9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 5. BÖLÜM

Duygu elini ne kapıdan çekebildi ne arkasını dönebildi. Kulaklarını dolduran ses, çok değil, daha yirmi, yirmi beş dakika önce çok çaresiz olan adama ait değil miydi? Lastiği patlayan arabanın mükemmel şekilde değiştirdiği sağlam lastiğiyle onun yanından geçtiğini fark etmemişti bile. Bu muhitin adamıydı neticede. Farklı bir yol biliyor olabilirdi, hatta muhit adamlığından fazlası vardı onda. Soymak için girdiği evin sahibinin torunuydu Burak efendi.
Allah kahretsin, şu anda Duygu neden bunları düşünüyordu? Adam nereliyse ve kimse ona neydi? Düşünmesi ve kurtarması gereken bir kıç vardı kendisine ait olan. Çaresiz bir adama acımıştı ve acınacak hale gelmişti. Kendisi yerine de o konuşuyordu neyse ki!
"Arkadaşlarına mı açacaktın kapıyı? Kaç kişisiniz?"
Duygu kendine geldi o anda. Hızla döndü ona doğru. Cihan söz konusuydu. Döndüğü gibi de kendisinden on adım ötede ayakta duran Burak'la göz göze geldi. Elinde gösterdiği telefonda yazılı numara 155 olan ev sahibinin başparmağı arama tuşunda, ateş eden gözleri kadındaydı. Şarjı biten telefon geçen yarım saatten az sürede yeterince şarj olurken Duygu buna olanak sağlayan kişiydi.
Cihan'ı dinlemiş olsa, hiç kimse için durmasa, adama kendisinin kız arkadaşı olduğu yalanını uyduramazdı ne güzel. Şimdi de sırtı kapıya dönük halde dondu kaldı. Polis olmazdı, olmamalıydı. Polis demek Hikmet demekti. Ondan habersiz çıktıkları bu işte polise enselendikleri an, ölüm fermanlarını mühürlemiş olurlardı ki, hapis yatmak Hikmet'in gazabından yeğ olurdu.
"Hayır, ben yalnızım. Hırsızlıktan vazgeçtim, tam çıkıyordum evden."
Hırsız değilim, geçerken uğradım diyemezdi. Bir güzel tarif ettirmişti bir de adama kendi evini. Aferin, ne iyi anlatmıştı ama bravo vallahi. Eliyle koymuş gibi bulmuştu. Sadece Burak Efendi ondan hızlı davranmıştı.
"Kız arkadaşım olduğunu söylerken de inandırıcı değildin, şimdi de değilsin. Senin gibi bir hırsız benim kız arkadaşım olabilirmiş gibi sanki..."
Duygu takılmadı imalara. Onun gibi bir hırsızın erkek arkadaşı vardı zaten. Aklı da ondaydı hatta. Cihan iki dakikada açılması gereken kapının yedi dakikadır açılmadığını fark etmişti mutlaka. Arardı şimdi. O zaman zaten yalnız olmadığını anlardı bu zeka küpü.
"Polisi mi arayacaksın? Lütfen arama, çekip giderim. Unuturuz her şeyi."
"Evimi soymak için girdiğini unutacağımı hiç sanmıyorum."
"Ben lastiğini değiştirdim senin. Bunun hatırına bu sefer görmezden gelsen nasıl olur?"
Duygu saçmaladığının farkındaydı; ama çaresiz bir kadındı o anda. Bu sefer ne demekti ayrıca? Sanki sen bir çık git, ben bir daha gireceğim demenin önden bildirisi gibi geliyordu kulağa. Adamın 'şaka' kelimesinin içindeki harflerden hiçbirini barındırmayan yüz ifadesi, parmağının hafif bir baskısıyla polis ekiplerini kapının önüne yığacağının habercisiydi adeta.
Burak dün öğleden önce gelerek evdekileri hava alanına bırakmıştı dedesi ona yıllık izin muhabbetini açınca. Severdi bu çalışanları. Dedesi ve anneannesi burada yaşarken ailesiyle sık gelirlerdi buraya. Anneannesi dedesine şarkı söylerken Saadet teyze onlara bahçedeki limon ağacının limonlarından yaptığı limonataları getirirdi. İlk evlendikleri andan beri sesinin çok güzel olduğunu söylerdi Ekrem Bey karısı için. Annesi ve babası neredeyse iki yıl olacak kazada ölmeden ve tabii onun öncesinde önce anneannesi sağken onu dinlemeyi çok severdi.
Yıllar geçtikçe yaşlılık ile sesi pürüzlense de ne kadın söylemekten ne adam dinlemekten usanmıştı. Tüketen, yakıp yıkan evliliklere inat gibiydi görücü usülü evlenen bu çiftin sevgisi. Bu sevginin farkında olabilmek için kulaklara değil gözlere sahip olunması yeterliydi. Onlara bakan herkes, eşsiz bir sevginin bir arada tuttuğu insanlar olduklarını şıp diye anlardı.
Bir günden bir güne yanlarında çalışan Saadet ve Hasan'a yüksek sesle konuştuklarını hatırlamazdı Burak. İkisinin çocukları olduğunda ve iki yaşlı insanın torunları eskisi kadar sık gelmediğinde onları kendi torunlarından ayırt etmemişlerdi. İlk oğlunu üç ay önce evlendirdiklerinde düğün hediyesi olarak evlerinden birini vermişti Ekrem Zengin yeni evli çifte. İşverenlerinin bu denli saygısına ve cömertliğine bir günden öbürüne ihanet etmeyen çift, dün Burak'ı karşılarında gördüklerinde şaşırmadılar bu yüzden.
Yine de nezaket icabı sordu Saadet Hanım. "Ne geldin oğlum, biz giderdik."
Evlatlar arasında Esra ne ise torunlar arasında da Burak oydu. Tatlı dili, güler yüzü, hatırşinas haliyle çalışanlar ve çocukları da Burak'ı diğerlerinden ayrı yere koyardı.
"Saadet abla bensiz uçağa binebilmeniz mümkünsüz. Hazırsanız çıkalım. Sizi ben götürmezsem rahat uyuyamam gece."
"Sağ ol yardımsever çocuğum benim. Hayırlı evlat, bak görüyor musun Hasan? Esra da görseydi, ah evlenseydin..."
"Tamam, Saadet abla lütfen üzülme artık. Tatile çıkıyorsunuz. Annem görüyordur beni, merak etme."
Hasan abisi ve Saadet ablası ile kızları Gülseren'i Sabiha Gökçen'e bırakıp villaya döndüğünde nasılsa yarın akşamki parti için geri geleceğini düşünerek evine geçmemişti Burak. Yarın için biraz alış veriş yaparak geceyi burada geçirmişti. Hülya da gelmek istemiş; ama Burak'ın kuzenlerinden çok haz etmediği için vazgeçmişti.
Haz ettiği şeylerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi zaten.
Dövme yaptırmak, hızma taktırmak, Burak...
Kuzenlerinden Merve hariç ondan da haz eden olduğunu pek sanmıyordu Burak. Tarzı, tavrı, tercihleri herkese uyan biri olmadığını bilse de, Burak için değişen bir şey yoktu. Bir ay öncesine kadar yoktu. Hülya'dan vazgeçecek değildi; ama dedesinin isteğini yok sayacak kadar aynı kalamıyordu.
Duygu ve Cihan'ın sabah evden çıktıkları saatlerde, dün gece villada kalan Burak'ı, erkenden gelen görevliler uyandırmıştı yeni güne. Zile basmak yerine kapıyı tekme tokat döven ekibe anlam veremese de elektrik kesintisi her şeyi açıklıyordu aslında. En az iki üç gün sürecek kaçak arama çalışmasına, olası bir yangına sebebiyet vermemek adına civara elektrik verilmeyerek devam edilecekti.
Elektriğin olmadığı yerde parti yapmak anlamsızlaşmıştı haliyle. Saat sekizi biraz geçtiğinde kuzen grubuna mesaj attı bu yüzden. Sorun çözüldüğünde, mesela haftaya, tekrar buluşmak için sözleştiler.
"Ben de çıkıyorum şimdi burdan. Karanlıkta tek başıma fantezi yapmamın mantığı yok." diye attığı son mesajın ardından, getirdiği sırt çantasını da alarak Cihangir'e doğru yola koyulmuştu. Daha on kilometre bile gidememişken yolculuğun seyri ve yönü yine değişmişti. Elektrik çok başka kaynaklardan sağlanıyordu artık.
Kızıl kısa saçlı, minyon yüzüne oldukça büyük gelen güneş gözlüklü kadın, ona lastik değişimi için yardım teklif ettiğinde, zamanda en az iki hafta geriye gitmişti. Kırmızı ışıkta durduğu anda, gözüne dolan uzun, kıvırcık saçlar yoktu belki karşısında; ama bu kadın ondan başkası değildi. Yüz tipi, aynı koyu makyaj ve başını yana yatırışına, atmayı beceremediği yalan da eklenince, Burak kalp nakli bekleyen hastaya verilen yeni bir kalp müjdesi gibi sarılmıştı bu yalana.
Şimdi, karşısındaki kadının, kızılın en canlı tonuna sahip kısa küt saçlarının çevrelediği yüzü, yaptığı makyaja rağmen bembeyazdı. Yaptığı iyiliğe gönderme yapması Burak için eğlenceli bir alay konusu oldu. Tek fark gülmüyordu. İçten eğlenmekle yetindi.
"Allah razı olsun. Lastiğimi değiştirmeseydin evime giren hırsızdan haberim bile olmayacaktı."
"Bak Burak, Burak değil mi? İzin ver gideyim. Bir yanlış anlaşılma söz konusu."
"Tam olarak hangimiz yanlış anladık? Arkadya Evleri, kırk yedi numaradasın. Kapiş?"
Hem de nasıl? Kapiş kapiş.
Aklı kapının dışında olan Duygu, aklı evin içinde olan Cihan'ın neler yapabileceğini hızla düşünürken bir yandan da kapıyı açıp kafasında dönen düşüncelerden de hızlı şekilde arabalarına binip kaçabilme ihtimallerini hesap ediyordu. Dış demir kapı kapalıydı. Açılması en az kırk saniye sürmüştü. Kırk saniyede polise ulaşır mıydı bu adam? Ulaşamasa da kırk saniyede plaka fotoğraflarını çekerdi, şarjı bitse ezberlerdi.
Aptal bir adama benzemiyordu. Yolda ona yardım etmiş, zor durumda yanında olmuş bir kadının hırsız olabileceğini aklı kesmişti. Hadi aklı kesmiş, ondan önce davranarak eve gelmiş soteye yatmıştı bir de. Kesin bir arka giriş daha vardı. Cihan evin boş olacağını söylememiş miydi?
Boştu zaten salak Duygu.
Sağ olsun iç sesi, en zor anında kulağının dibinde biterdi. Adam elektriksiz yapamayanlardandı işte. Şarjı bile yoktu. Ekip uyarınca büyük ihtimalle evden çıkmıştı. Kim bilir nereye yola çıkmış adamı yoldan çıkarmıştı, kendi yoluna getirmişti Duygu Çetin.
"Konuşsana hadi. Neresini yanlış anladığımı söyle? Dedeme bu kadar mal mülk için teşekkür ediyordun demin. Sadece Volvo ile gelmiş olamazsın, değil mi dört katlı villayı soymaya? Hazır konuşmaya başlamışken başka kimler var, onları da söyle."
O sırada tahmin ettiği gibi telefonu çaldı. Elini taytının arka cebine atmaya korktu. Sesi açık değildi; ama yüksek tavanlı girişte yankılanan titreşim, hali hazırda titreyen bedenini daha da sallıyordu. Kapanmasını bekledi.
"Aç telefonu."
"Bankadır, ararlar bir daha."
"Sen bayağı komik bir şeysin. Gülmüyorsam benim mendeburluğumdan, kusura bakma. On beş saniye içinde hoparlör açılmış halde o telefonu cevaplamazsan, dışarıdakilerin hiç şansı olmayacak. O demir kapı kaçabilmeleri için açılmayacak. Sistemi kilitledim."
"Aramıyor ki şimdi. Kapandı."
"Sen ara o zaman. On dört, on üç..."
Telefonu çıkardığı sırada yine titremeye başladı. Cihan'dı elbette. Verandada, on dakikadır açılmayan villa kapısının önünde deliye dönmüştü. Duygu'nun etrafı inceleyebileceğini düşünerek ona biraz daha zaman tanımış; ama bu kadar amatör olmayacağını bildiğinden bir terslik olduğu ihtimalini göz ardı edememişti. Belli ki, ters giden bir şeyler vardı, araması tehlikeli bile olabilirdi; ama sesini duymak zorundaydı. En azından mesaj atardı, açamasa da. Açtı.
"Efendim."
Burak hoparlörü açmasını işaret ettiğinde Cihan yüksek kiler camına çoktan tırmanmıştı yılların tecrübesiyle. Dövüşürken formda kalan bedeni düz duvara tırmanırken değil; ama küçük pencereden girerken zorlanmıştı sadece. Asla kilo almamalıydı. Yavaşça araladığı kiler kapısından mutfağa göz atmış, boş olduğunu anladığında ilerlemeye devam etmişti. Seslere doğru gittiğinde girişin başladığı duvarın arkasında saklanarak Duygu'yu görmüştü. Titreyen ellerle telefonu açtığında sesi dışarı vermesini işaret eden adamı arkasından görüyordu.
"Neredesin küçüğüm? Kapıda kaldım."
Ne diyeceğini bilemiyordu Duygu. Burak şunu de dese diyecek kıvamdaydı; ama madem hala kapıdaydı çitlerin üstünden atlayabilirdi. Arabayla kaçamasa bile kendini kurtarırdı. O arada Duygu da Burak'ı ikna etmeye çalışmak için pazarlık yapabilirdi. Burak'ın yüzünü görmediği Cihan'ın paçayı sıyırmasından başka istediği bir şey yoktu o anda. Kendisi yüzünden uyanmıştı ev sahibi. Onu uyarmayı seçti. İsim vermeden konuşmak geçici bir çözüm olabilirdi.
"Git. Kurtar kendini. Demir kapı kapanmış. Atla üstünden koş, uzaklaş."
"Söylememen gereken tek şeyi söylemeyi nasıl becerdin? Aptal mısın sen?" diyerek Duygu'ya doğru adımlayan Burak elinden kaptığı gibi fırlattı telefonu yere. Cihan gizlendiği yerden çıkarak adamın onun canını yakma olasılığını göz ardı edemedi.
"Senin dengin benim, kızla uğraşma, bırak gitsin."
Burak sesle birlikte, anında Duygu'yu önüne çekerek onu, az önce önünde durduğu üst katın merdivenine doğru yürütmeye başladı. Bağıran kızın çığlıkları evi inletirken Cihan silahını çıkardı. Duygu çırpınmaya başlasa da Burak'ın sımsıkı kollarından kurtulamıyordu. Cihan'a seslenmek istiyor, adını söylememek için seslenemiyordu da.
"Lütfen git artık. Geleceğim arkandan." diyebildi.
"Sana kızı bırak dedim. Adam mısın sen, küçük bir bedenin arkasında saklanıyorsun?"
"Sen adam mısın peki, silahına sarıldın hemen ağlayan bebeklerin ağzına almadan susmadığı emzik gibi. Yanlış adama silah doğrultuyorsun yalnız. Beni vurduğunda yaptığın yağma olacak. Hapisten çıkamamanı sağlarım."
"Henüz bir şey çalmadım. Nefsi müdaafaya bile girer. Hem öyle bile olsa, sence umurumda mı? Dokunduğun kadına dokunduğun için pişman olmadan önce çek pençelerini onun üzerinden."
Burak karşısındaki adamı tartmaya çalışıyordu. Kollarında tuttuğu kadın adam için değerliydi ve o saatten sonra onun için daha değerliydi. Basit bir anlaşma karşılığında ikisini de polise ihbar etmezdi. Konuyu anlaşmaya getirmeye çalıştı.
"Tamam, sakin ol panter. Buradan elinizi kolunuzu sallayarak, hatta sallamayın ya, eliniz kolunuz istediğiniz değerdeki antikalarla dolu halde çıkmanıza müsaade ederim. Bir şartım var sadece."
Cihan'ın "Şartını götüne sok." sözüne karşılık Duygu'nun "Nedir şartın?" soru cümlesi havada çarpıştı. Burak gülümsedi. Kadın, ondan yaşça büyük adamdan daha olgunca davranmıştı şartını sorarak. Akıl yaşta değil de baştaymış gerçekten diye düşündü. Sandığı kadar aptal olmayabilir miydi bu küçük kadın?
"Küçüğüm, bu herifin şartları bizi ilgilendirmez. On beş saniye mi vermiştin ona telefonu açması için? Ben sana yirmi saniye vererek daha cömert davranacağım. Sıfıra geldiğimde kız hala kollarında olursa, beynine kurşunu yersin."
Burak etkilendi doğrusu. Kendisi Hülya için adam öldürür müydü acaba? Çabuk cevapladı kendi sorusunu. Kendisi hem hırsız değildi, hem de kimse için katil olmaya değeceğine inanmazdı. Bu kızın şanslı mı şanssız mı olacağına sağduyusu karar verecekti.
"Sence umurumda mı? Polisi çoktan aradım. Eli kulağında, sen geri sayımını bitiremeden burada olurlar. Sizden şikayetçi olmamak için sana yalvaracak değilim. Ha, beni vurursan da küçüğüne sen hapisteyken bakacak birileri vardır umarım yedekte. Yetenekleri heba olsun istemem. Beş dakika içinde lastik değiştirebiliyor, düşünebiliyor musun?"
Cihan başını sallayarak Duygu'ya baktı. Ne yapmıştı öyle?
"On dokuz, on sekiz..."
"Sen tabii biliyorsundur. Senin küçüğün ne de olsa. Başka ne yetenekleri var, tahmin edeyim. Eli uzun değil mi bir de? Çok işine yarıyordur senin, birlikte evlere girerken. Minik bedeni küçücük kiler camından sığmak için ideal. Kaybetmek istemezsin."
"On yedi, on altı..."
"Biliyor musun hırsız bey, teklifimi genişletiyorum. Yalnız eliniz kolunuz değil, hangi araçla geldiyseniz ben de size yardım edeceğim araç dolana kadar. Evdeki her şey sigortalandı yıllar önce. Hırsızlık ihbarı yaparım, hepsinin parasını geri alırım. Ben bir şey kaybetmem; ama siz çok şey kazanabilirsiniz bu küçük hanım şartımı kabul ettiğinde."
Duygu şart her ne boksa deli gibi merak ediyordu. Yakalanma korkusu olmadan evden bir şeyler almalarına da müsaade edeceğini söylüyordu Burak Efendi. Cihan niye karşıydı bu kadar? Sadece konuşmasına izin veremez miydi?
"On beş, on dört, on üç..."
"Sevgilinle anlaşmak zor görünüyor. Adım ne demiştin? Hmm, dememiştin. Sana ben de küçüğüm mü demeliyim hitap etmek için? Ama senden o kadar da büyük değilim, ne dersin? Ben diyorum ki biz ikimiz..."
"On iki, on bir, on..."
"Ne diyeceksen de artık. Söyle şartını. Sen de sayma lütfen."
Cihan'a bakan Duygu yalvaran gözlerini takınmıştı. Yolda gördüğü kediyi on kilometre fazla yol yaparak eve aldırdığından daha çok istiyordu şartı duymayı. Cihan devam edecekti saymaya. Duygu bunu gördü onun gözlerinde. Ukala adam Duygu'ya dokunduğuna pişman olacaktı.
"Sevgilin kafamı karıştırıyor hanımefendi. Ben diyorum ki, biz ikimiz bir çift olabiliriz. Benim bir kadına ihtiyacım var."
"Gebertirim seni çapsız. Dokuz, sekiz..." Cihan ve tabancası bir adım ilerledi diğerlerine.
"Nasıl bir teklif bu, onun bunun çocuğu?"
"Ağzın da çok pismiş. Benimle birlikte olmayı kabul ettiğinde bu diline çözüm bulmamız gerekecek. Lastik değiştirmeyeceksin benim yanımda. Sana dediğim gibi hanımefendi olacaksın. Nasıl olacak ben de ikilemdeyim gerçi."
Duygu yapılan teklifin ne anlama geldiğini, kabul edebilme sınırlarında olup olamayacağını anlayamadan Cihan bu herifin kafasını patlatacaktı. İnadına üstü kapalı konuşuyordu sanki aptal. Aklı aralıksız bana bir kadın lazım lafının altındaki anlamı tararken, birliktelik kelimesi malum aynı cümleye göre masum kalmış, Duygu'ya seksi çağrıştırmamıştı. Başka bir amaç güdüyordu bu çoban ve bok yoluna gitmeden ağzından baklayı çıkarsa iyi ederdi.
"Ne birlikteliği bu? Bir kerede söylesen ölür müsün be adam?"
Söylemese geberecekti, haberi yoktu. Haberi nasıl olmazdı, ondan bir kafa fazla boyuyla direk namlunun ucu ona göz kırparken, orası da ayrı merak konusuydu.
"Anlamıyor musun küçüğüm? Bizi oyalamaya çalışıyor, polis gelene kadar. Şart falan yok. Bırak kızı, yolumuza gidelim. Sen de yaşamaya devam et."
"Ne oldu saymalar? Sıfıra gelemeyeceksin bu gidişle. Zaten gelemeyecektin de kadının karşısında façan bozulmasın diye mi hava bastın?"
"Ben sıfıra her türlü gelirim de, geldiğimde bir katil olarak onun yüzüne nasıl bakarım onu hesaplıyorum. Yedi, altı, beş..."
Duygu'nun bacakları tutmaz olmuştu. Gerekirse diye her seferinde yanına aldığı tabancanın varlığını, Cihan'ın iki gece önce balkondaki telefon konuşmasına kadar bu denli hissetmemişti. O hep vardı, her işe çıktıklarında belindeydi; ama sabah elini beline attığında, ne sabahı sadece bir saat anca olmuştu o andan itibaren, tedirginliğini daha önce yaşamadığı şekilde kötü hissetmişti.
"Lütfen, yapma. Dinleyelim."
Cihan yerine kullanabileceği bir kelimeye hiç ihtiyaç duymamış olmaya hayıflandı o anda. Adından başka şekilde hiç çağırmamıştı onu ve bu durum şimdi olduğu kadar hiç zora sokmamıştı Duygu'yu.
"Azılı bir suçlu adayına göre akıllı bir kadın bulmuşsun kendine. Bunu heba etme. Ben derim ki, önünde küçük sevgilinle birlikte olabileceğin uzun yılların olsun. Hayır, sen beni öldürdüğünde hapiste olacaksın orası kesin de, bu hanımefendi de hırsızlıktan hapis yatacak. Sana temiz don da getiremez. Ben üzüldüm senin adına şimdi bak."
"Dört, üç, iki, bir..."
Duygu bir şeyler yapmalıydı ve Cihan sıfır demeden o anda kararını verdi. Kolunun bilekten dirseğe kadar olan kısmıyla boynundan tutan Burak'ın daha fazla onu sıkmasına izin vermemek için kolunu tutmaktan vazgeçti. İki dirseğini birden mümkün olan en sert şekilde adamın karnına geçirdi. Acıyla inleyen Burak'ın boynundaki eli gevşeyince kapıya doğru hamle yaptı ve kapı koluna uzandı. Cihan da o tarafa geçip kapıyı açmaya yeltenince Burak Duygu'nun saçını yakaladı.
Hatası da bu oldu. Eline gelen kızıl renkte, kısa bir peruktu aslında; ama Cihan için bu tetiği çekme çağrısıydı. Tabancayı ateşledi ve Burak'ı vurdu. Kapıyı açtı, Duygu'nun elinden tuttu ve dışarı çıkardı. Dediği gibi arabayla gidemezlerdi artık. Parmaklıklı demir kapı oldukça yüksekti. Tırmanmayı denemekten başka çareleri yoktu. Duygu aynı fikirde değildi sadece.
"Cihan adamı vurdun."
Saçları serbest kalan Duygu adım atmamakta ısrarcıydı.
"Duygu yürü. Kapının üstünden atlatacağım seni. Arkandan da ben geleceğim."
"Hayır. Dönüp bakalım."
Peşlerinden gelmeyen adam gerçekten de gelemeyecek durumda olmalıydı. Çıkan kanları görmüştü Duygu.
"Kafayı mı yedin sen? Gidelim, polisi aradım dedi. Aramıştır manyak."
"Manyak mı? Nasıl vurursun ya? Cihan biz katil değiliz. Biz hırsızız."
Hırsızlık ne kadar masum geldi gözüne o an. Cihan tabanca olan elini saçlarına geçirdi. Duygu'yu sırtına vursa taşırdı, zorlanmazdı; ama o sırtındayken tırmanamazdı. Bırakmadığı elinden kurtulmaya çalışan kadınla daha sakin konuşmaya karar verdi. Topu topu on dakika içinde her şey tepetaklak olmuştu zaten.
"Küçüğüm, adamı omzundan vurdum sadece. Ölmeyecek. Yürü benimle."
"Kan kaybından gidebilir."
"Ambulansı ararız yolda, söz. Üstelik kendi arayacak kadar da akıllı biri. Sakat kalmadı ya."
"Şarjı azdı. Belki de kapanmıştır telefonu."
Polisi aradıysa kesin bitmişti şarjı. Elektrik de yoktu evde. Ya arabaya kadar gidemez ve aramaya fırsatı bile olmazsa... Çaresiz kalmıştı Burak Duygu'ya göre. Gözünün önüne gelen ve sonu ölümle biten türlü felaket senaryolarına Cihan'ın sesiyle ara verdi.
"Sen nereden biliyorsun? Yolda durdun, bir de adamın lastiğini mi değiştirdin? O yüzden geç kaldın değil mi? O yüzden bu adam takip etti seni ve enselendik, değil mi Duygu? Sana inme dedim. Ne olursa olsun inme şu lanet arabadan dedim."
Cihan bu kadının yarı yolda bırakmama davasından o an itibariyle nefret etse de Duygu buydu.
Duygu ise, kurtaramadığı bileğinin bir de acımaya başlamasıyla inlerken boşta kalan tek eliyle tek kulağını kapattı. Etraf yüksek çitlerle ve ağaçlarla kaplıydı, yine de kimsenin duymamış olmasını diledi.
"Bağırma, duyacaklar. Özür dilerim. Hata yaptım. Sen git. Ben bakayım, ne olur?"
"Seni arkamda mı bırakayım? Bunu mu istiyorsun benden?"
"Belki kan tutuyordur, bayılmıştır. Lütfen Cihan."
Duygu'nun kendini ikna çabaları bitmek bilmezdi. Cihan Duygu'nun ruh halini hiç iyi görmüyordu. Adamı kan kaybından öleceği bir yerinden vurmamıştı. Onun Duygu'ya uzanan elini görür görmez istemsiz çekmişti tetiği. Cihan'ın bir anlık duraksamasını fırsat bilerek bileğini ondan kurtaran Duygu, içeri koşturdu hemen. Cihan onu çıkaramasın diye kapıyı kapattı. Yine kilerden girebilirdi gerçi; ama o zamana kadar bakabilirdi yarasına.
Burak az önce Duygu'yu tuttuğu merdivenlerin başında yığılmış omzunu tutuyordu. Oraya kadar olan on adımlık mesafe kan içindeydi. Duygu da çömeldi oraya.
"Bakayım bir yarana."
"Çekil, niye döndün?"
"Vurulmanı ben istemedim."
Bastırdığı yerden elini çekmeyen Burak için etrafta bastırabileceği bir şeyler bakındı. Mutfağa koşup bulduğu ilk havluyu aldı ve girişe dönerken siren seslerini duydu. Önündeki birkaç basamağı inmesi gerektiğinin bilincinde, hareket kabiliyetinden yoksun halde olduğu yerde kaldı. Cihan dışarıdaydı ve polisler çoktan teslim olun, etrafınız sarıldı çağrısına başlamışlardı.
"Sevgilinin yüzüne kapıyı kapatmak iyi bir fikir değilmiş, sanki hah?"
"Gerçekten aramışsın polisleri."
"Yolda aradım daha. Geç bile kaldılar."
Duygu ağır ağır yürüyüp adamın dibine çöktü yine. Hala evin içinde olmadığına göre Cihan ya kaçmıştı ya yakalanmıştı. Öğrenilmiş hareketlerle tişörtten sızan kanın kaynağı olduğunu düşündüğü bölgeye Burak'ın elini oradan çekerek havluyu bastırdı. Beyaz tişörtü kanla tenk değiştirmişti. İnleyen adama yalvaran gözlerle bakarak önce yutkundu, sonra konuştu.
"Ne istersen yaparım. Şartın her neyse kabul ederim. Lütfen şikayetçi olma."
"Sence öyle bir şansım var mı? Vuruldum gördüğün gibi."
Duygu bu işler nasıl oluyordu, bilemezdi. Avukat değildi, kanunlar ilgi alanına hiç girmemişti bugüne dek yakalanmadıkları için. Burak ise, tam tersi hapisten çıkamamaktan ve yağmadan bahsetmişti. Bazı şeyleri bilmese de hissedebilirdi bir insan. Burak uydurma bir durumdan, onları korkutmak adına, olmayan bir cezadan bahsetmemişti. Emindi Duygu.
Cihan hırsızlık olmadığına dair, nefsi müdaafa gibi bir şeyler söylemişti; ama her türlü polis ablukası tehlike arz ediyordu ikisi için de.
Burak havlunun üstündeki elini çekti Duygu'nun sertçe. Kendi bastırıp ilk merdivene taşıdı bedenini. Canı yanıyordu ve karşısındaki kadın anlaşmadan bahsediyordu. Gözlerini ondan çekince vurulduğunda elinden düşen kızıl peruğa kaydı bakışları. Kendinden akan kanlarla daha parlak hale gelmişti yer yer bazı kısımları.
Sonra hızla dalgın ve çaresiz halde boşluğa bakan, gözlerinden yaşlar akan Duygu'ya kaldırdı başını. Kıvırcık ve gür saçları omuzlarından aşağı sarkarken onlara da kan bulaşan yerler dikkatini çekti. Kadın o kadar da kötü değildi. Ağlıyordu ve onu vuran sevgilisine rağmen geri gelmişti Burak için.
"Ne istersem yapacak mısın?"
Duygu duyduklarından emin olamadan yavaşça başını kaldırdı kendinden yukarıda duran adama.
Ne isterse...
Ne isterdi?
Deminki his gelip geçti bedeninden onu ürperterek. Bu adam yatmak istemiyordu onunla. Hırsız bir kadının kız arkadaşı olmasından bile rahatsızlık duyacağını onu yakaladığı ilk anda dile getirmişti. Pezevenk gibi bir tipi de yoktu. Karun kadar zengin haliyle onu kimseye satmazdı. En fazla hizmetçilik falan yaptırırdı. Bunu da Cihan için seve seve yapardı. Belki de aşçısı olurdu ve işte o zaman elinden çekeceği vardı Burak Efendi'nin. Kan kaybından ölmediği için pişman olurdu.
Bu yüzden ne isterse yapardı, evet.
Başını salladı hızlıca.
"Çok mu seviyorsun sevgilini? Ne olduğunu bilmeden evet dedin."
"Sevgilimi ne kadar sevdiğimin derecesini bilince istediğin şey değişecek mi? Edeceğin eziyette indirime gidecek misin?"
"Korkarım değişmeyecek ve indirime gitmeyeceğim."
"O zaman daha fazla beni kanırtmadan şartını söyle de bir an önce hastaneye gidelim. Şimdiden beyazladı yüzün ve kan akmaya devam ediyor. Kurşun hala bedeninde olmalı, çıkarılması gerek. Enfeksiyon kapabilirsin."
Fedakarlık...
Duygu, villa soymaya giderken bile yolda çaresiz gördüğü birine yardım etmişti. Kaçabilecek zamanı varken polislere yakalanma pahasına Cihan'ın vurduğu adama yardım için eve geri dönmüştü. Eve aldığı kedisi Miya'yı ise şimdiden çok özlemişti ve adamın isteyeceği her neyse artık, katlanabilirdi.
"Benimle evlenir misin?"

1 yorum: