ayarlamalar yaparak harcamıştı. Cihan için kırk sekiz saat doksan altı saate eş değer geçmişti. Bir o kadar daha zamanı olsa hayır demezdi.
Kadına baktı. Duygu'nun gergin olduğunu anlaması için profesör olmasına gerek yoktu. Bu gerginliğin sebebi en çok da kendisiydi. Her soygundan sonra daha mülkün bahçesinden ayrılmadan araba içinde sevişen gözü kara genç kadın gitmiş, yerine son demlerini evde kedileriyle geçirmek isteyen yaşlı haminne gelmişti sanki.
"İyi misin küçüğüm?"
Başını salladı. Evet'ti anlamı; ama anca bu kadar hayır olabilirdi.
"Duygu, istemiyorsan..."
"İstiyorum. Vazgeçmedim. İşe çıkınca böyle olmam merak etme. Cihan seni yarı yolda bırakmam. Güven bana."
Cihan'ın buna inancı tamdı. Eğer derdi yarı yolda kalmak olsaydı Hikmet'le iş yapardı. Duygu daha yolda gördüğü çelimsiz kediyi bile gördüğü yolda bırakamıyordu, kaldı ki, onu yarı yolda bıraksın.
Başını onun dizlerine koyarak uzandı kanepede. Huzurdu bu kadın. Minik bir huzur küpüydü. Başını dizinden geriye atıp bir süre minyon yüzüne baktı. Gözlerini sabitlediği noktayı merak etmedi. Duygu da bilmiyordu nereye baktığını, emindi.
Omzundan dökülen saçlarına dokunmaya başladı. Kıvırcık olmaları hoşuna gidiyordu. Karnı açtı; ama yemek düşünmesini istemedi onun. Geçen iki hafta boyunca denediği ve beceremediği her yemekte kendine küfretmesi yeterince macera dolu günler yaşatmıştı ikisine de. Çöpe giden her yemekle küfür sayısında rekora koşmuştu.
Sevişmek ister miydi acaba? Yok. Eve geldiğinde üstüne atlamadığına göre bu gece boş geçecek demekti. Bir duşa girse, Cihan üstündeki ölü toprağını atabilirdi belki. Bu niyetle kalktı bir anda kadının kucağından. Duygu dizlerinden kalkan başla birlikte dünyaya döndü.
"Nereye?"
"Duşa gireceğim."
"Aç mısın? Yemek yaptım."
"Harika. Duştan çıkınca yiyelim."
Ayaktayken uzanıp dudaklarına öpücük kondurdu banyoya giderken. Konduruş o konduruş oldu. Duygu, adamın tişörtünün yakasını tutup üstüne çekti onu. Kucağındaki Miya son anda attı kendi yere ciyaklayarak.
Yanılmıştı Cihan. Duygu aynıydı. Bu gece boş geçmeyecekti. Aç olmamayı diledi o an. Aç Cihan ne yapabilirdi, tecrübe etmek üzereydi.
"Pisim biraz. Terliyim de küçüğüm."
"Yani?"
Yanisi yoktu. Duygu onu ne hallerde, hangi şartlarda istemişti. Üç oda bir salon olan on kişilik evde, kiler gibi bir odayı, Cihan, kıdeminden dolayı tek başına sahiplenmişken Duygu'yla birlikte olmaya başladıkları o ilk zamanlarda Hikmet'in dediği gibi hiç çekinmeden minik çığlıklarıyla doldurmuştu dört duvar arasını.
"Hiç Duygu. Yanisi yok."
Güldü kadın ona. Soyunmadan işini halledenlerdendi Duygu. Kısa eteği yukarı toplanır, iç çamaşırı kenara sıyrılır, Cihan kendini onun için hazır kadınlığına kaydırır ve Duygu zevkle onunla bütünleşirdi.
O nasıl isterse, o ne zaman ve nerede derse öyle olurdu. Hiç değişmedi ilk andan beri. Cihan sadece emir eriydi bu küçük kadının. Kılıbıklık ya da kendisine ıslak ve hazır şekilde açılan bacakların arasında yerini almak kadar basit değildi onun durumu. Açılan her bacağa gitmiyordu. O, ona açılacak başka bacakların varlığına ihtiyaç duymuyordu.
"Güzel. Ben de öyle tahmin etmiştim. İlkmiş gibi hissettir."
Kadınlığını Cihan'la keşfeden Duygu ise ona tutkuyla karışık sevgiyle bağlıydı. Bir tek minnetten emin olamıyordu. Teşekkür ve şükür vardı onunla her sevişmesinde; ama minnet olmamasına gayret ediyordu. Cihan'ın da duası bu yöndeydi. Ona minnet duyan bir kadınla birlikte olamazdı.
Duygu'yu hiç kırmadan geçen yılların yanı sıra, Cihan onun için pek çok fedakarlık da yapmıştı. Cihan'ın lafını ettirmediği, Duygu'nun unutmasının mümkün olmadığı iyilikler kızı ona daha bir yakınlaştırmıştı.
Hikmet onu iş yapmadığı ve Duygu bunu bağıra çağıra herkesin içinde dile getirdiği için defalarca evden kovarken Cihan önüne siper olmuştu mesela her seferinde. İşlerin kesat gittiği aylarda, Duygu hırsızlık yapmamak için direnirken Cihan, o evde kalabilsin diye, onun da avantasını verebilmek için yasak dövüşlere katılmıştı sayısızca. Hiçbir dövüşü kaybetmemişti; ama eve pert şekilde gelmesine engel değildi galibiyetleri ve kazandığı paralar.
Kendisi için yapılanların farkındaydı Duygu. Açılan kaşına, patlayan dudağına, moraran, kanayan derisine her pansuman yapışında ölene kadar hırsızlık yapmasa, Cihan'ın onu avantacı armutun hışmından korumak için, bunları gocunmadan yapmaktan vazgeçmeyeceğini biliyordu.
Cihan Duygu'nun iyileştirmek için dokunduğu yerlerin acısına sıkılı dişler arasında dayanmaya çalışırken Duygu'nun ettiği büyük yemini bozmasının tek nedeni, Cihan'dı. Onun hayatında Cihan gibi bir koruyucusu olmamıştı. O da Cihan için kendince fedakarlık yapabilirdi.
Yapmıştı. Çalmıştı. Çalıyordu.
"Hissediyor musun beni Duygu?"
Nefes sesleri evet demekti. Hiç rol yapamıyordu ki. Cihan Duygu'dan önce zaman zaman gittiği farklı her kadında yaşamıştı bunu. Yalandan inleyen çok kadınla birlikte olmuştu. Bir süre sonra iğrenmişti kendinden. Bir kadına gerçek anlamda zevk bile veremediği yerde işinin olmadığını anlaması için o kadınları feda etmesi gerekmişti maalesef. Para ödeyerek yapılacak iş vardı yapılmayacak iş vardı. Cihan parasını daha anlamlı şeylere harcamaya başladı o yüzden. 
Dövüş öğrendi. Hayata bilmem kaç sıfır geride başlayınca en önlerde olabileceği şeyleri yapmak kıymete bindi. İşe çıktıklarından arta kalan zamanda vaktinin uyumak dışında kalan tamamını spor kulüplerinde harcadı. Duygu için dövüşmek zor olmadı bu yüzden, kazanmak da.
"Ahh! Cihan, devam et. Dayan biraz daha lütfen."
Bu sözleriyle bitme noktasına gelen Cihan biraz daha oyalanabilmek için Duygu'nun göğüs kısmı sökük olan tişörtünü boydan boya yırttı. Yıllar önce bir gece, büyüdüğünü söylediği; ama Cihan'ın büyük avuçlarının içini doldurmaya yetmeyen göğüslerini okşamaya başladı. Aklını bir süre bununla meşgul tutarak Duygu ona şimdi diyene kadar dayanmayı diledi.
Son çağrı geldiğinde Cihan nasıl dayandığına hayretler ederek, boğa gibi sesler çıkararak, küçük kadınının canını yakmama gayretiyle ne varsa bıraktı Duygu'nun içine. Yaprak gibi titreyen bedeniyle ve terden alnına yapışmış saçlarıyla nasıl da sevilesi olduğu hakkında en ufak bir fikri var mıydı acaba kadının?
Kendi titreyen dirseklerini daha fazla tutamayacağını anlayınca Duygu'nun üstüne yığılıp kalmamak için yere attı kendini hemen. Duygu kanepede, Cihan halının üstünde normal insan versiyonlarına dönmeye çalıştı.
İlk toparlanan Duygu oldu. Tek bir kıyafeti çıkmamıştı Cihan'ın aksine. Cihan'ı duşa yolladı. Üstüne yeni bir tişört geçirip o da kendince yaptığı yemekleri ısıtmaya koyuldu. Yarın uzun bir gün olacaktı. Yemek adı altında iki hafta artı iki gündür yaptıkları her neyse, onlardan gelecek enerjiye bile ihtiyaçları olacaktı.
Girdikleri son villadan sonra geçen iki haftadan biraz fazla zamanda soymayı kafasına koyduğu Tuzla'daki lüks villa için, iki ay öncesini de hesaba katarsa iyi iş çıkardığını düşünüyordu Cihan.
"Ev boş olacak değil mi?"
"Evet küçüğüm."
Müştemilattaki beş kişi yıllık izin için memleketlerine giden uçağa dün öğleden sonrası için bilet almıştı.
"Alarm sistemi peki?"
"Bana yardımcı olan arkadaşım üç yıl güvenlik şirketinde çalıştı. Amerika'da kullanılan bir sistem henüz burada yok, ama nasıl devre dışı kalacağını öğrendi. Biz gittiğimizde çalışmıyor olacak."
Burak'ın babasının babası kurmuştu bu sistemi dünürü için. Adam villayı alalı yıllar olmuştu, o zamanlar basit bir alarm sistemi vardı. Kızını Baran Özcanlar ile evlendirdiğinde yazılım mühendisi olan yeni dünürü ile bir araya geldiği bu villada adam hemen sistemin değişmesi gerektiğine ikna etmişti onu.
O zamana kadar bir hırsızlık girişimi atlatmayan villa bu alarm sistemi ile Hikmet gibi yılların tecrübeli, gözü kara soyguncusunu bile geri adım attırmıştı. Kardeşi Halil çözememişti. Yaşlı adamın evdeki antikaları orada bırakmasının en büyük sebebi değilse bile bir sebebi de dünürünün kurduğu güvenlik sisteminin hataya yer vermeden çalışmasıydı.
Tam el izi ile birlikte, akabinde retina taraması istiyordu. Ekrem Zengin'in gidemediği yerde üç beş kişinin daha kaydı vardı sistemde. Bundan başka girilmesi mecburi bir kod ve iki farklı girişe aynı anda sokulması gereken fiziki anahtar da sistemin çözülmesini imkansız hale getiriyordu.
"Kim bu arkadaşın? Ben tanıyor muyum?"
"Hayır Duygu tanımıyorsun. Asla tanımamalısın. Tehlikeli olur. O da seni tanımayacak."
Ekrem Zengin'in torunlarından üç beş tanesinin evi boş bırakmamak adına birkaç gündür dönüşümlü olarak villayı kolaçan ettiğini es geçti. Yarın akşam da bir parti vereceklerdi. Cihan bunu da çözmüştü neyse ki. Yarın sabahtan itibaren elektrik kaçağı olacaktı tüm bölgede ve uzman ekipler villa etrafında sebebini araştıracaktı. Gelen olsa bile geldiği gibi dönecekti geldiği yere.
"Neden bu kadar çok güveniyorsun bu adama?"
"Payını vereceğim çünkü, çıkarı fazla. Onun da hayatı kurtulur."
"Ya ev sahibine ispiyonlarsa ve o da her kimse daha büyük bir pay verirse?"
Duygu peşini bırakmazdı. Ayrıntılar onun için önemliydi. İşi buydu bir yerde. Her detayı düşünmeden veya anlamadan yola çıkmak ona göre değildi. Cihan da atlamazdı normal şartlarda. Ne sorsa sabırla cevaplar, içinin rahat etmesini isterdi. Son iş olması sebebiyle bu kez Duygu'nun içini rahat ettirme kısmında zorlanıyordu. Başka biriyle çalışmıştı ve Duygu için bu ilkti.
"Bana yamuk yapmaz merak etme, güven bana küçüğüm."
Masanın üzerinden uzanıp Duygu'nun yanağını okşadı. Yaptığı değişik yemeği yediklerinde kadının kafasının üzerinde koca soru işaretini görebiliyordu; ama konuşmak istedikleri teknik ayrıntılardan ziyade fiziksel gerekliliklerdi.
Cihan'a güveniyordu elbette Duygu. Yedi yıl bir insana güvenmek için uzun bir süreydi tabii, tek fark Duygu ona ilk yedi saniyede güvenmişti. Elini uzattığı o soğuk Kasım ayında, o anda tutmuştu elini. Yaşadıkları kalabalık evde tek kadın olmanın zorluğunu Cihan hissettirmemişti ona. Her konuda arkasındaydı. Prensesler gibi yaşatmamıştı onu belki; ama ona göre tam bir kraldı Cihan.
"Sabah kaçta çıkıyoruz?"
"Düşünme Duygu. Düşünürsen bu gece gözüne uyku girmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. O yüzden, şimdi ılık bir duş alacaksın. Ben sana süt ısıtacağım. Ballı sütünü içip kedinle mışıl mışıl uyuyacaksın. Sabah ben uyandırırım seni. Son ayarlamaları da o zaman yapacağız. Sabaha kadar soygunu kafanda kurmanı, olumsuz düşünmeni istemiyorum. Dinç ihtiyacım var sana."
Başını salladı Duygu. Çoktan kurmaya başlamıştı ve Cihan'a karşı koymanın anlamı yoktu. Uykusuz kalarak hata yapma düşüncesi canını sıktı. Hemen duşa girdi. Cihan o duştayken masayı topladı. Dediği gibi sütü ısıttı. Kedinin mama ve su kabını doldurdu. Hatta plastik yoğurt kabına yedeklerini de koydu. İşlerinin geç bitme ihtimaline karşı risk almak istemedi.
Duygu kıvırcık saçları nemli banyodan çıktığında Cihan elinde bardakla bekliyordu onu. Bu gece ikisinden biri uyumalıydı en azından. Cihan uyumayacaksa Duygu uyuyan tarafta olmalıydı.
Uyuduğundan emin olunca telefon görüşmesi için balkona çıktı. Sağ tarafına yatan Duygu ilk defa sabah uyandığında aynı tarafında değildi. Huzursuz bir uykunun tüm gece onu esir aldığını hiç dinlenmemiş bedeni açık ediyordu.
Neyse ki, bugün özgürlüğüne giden yolda katlanılmaz değildi bu durum.
"Günaydın küçüğüm. Kahvaltı hazır, hadi gel."
"Günaydın Cihan. Saat kaç?"
"Yediyi geçiyor biraz. Sekizde evden çıkacağız. Detayları konuşalım."
Kahvaltının amacı, sadece karın doyurmaktı o sabah. Alınan bir tat yoktu. Sıcak çay sıcak mıydı mesela Duygu yanan diliyle anladı.
"Ben kamyonetle önden gideceğim. Sen yetmiş kilometre hızı geçmeden arkamdan volvo ile geleceksin?"
Kurallara anlam veremiyordu; ama tartışacak değildi. Yüksek olasılıkla radar ya da polis kontrolü ihtimalini göz önünde bulunduruyordu Cihan. Her şeyi düşünmüş olduğuna emindi. Yetmiş diyorsa yetmişle giderdi.
"Niye birlikte gitmiyoruz?"
"Çünkü volvoya da bir şeyler koyacağız."
Tamam der gibi başını salladı. Alınacak, onların konumunda çalınacak çok şey olduğunu Cihan haftalar önce ilk seferinde demişti zaten.
Milyarlar belki de trilyonlar...
Yeni parayla üstelik.
"Kahvaltını bir an önce bitir. Hemen makyajını yap. Seni tanıyamadığımı iddia ettiğin kızıl peruğunu takarak frapan kadın ol küçüğüm."
"Tamam Cihan. Yaparım hemen."
"Hey, önce kahvaltı; ama fazla vaktimiz yok. Sahte ekip elektrikler için yola çıkar birazdan."
Gidecekleri yol taş çatlasa kırk kilometreydi. Kadıköy'den Tuzla'ya gitmeleri yarım saat, kırk dakika sürerdi bir aksilik çıkmazsa. Ekipler villanın bahçesinde üç beş villa sakinine çalışma yaparmış gibi görünürken onlar yan villaya geçince Cihan ve Duygu da içeride işlerini halledeceklerdi.
Cihan beş dakika önce çıkacaktı, olası bir takip durumunda Duygu'nun işin içinde olmadığını öne sürerek Hikmet'i oyalayabilir, suçu tek başına üstlenebilirdi böylece. Gerçi Hikmet bugün keneften çıkabilirse peşlerine takılabilirdi ki, Cihan'ın tüm gün layık olduğu mekandan çıkamayacağına dair bir his beliriyordu içinde.
Cihan bunu belirtmeyi de es geçti. Duygu bu duruma gülmeye başlarsa onu durdurması imkansız demekti. Değil yarım saat içinde yarım ayda çıkamazlardı işe.
Duygu hazır olunca kapıdan çıkmadan önce kedisine baktı. Dün geceden beri leyla olan Duygu yerine Cihan Miya'yı da düşünmüştü. Yedek su ve mama kaplarına bakıp yüzünde gülümseme ile ayakkabılarını giydi. Kapıyı açtığında Cihan kapattı. Onu belinden kendine çekti.
"Öpersem makyajın bozulacak, öpersem devamı gelecek, öpersem geç kalırız. Şu lanet işi bitirip sabaha kadar sevişmek istiyorum seninle."
Beklentide olmak iyiydi. Umut demekti Duygu için.
"Öpersen ve makyajım bozulursa kafanı kırarım. Son cümlene ise bayıldım. Son son, değil mi Cihan?"
"Son son küçüğüm. Aklına takılan bir şey var mı?"
"Yok. Yetmiş kilometre hızla gideceğim. Hiçbir trafik kuralını çiğnemeyeceğim. Yüksek sesle müzik dinlemeyeceğim. Senden beş dakika sonra çıkacağım. Dikkat bile çekmeyeceğim."
"Şu an benim dikkatimi çok çekiyorsun. Umarım başkaları aynı fikirde olmaz."
Kadını alnından öptü. Boynundan kokladı. Sürdürdü konuşmasını.
"Bu arada Duygu, arabayı durdurmanı gerektirecek şekilde hiç kimseye, hiçbir şeye yardım etmeyeceksin."
Bunu niye söylediğini iyi bilirdi Duygu. Bundan önceki soygunlarında yolda gördüğü yaralı, çelimsiz bir kedi için çıldırmıştı. Kediyi gördükten sonra beş kilometre gittikleri halde, arabada kedinin ardından akıttığı gözyaşlarına daha fazla dayanamayarak geri sürmüştü Cihan aynı noktaya. Bu uyarı şarttı. Evdeki Miya o günden hatıraydı.
"Duygu, beni anladın mı küçüğüm?"
"Ya çok yaralıysa ve bana bakan 'lütfen bana acı ve yanına al' gözleriyle benim onu almam gereki..."
"Duygu! Kimse seni görmemeli. Mobeselere çalıntı araba ile görüntü vermen ve bizim sonra o arabadan kurtulmamız ayrı, senin o arabadan inerek kameralara yüzünü göstermen ve paçayı sıyıramamamız ayrı. Şahit bırakmak yok. Yola çıktıktan sonra en geç elli dakika içinde villanın önünde olacağız."
"Anladım. Tamam."
Karşısına ona 'lütfen bana acı ve yanına al' gözleriyle bakan bir pisi pisi çıkmamasını diledi.
Kollarını güven vermek için adamın beline saran Duygu eline gelen soğuk metalle buz kesti. Cihan tabancasını pantolonun bel kısmına sıkıştırmış, olası bir tehlike anında tabiri caizse patlamaya hazır bir bomba gibi yerine yerleştirmişti. Duygu'nun eli yandı sanki. Hem buz kesip hem ter bastı bedenini. Tedirginliğini ona belli etmemeye çalıştı.
Cihan emin olmak için bir daha baktı kadına. Evden öyle çıktı. Saatine bakan Duygu beş dakika sonra arabaya atladı, dikiz aynasında son kez peruğunu kontrol etti ve derin bir nefes alarak kontağı çevirdi. Anadolu'nun daha içlerine yol aldığı cumartesi sabahının sekizinde hafif bir müzik açtı. Sesi hiç açmadı. Yetmiş kilometre sabit hızla yirmi beş dakika sonra Tuzla'ya girmişti bile. Kırk dakika içinde görünmezse, Cihan öyle arayacaktı ve on dakika daha bekleyecekti. Tam zamanında orada olacak gibiydi.
Konumu bir kez daha kontrol ettiği sırada ilerideki sapaktan dönmesi gereken yerde tersi istikamette gelen bir araba yanından geçerken tekeri patladı ve direksiyon hakimiyetini bir an kaybederek yoldaki orta refüje çıktı. Kaza gibi değildi. Hasar yoktu, sadece arka sağ lastiği patlamıştı. Duygu bir an yavaşlasa da durmadı. Dikiz aynasından baktığında içinden çıkan adamın çaresizce lastiğe baktığını ve telefonu çıkararak arama yapması gereken yerde yapmadığını fark etti.
Ellerini ensesinde birleştirerek çaresizce lastiğe bakan adamın şarjının olmadığını anlamak zor olmadı bu yüzden. Çok çaresizdi. Çaresizlere el uzatılmalıydı. Sabahın bu saatinde başka gelen giden araba olmaması Duygu'ya arabayı ters çevirtti aynı yolda. Daha on beş dakikası vardı ve lastik çaldıkları zamanlardan kalma kazanım ile çok hızlı lastik çıkarıp takan biri olması bu adamın yarı yolda kalmama şansı olabilirdi.
Cihan'a tamam demişti; ama belki de adamın gitmesi gereken çok acil bir yer olabilirdi. Çaresizdi sonuçta. Belki de işe gidiyordu, tıpkı onun gibi. Belki bir hasta yakınıydı ve ona çaresizce acilen götürmesi gereken eşyalar olabilirdi. Kendini ikna etmesi kolay oldu. Gurur duydu kendisiyle.
İhtiyacı olan çaresiz birine yardım etmenin yaralı bir kediyi evine almaktan ne farkı olabilirdi ki?
Villalardan yaklaşık on dakikalık ve yedi sekiz kilometrelik mesafede, ters istikamete giden, yardım ettiği bir kişi başına ne tür bir bela açabilirdi ki?
Nitekim aracıyla yanına gelip de durduğunda adamın, aracın şarj aletine taktığı telefonunu açmaya çalıştığını gördü. Doğru tahmin etmişti. Duygu üstünü başını düzeltip, güneş gözlüğünü takıp arabadan indi. Adama bir şekilde yardım edip yetmiş bir ya da yetmiş iki kilometre hızla açığı kapatabilirdi.
"Günaydın. Yardıma ihtiyacın var mı?"
Adam kapısı açık arabanın şoför tarafında, yarı oturur vaziyette başını kaldırdı ona seslenen kadına. Bu adamın, kendisi gibi bir kadının nasıl yardımı olabileceğini düşündüğü açıktı Duygu'ya göre. Sonuçta 1.68'lik çiroz bir kadındı, yüksek topuklu ayakkabı ve deri tayt ile, kızıl kısa saçlı ve sabahın bu saatine göre oldukça fazla makyajlı haliyle tamirhanede çırak olarak çalışmadığı belliydi.
"Günaydın. Lastiğim patladı. Yol yardımı arayacaktım; ama telefon da beni yarı yolda bıraktı. Yetişmem gereken bir yer var ve tam zamanında olumsuz her şey üst üste gelir."
"Benim telefonumu kullanabilirsin; ama daha iyi bir teklifim var. Stepne varsa eğer lastiğini değiştirebilirim hızlıca. İkimiz de yetişmemiz gereken yere geç kalmamış oluruz."
"Sen mi değiştireceksin lastiği?"
"Kullandığım arabada her zaman bir kriko bulunur. Çok fazla lastik değiştirmeye ihtiyacım oldu ve pratikleştim yıllar içinde. Ne diyorsun? Fazla vaktim yok."
Saate baktı. Yaklaşık beş dakikayı yemişti. Beş dakikada lastik değiştirse, Cihan yolda arardı en kötü. Hem adamın bindiği otomobile bakılırsa o villalardan birinden gelme olasılığı yüksekti ve navigasyon olsa da köşedeki bakkaldan sağa dönün ya da camiyi geçince ikinci sokak gibi yönlendirmeleri yalnızca bölge insanı yapabilirdi.
"Neden olmasın? Madem bu konuda iyi olduğunu söylüyorsun, deneyebilirsin. En kötü ihtimalle yapamazsın ve telefon şarj olunca yol yardımı yine arayabilirim."
Bagaja doğru gidip yedek lastiği yerinden çıkardı adam. Duygu da kendi bagajından aldığı kriko ve bijon anahtarı ile hemen işe koyuldu. Patlak lastiği yerinden gevşetip kriko ile arabayı kaldırdı ve adamdan lastiği yerinden çıkarmasını, diğerini yerine takmasını istedi. Takılan yeni lastiği de sıkınca aletlerini eline alıp adama baktı. Kadınları küçümsememeyi her erkek öğrenecekti bir gün.
"Vay canına! Elindeki aletler bende olsa da yapamazdım galiba. Teşekkür ederim."
En azından teşekkür etmeyi biliyordu, öncesinde tereddüt etse de. Altındaki arabayı hak etmediğini düşünmemek için hızla karşılık verdi ona.
"Teşekkür etmeye değmez. Çocuk oyuncağı benim için. Ben de senden bir iyilik isteyebilir miyim?"
"Tabii. Lastik değiştirme olmasın da." Güldü kadına.
"Yok, o iş bende. Arkadya villaları kırk yedi numara için kestirme bir yol var mı? Ayırt edici bakkal çakkal işe yarar."
"Ekrem Zengin'in villası orası. Orada oturmuyor ki? İstanbul'da şimdi."
Duygu, villanın sahibini tanıyan birine denk gelme cenabetliğini neye borçluydu acaba? Dün gece banyo yapmıştı. Hırsızlık başlı başına günahtı, tamam da, bu son diye geçirdi içinden. Hatta son tövbesini araba yüklenince yapacaktı. Bozuntuya vermeden devam etti, haberi vardan geldi.
"Biliyorum. Ben torunlarından birinin kız arkadaşıyım. Sürpriz yapacağım. Daha önce hiç gelmemiştim de."
"Anladım. Üç kilometre kadar daha git. Sağdaki ikinci sapaktan sonra su deposu var. Oradan bir beş kilometre gidince solda kalarak ilerlediğinde köşedeki fırından sonraki üçüncü villa. Dışı ahşap ve sarmaşıkla kaplı olan. Gözden kaçırman imkansız."
"Çok teşekkür ederim. Fırın olması işime gelir. Kahvaltılık bir şeyler de alırım."
"Şimdiden afiyet olsun. Tekrar teşekkürler."
Aparatları bagaja koyan kadın aracına bindi. Farklı yönlere gidecek olan iki kişiden erkek olan kendi arabasına binecekken tekrar seslendi Duygu'ya.
"Pardon. Burak'ın kız arkadaşı mısın sen?"
Duygu, soyacakları adamın soy ağacını bilmiyordu; çok zengin ve ondan da çok torunu olduğunu söylemişti Cihan. Her ne kadar torunlarıyla ilgilenmiyor olsa da; madem Burak diye bir torunu vardı, o zaman onunki olurdu. Yalandan da olsa iyi biri olmasını diledi. Yapacakları son iş öncesi, kötü kötü, pis pis, yolluymuş gibi bakan bir yabancıya ihtiyacı yoktu.
"Evet. Burak'ın kız arkadaşıyım. İyi günler sana." Daha fazla soru sormasına müsaade etmeden kapısını kapattı. Kontağa attı elini.
"Sana da iyi günler hanımefendi."
Duygu daha arabayı çalıştıramadan telefonu çaldı. Kahretsin Cihan arıyordu. Aslında daha zamanı vardı; ama gidene kadar bir on dakika geçerdi ve sözleştikleri saatten beş dakika gecikmiş olurdu.
"Efendim Cihan?"
"Neredesin küçüğüm? Seni bekliyorum girmek için. Sürgülü dış kapıyı bir kere açıp kapatmamız gerek. Diğer komşuların dikkatini çekmemeliyiz. Ekip alarmı etkisiz hale getirip geçti yan tarafa."
"Geliyorum. Çok fazla kırmızı ışığa yakalandım. Sanki hepsi beni görünce yandı."
Lastiği patlayan birini gördüğünü söylese kızmazdı Cihan. Görmesinde sorun yoktu. Görüp zıt yöne giden arabasını çevirdiğini, arabadan indiğini, üstelik adama yardım ettikten sonra adres sorduğunu söylerse kıyamet kopabilirdi. Her zaman doğruyu söyleme taraftarı olsa da, bu o zamanlardan biri değildi.
"Acele et Duygu. Acele ve dikkat çekmeden gel. Binanın dıştan görünüşü bile heybetli. İçini düşünemiyorum. Devasa. Fotoğraflardan daha büyük görünüyor."
"Tamam su deposuna geldim bile. Buradan çok uzak değildir."
"Değil. İlerle. Solda kal. Köşede ufak bir fırın var. Fırından sola dön, oradayım zaten."
"Tamam Cihan. Görüşürüz."
Yabancı da tarif etmişti. Tahmin ettiğinden çabuk vardı bu yüzden. Köşedeki fırına geldiğinde Cihan kamyonetin içinde onu bekliyordu. Arabayı park ederken solda kalan bina için Cihan'ın heybetli derken ne demek istediğini kanlı canlı görmüş oldu. Arabadan inip Cihan'a sarıldı koşarak. 
"Bu ne Cihan? Üç günde soyabilir miyiz sence burayı?"
Sesini alçak tutmak, heyecandan zıplamamak işkenceydi.
"Üç günlük soygun için araba getirmedim küçüğüm. En değerli gördüklerimizi çarçabuk alıp çıkacağız."
Sürgülü demir kapı ağır ağır açıldığında tekrar arabalara binip bahçeye girdiler. Ağır kapı tekrar kapandığında park edip indiler ve eldivenlerini taktılar. Cihan önceden bilgisini aldığı kiler camına doğru ilerlerken Duygu onu takip ediyordu. Her zamanki metod burada da devreye alındı ve Duygu'yu omuzlarına alan Cihan onu cama doğru kaldırdı. 
Camın pervazına tutunan Duygu kendini kolayca yukarı çekti ve iki dakika geçmeden kısmen boş olan kilerin içindeydi. Boş gibiydi; ama tertemizdi. Birileri şimdi burada yaşamaya karar verse, kılık kıyafet getirmesi yeterli olurdu galiba.
Kilerin kapısı mutfağa açılıyordu ve oradan salona bağlanan koridor uzundu. Duvarlar tablo, duvara yaslanan etejerlerin üstü antika objelerle doluydu. Yerdeki halılar bile bir servet değerinde olmalıydı. Ayakkabıyla yürüdüğüne pişman olmak üzereydi. Neredeyse ayağından çıkaracaktı. Duygu sadece koridordan bile alınacak şeylerle zengin olabileceklerini içten içe hissediyordu. Soymak için üç gün biçerek hakaret etmişti villaya.
"Hay ebesini ya! Millet ne iş yapıyor bunları satın alabilmek için arkadaş? Vay Ekrem dedem, helal olsun sana. Tövbe tövbe. Allah'ım sen affet, bu son. Son son."
Etrafına bakınmak yerine, dışarıda kalıp ona kapıyı açmasını bekleyen Cihan için evin kendi evlerinin iki katı büyüklüğünde olan girişine yöneldi daha fazla oyalanmadan. Elini kapının koluna attığı anda daha kolu indiremeden arkasından gelen sesle yerinde donup kaldı.
"Günaydın sevgili kız arkadaşım. Ellerin bomboş, aklın nerde senin? Fırına uğramayı unutmuşsun."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder