16 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN 16. BÖLÜM

Devasa boyutta iki elmas avizenin aydınlattığı balo ve davet salonunda ikinci dans da bitip yüzük merasimi için ortaya geçtiklerinde, herkes Burak'ın sır gibi sakladığı, az sonra nişanlısı olacak kız arkadaşına bakıyordu. Hoş Burak böyle bir sırrı olduğunu bilmiyordu, ona soran olsa. Neyse ki; ona soran yoktu. Hülya ile ne zaman bittiğini, bu kadını nereden bulduğunu soran gözlerle Duygu'yu süzüyorlar, kuytu köşe bulduklarında da sorularını sesli dile getiriyorlardı kendi içlerinde.
En büyük dayısının kurdeleyi kestiği ve birbirine çok yakışan genç çifte ömür boyu mutluluklar dilediği o an, Duygu ve Burak kendilerinden beklenen eylem konusunda bir konuşma yapmadıklarının farkına vardı. Burak'ın bir dans önceki tehdidi Duygu için buhar olmuş uçarken, daha fenası kondu yüreğine.
Öpüşecekler miydi?
Duygu gözlerini kapatıp Cihan'ı hayal ederken gidişatı yönlendirmeyi Burak'a bıraktı. O ise, Duygu'nun hiç konuşulmadığı halde, yine açık vermeden gösterdiği olgun beklentisine karşılıksız bırakmadı. Konuşmadan anlaşmaları şimdiye dek iş görmüştü. Elini beline atıp ufak bir öpücük kondurdu onun kapalı dudaklarına. Varla yok arası, ama temas göz ardı edilemezdi. Duygu daha sıkı yumdu gözlerini.
Ortamı aydınlatan iki dev avize genişliğinde, yüksek tavanlı salon dolusu yüz kişi alkışlamanın hakkını verince çekilebildi. Duygu'nun açılan gözleri, akıtmamak için gözyaşlarını tutmasını da sağlamıştı. Burak onun bu halini anlar anlamaz kaldığı yerden gülümsemeye devam etti. Burak da ona gülerken sahici görünmeye gayret etmediğini biliyordu. Ne zaman gülse içtendi zaten. Sadece Burak etrafındayken eğer alay edilecek bir şey yoksa yukarı kıvrılmıyordu o dudaklar. 
Pist bu kez daha neşeli şarkılara ev sahipliği yaparken kuzenler Duygu'yu ortaya çekti. Aralarına aldıkları genç kızla birlikte coşuyorlardı. Burak eski günlerdeki gibi diye düşündü. Sanki aralarında çıkar ilişkisi hiç olmamış, olmayacakmış gibi... Dedesinin evinde bahsi geçen diğer bekar kuzenler de evlenecekleri kişileri getirmişlerdi. Merve hariç, o Atilla'nın bir işi çıktığını uyduruvermişti ayak üstü.
Gençler, yurt dışı tayfası da dahil ortada döktürürken ebeveynleri aynı oynaklıkta değildi. Kimsenin Duygu hakkında bir şey bildiği yoktu. Kendi evlenecek çocuğu olanlar, yapacakları sahte evlilikleri organize eden dayı ve yengeler, Burak'ın da aynısını yapabileceği ihtimaline tutunmuşlar; fakat Burak ve Duygu'yu yan yana gördüklerinde sahtelik yaftasını ikisine yakıştıramamışlardı. Anlam veremedikleri bir uyum vardı aralarında. Kız gece başladığından beri sürekli etrafa gülücük saçmış, yapmacık olamayacak kadar herkesle ilgilenmişti. Burak, ellerini koyacak tek yer orasıymış gibi görünen kızın belini kendinden uzaklaştırmıyor, en önemlisi de babaları Ekrem Zengin yeni gelinin gözünün içine bakıyordu.
Son bir haftadır babasını, dedesini ziyaret eden her kimse yaşlı adamdan Duygu'yu dinlemişlerdi. Burak'ın nişanlanacağı kızı diğerleri gibi bir hafta içinde tanıştırmaması da gerçekliğinin ispatı gibiydi. Burak'ın iş ve sosyal çevresi ile de arası iyiydi gördükleri kadarıyla Duygu'nun. Önceden hepsiyle tanışmış olduğu belliydi. Menekşe yakın markajına almıştı onu. Vekaleten kayınvalidelik yapıyordu sanki. Niye dayılarıyla da tanıştırmamıştı o halde?
O sırada su molası için roman havasına ara veren Merve'yi annesi bileğinden yakaladı.
"Merve, gel kızım buraya."
"Efendim anne?"
"Sen tanıştın mı Duygu'yla?"
"Evet, tabii anne. Çok tatlı, çok dobra bir kız. Nasıl, çok güzel olmuş değil mi? Cuk diye oturmuş elbise üzerine."
"Bırak şimdi elbiseyi. Bize neden söylemedin bunu?"
"Burak'ın her kız arkadaşını size mi söylemem lazım anne? Şimdi tanıştın işte."
"Kız, buracağım etini şimdi. Hülya ile ne zaman ayrıldı bunlar?"
"Ay anne, rahat ver bana. Ayrılmışlar işte. Burak onunla çıkarken, başka biriyle nişanlanacak değil ya."
Hülya Burak'ı öylece bırakacak bir kız değildi, ecnebi kanı taşımasına rağmen. Hinlik vardı o kızda. Bu kızda ise... Beş elti bir oldular yine de çıkaramadılar Duygu'nun ne ayak olduğunu. Hayır, burnu havada da değildi. Hepsiyle gelip tek tek tanışmış, hepsine hal hatır sormuş, kendi gelinlerinden daha sıcakkanlı davranmıştı.
Duygu için işler, diğerleri kadar çıkmazda değildi. Hem onların kim olduklarını bilmesine gerek yoktu hem de o şıkıdım elbiselerin altındaki kalplerinin karasını, art niyetini buram buram hissetmişti. Uzun zamandır kendini başkası gibi satmayan insanların arasındaydı. Hikmet bile boktan bile olsa, bir kişilik sahibiydi. Rol yapmazdı. Doğuştan beri avantacı armuttu. Duygu için bu gece belki de bu yüzden böyle sorunsuz ilerliyordu. Kendisi gibiydi o. 
Tek sorun bu kadar kalabalığın içinde Burak'ın da yalnız olduğunu gözlemlemesi oldu. Fazladan çaba harcamamıştı üstelik. Onunla tanışan herkes, yapmacık bir Burakseverdi. Işıldayan elbiselerinin bile Duygu'nun gözünü alamaması olmadıkları gibi görünmeye çalışan bu insanların aslında göründükleri gibi olmayışındandı. Üzüldü Burak'a. Bu gece bu salonda nişan dahil her şey sahteydi.
Merve, annesinin daha fazla soru sormasına imkan vermeyerek piste attı kendini. Burak ile aralarında olan sırrı açık etmeyecekti. Giden kızının ardından bakan Fatma Zengin masadaki diğerlerine döndü. Kulislerde hemşire olduğu konuşuluyordu. Nişana hiç kimse gelmemişti onun çevresinden. Ailesini küçük yaşta kaybetmişti ve başka kimsesi yoktu. Yetiştirme yurdu lafının geçmemesi özellikle garipti. Nerede, nasıl büyümüştü bu kız? Üstelik tek başına okuyup kendi ayakları üzerinde durmuş ve o ayaklarla da Burak ile dans ediyordu. Sanki biri sihir yapmış, puf Duygu çıkmıştı dumanların arasından.
Bu işin içinde bir iş vardı. Her ne kadar iş yokmuş gibi görünse de bir şey olduğu kesindi. Öküz altında buzağı aramanın da bir edebi, adabı vardı. Bakalım Burak'ın aç gözlü akrabaları ne kadar ileri taşıyacaklardı meraklarını? 
Çok terleyen ve tuvalete gitme ihtiyacı hisseden Duygu müsaade isteyip o tarafa yönelince Burak da fırsattan istifade birkaç saat önce mesaj atan ve döndüğünü bildiren Hülya'yı aradı, daha sessiz bir yere geçerek. İyi ki, çok kalma demişti, on gün kalıp gelmişti.
"Oo, damat bey. Nasıl geçiyor nişan? Gelin hanımdan fırsat bulup aramak geldi aklına nihayet."
"Hülya sarhoş musun sen? Kelimeler peltek çıkıyor ağzından."
"Sevgilimin başkasıyla nişan yüzüğü takmasını kutluyorum. Malum davet edilmedim."
"Tatlım, bu törenin sahte olduğunun farkındasın değil mi? Onun da sevgilisi var ve az sonra eğlence bittiğinde onun yanına gidecek. Ben de sana gelirim."
Daha evli değiliz. Daha evli değiliz. Daha Özcanlar değil. 
"Gelir misin gerçekten? Özledim seni?"
Her şey seks değilmiş Burak ve kimse arkamdan sarılarak uyumadı benimle.
"Ben de özledim. Gelirim tabii. Şimdi kapatıyorum. Bir saate sende olurum."
Tam salona girişte Duygu'nun kapı girişinde durup içeriyi seyrettiğini gördü. Ses etmeden izledi bir süre Burak dikildiği yerden. İlk andan beri hiç falso vermeyen, suratından tebessüm eksik olmayan kadın, hüzün takınmıştı yüzüne. Bir şeylerin eksik, yanlış belki de imkansız olduğunun farkındalığıyla izliyordu uzaktan her şeyi. Belki de tüm geceyi geri sarıp kendine bakıyordu. Burak olsa öyle yapardı. Dans ettiği oyuncu kadından çok başka birine bakıyordu şu an. Gerçek duygularını kamufle etmeyi beceremediği, en sahici olduğu bu anı bir süre bozmak istemedi. Biliyordu ki, bu insanların arasında daima salondaki sahte nişanlı olacaktı. Kapının ağzında ise kendisiydi.
Saçları minik yüzünü çevreliyordu yine. Yandan gördüğü kadın biraz daha sola dönünce, giydiği elbisenin tüm sırtını açık bırakan tenine bir iki saat önce elleriyle dokunduğunu düşündü. Duygu, duyduğu rahatsızlığı dile getirmekten çekinmemişti. Başkasının dokunuşlarından hoşlanmıyordu ve o Hülya'nın yanına giderken Duygu da Cihan'ın yanına gidecekti. Adımlarını hızlandırdı.
"Ne bekliyorsun kapıda?"
"Hiç. Çok tuhaf bu yaşadıklarım. Sindirmeye çalışıyorum."
Biraz kapalı kutu olsa, yok. Pat pat söylüyor her şeyi.
"Tuhaf ne yaşıyorsun ki?"
Duygu yüzünü döndü ona. Olağan mı karşılıyordu yani Burak bu akşam yaşanan her şeyi?
"Şu an benim yerime bu kırmızı elbiseyi giyenin Hülya olmaması tuhaf değil mi sana göre?"
Bilmem. Düşünmedim ki. Evlilik öncesi nişan olurdu. Biz evlenmeyi düşünme aşamasına bile geçmedik.
"Haklısın. Çok tuhaf. Takım elbise içinde de Cihan olmalıydı tabii."
Sesli güldü Duygu. İlk gün Eylemleri kahvaltı için beklerken güldüğü gibi samimi, sahici, içtendi. Durulduğunda neden güldüğünü birisi sormadan söyleme ihtiyacı duymaması Burak'ı çileden çıkardı. Çay tarifi de yarım kalmıştı böyle. Şimdi niye kahkaha atıp niye susmuştu? Tanımıyordu onu. Soru soracak değildi elbette. Bir iki dakika o da izin verdi kendine. Yanına geçti, içeriyi gözledi. Salonda kimi gülüyor, kimi bir şeyler içiyor, tepsi tutan garsonlar misafirlerin içinde geziniyor, dedesi oğulları tarafından ablukaya alınmış sıkıntıdan patlıyordu. Tam adım atacakken konuştu Duygu.
"Cihan takım elbise giymezdi büyük ihtimalle. Ben de bu elbiseyi kafamı kesseler giymezdim."
Daha çok kendine açıklama yapıyordu özlem barındıran ses tonuyla. İçerlediği belliydi.
Hey bir dakika. Kesseler giymez miydin?
"Ne diye giydin madem? Sırtında kumaş olsa elim de kumaşın üstünde olurdu. Tenine değmesi benim suçummuş gibi azarladın beni."
Çok mu içti bu adam ne? Keyfimden giydim sanki.
"Sen istemedin mi giymemi? Ne diye hesap soruyorsun şimdi?"
"Ben mi istedim? Eylem'le kapıda seni böyle görünce kalp krizi geçirecektim ben. Dolaba asarken daha kesmek geçti aklımdan."
"Kesseydin. Tövbe ne biçim elbise. Şu yırtmaca bak. Terzi ucundan makas atacakken eli kaymış gitmiş gibi."
"Ah! Eylem."
"Eylem'in işi o zaman."
Aynı anda, kırmızı bültenle yıllardır aranan azılı bir suçluyu suç üstü yakaladıkları için üç maaş ikramiye almış emniyet memuru gibi gülmeye başladılar. Uzun sürdü. Duygu karnını tutmaya başladı. Yeniden çişi gelmişti. Bacaklarını birbirine bastırdı. İlk vazgeçen Burak oldu. Güzel gülüyordu sahte nişanlısı. Yüzünde hafif bir makyaj vardı, saçları sadece spreylenmiş, doğal yaşam özgürlükleri ellerinden alınmamıştı. Onu izleyen adamı gördüğünde abarttığını düşündü Duygu. Kahkahaları duruldu.
"Sen niye kalp krizi geçirecektin hem?"
Kem. Küm. Küf. Für.
"Dedemin karşısında utanacağım için. Tanışmaya gittiğimizde günlük elbise için bile açık demiştin. Bu hepten... açık."
"Böyle elbiseler giymek zorunda kalmayacağım anlamına mı geliyor bu?"
"Kesinlikle. Eylem sana yakıştırmış, almış; ama..."
"Sence yakışmamış mı?"
Oha! Ne sordu bana. Ne bileyim ben.
"Buna cevap verecek kadar incelemedim seni."
"Yakışmadı bence. Alışkın değilim zaten."
"Hadi girelim, on beş dakikadır yokuz salonda."
Tam içeri girecekken kolundan tuttu adamı Duygu. Ona döndüğünde gözleri kolundaki elindeydi. İlk kez bilinçli, isteyerek fiziksel temas kuruyordu kendisiyle. Niye gömlek vardı ki üstünde? Hemen çekti elini bakışlarını yanlış yorumlayarak.
"Affedersin. Burak saat on ikiye geliyor. Ne zaman biter?"
Burak Duygu'nun eve gitmek için acele ettiğini görebiliyordu. Kendsi de bir yerde olacaktı bir saat içinde. Bir an aklından çıktı, çünkü geceyi uzatma kararı vermek ile vermemek arasında çok büyük çekişme gerçekleşiyordu içinde. Mavi ve kırmızı takım olarak halat çekme yarışını kazanana büyük ödül verecekti sanki.
Mavi takım kazandı.
"Kuzenlerle biraz daha kaynaşman için nişandan sonra tostçuya gideriz diye mekan ayarlamıştım. Acıkmadın mı?"
Mekan ayarlamam gerek. Kahretsin. Bizim tostçu o kadar büyük değil.
"Şimdi mi söylüyorsun bunu? Yeterince geç oldu."
Acıktım tabii. Dört saat geçti yemeğin üzerinden. Laf!
İtiraz edemeyeceğini düşündüğü için yapmış olması yüksek ihtimal, emrivaki belirtileri aradı yüzünde. Burak istifini bozmadan cevap bekliyordu. Sanki hayır dese de olurdu; ama hayır demese iyi olurdu ya da hayır derse fena olurdu gibi... 
"Aklımdan çıkmış kırmızı elbiseyi görünce. Kızınca unuturum bazı şeyleri ben. Gelmek zorunda değilsin."
Aklıma yeni geldi ve ben kırk kişilik tostçuyu nereden bulacağım?
"Cihan bundan hoşlanmayacak. Gel dediğim halde gelmedi."
"Ne diye gelsin ki? Abim diye mi tanıştıracaktın onu?"
Burak'ın birden köpürmesine anlam veremese de haklıydı. Onu öperken gördüğünde nişan falan kalmazdı ortada. Belki Burak'a gazi nişanı verilirdi. Cihan ona da kızar mıydı acaba kendisini bu adama öptürdüğü için?
Geçen geceki konuşma geldi aklına.
"Dans çok samimi. Tango. Hayır, çok hoşuma gitti, öğrendiğim için mutluyum; ama samimi işte."
"Kalabalık olacak değil mi nişan?"
"Çok kalabalık. Fazla açılmamışlar güya, yüz kişi."
"Oynamak zorundasın küçüğüm. Hoca gibi gör onu. Kursta hocayla da dans ettim demedin mi?"
Burak'la etmemek içindi o. Diğer herkes sanki serbestti, o mimliydi sadece.
"Sen de gel, lütfen. Köpek balıklarının arasında Ekrem dedem hariç tabii, palyaço balığının ne kadar şansı olabilir ki?"
"Küçük palyoça balığım benim. Kan kokusu almalarına izin vermez Burak. Bundan eminim, çünkü sen aksini iddia etsen de o da bir palyoça balığı. Seni benim için kullanıyor, avantaj sahibi belki, ama gerçek hala gerçek. Dedesini üzecek bir duruma sokmaz ikinizi."
Gelmemişti. Nişanın bitmesine yakın, gelmeyen bir adamın saatler önce gelebilme ihtimalinin olması Burak'ı neden bu kadar öfkelendiriyordu ki? Hülya gelseydi mesela, Duygu'ya neydi? Burak'la tango yapmasına seve seve izin verirdi. Vekaleten onu bile öpebilirdi.
"Gelmedi nitekim. Sesini yükseltme bana. Kornişon."
"Kornişon mu? Ne diyorsun sen be?"
"İçimden HIYAR demek, sesli HIYAR demekle aynı hazzı vermiyor ve maalesef sen, HIYAR dediğimde dilimi mi kesecektin ne, öyle bir şey yapacaktın. Yüzüne karşı, sesli şekilde HIYAR diyemiyorum. Demedim de. Kornişon için ayrı tehdit geliştirmen gerek sana böyle hitap etmemi istemiyorsan."
HIYARlar neden büyük harfli, kalın ve italikti Burak çok iyi biliyordu. Demediği haliyle defalarca hıyar demişti üstüne basa basa. Burak bu gece için, hayatının en kahkaha dolu gecesini yaşayacaksın deseler buna kıçıyla gülerdi. Normal bir nişan töreni olsaydı gerginlikten kırılabilir ya da sıkıntıdan patlayabilirdi; ama sahte olmasının getirisi mi Duygu etkisi mi bilinmez çok eğleniyordu. Ne tuhaf! Duygu'nun pot kırma girişimlerini düşünüp endişelenmesi gerekirdi halbuki. Endişe, gerginlik ve sıkıntının esamesi yoktu hislerinin arasında.
"Küfüre ne oldu?"
"Küfüre bir şey olmadı. O ileri boyuttaki kornişonlukların adına içler dışlar çarpımı yapmam için sırasını bekliyor."
Karnını tutma sırası ona gelmişti bu kez. Hafif uzun kıvırcık saçları Duygu gibi dağınık takılıyorlardı kafasının üstünde. Gözüne girmemesi için önlem alınmıştı sadece. Tıraş olmamıştı. Takım elbise giymiş olmasa evde maç izlerken elini cips kovasına daldırmaya hazır bir hali vardı. Gerçi bu halde de yapardı Duygu'nun düşündüğünü. Cips lafı zihninden geçer geçmez karnı guruldadı.
"Nerede bu tostçu? Bir saat daha kalırım, sonra giderim Burak. Yoruldum."
Tostçu konum atsa bilebilirim de, işte, nerede bu tostçu?
"Ben bırakırım seni evine kadar. Nişanlım nerede yaşıyormuş görmüş olurum."
Cihan'a haber vermek için geride kaldığında telefonu açılmadı. Üç kez daha aradığında tuvalette olsa çıkacak kadar süre de geçmişti. Cihan klozet tepelerinde oyun oynamaz, işi bitince çıkardı. Hikmet'in yanında kalabalık yaşamanın getirisiydi belki de. Duygu, Cihan'la oradan ayrılmadan önce her gün çamaşır suyu komasına girmek pahasına tuvaleti temizlemeden çişini yapmazdı. Dokuz tane sap ve bir Cihan'ın ayakta neler yaparak etrafa ne mikroplar saçabileceğini bir sağlıkçı olarak Duygu bile hayal edemezdi. Kaldı ki, o mikroplar Duygu'ya geçecekti. Yakardı evi. O yüzden ev, sürekli çamaşır suyu kokar, Hikmet delirir, Duygu ve Cihan kahkaha atardı.
"Hayır, neredesin yani Cihan? Mesaj mı atayım tostumu yedim, bekliyorum diye?"
Salona tekrar girdiğinde Ekrem dede ayaklanmış birilerinden onu götürmesini rica ediyordu. Yüzü gülüyordu. Duygu yanına gidip üzerindeki elbiseden utana sıkıla elini öptüğünde oğullarıyla beraber ayrıldı salondan. Sadece gençler kalmıştı ve  Burak Merve'ye yalvaran gözlerle bakarken telefonu işaret ediyordu. Gelen mesajı okuyan Merve çaktırmadan sağ baş parmağını kaldırdı ve anında kardeşliğini gösterdi. Gelmek isteyenleri arabalara pay edip Burak ve Duygu'nun baş başa kalmasını sağladı.
Kendi arabası önden giderken Burak'a sadece takip etmek düşmüştü. Duygu ise dalgındı. Elindeki telefondaydı sürekli gözü. Mesaj atıp haber vermişti; ama olması gerekenin bundan çok farklı olduğunu bildiğinden içi rahat değildi. Burak konuşunca sıçradı yerinden.
"Sakin Duygu! Neyin var diye sordum sadece."
"Cihan telefonumu açmadı. Merak ettim."
Yine Cihan. Hep Cihan. Küfür Cihan.
"Duygu, seninle bir konuyu açıklığa kavuşturalım. Görev tanımından bahsetmiştin dans esnasında, düzenleme şart gerçekten. Ben senin kankan değilim. Erkek arkadaşınla ilgili endişelerini, dertlerini, ne bileyim sevişmelerini falan bana naklen anlatma."
"Neyin var diye soran senken bu dediğine göre sana cevap vermemem lazım. Bana uyar."
Uyduralım o zaman.
"Haklısın. Benim hatam oldu. Bu gibi yanlış anlamalara mahal vermemek için düğünden sonra başka yerde kalmana izin vermiyorum bu yüzden."
"Başka yer derken?"
"Sadece benim yaşadığım yerde yatıp kalkacaksın. Gündüz belli saatlerde, belli günlerde görmeni es geçeceğim, ama gece uyuduğun yer misafir odam olacak."
"Sağa çek arabayı."
"Neden?"
"Sağa çek dedim Burak. Yoldan çıkarırım bizi."
Burak dediğini yapacağından emin olduğu kadını dinledi. Sağa çekti. Öndekiler ile mesafesi açılıyordu ve bu kadının derdi neydi?
"Kötü mü hissediyorsun?"
"Son dediğini tekrarlasana bir daha."
"Soru sordum kötü müsün diye."
İnatla mı anlamıyorsun saf ayağına yoksa dediğini mi unuttun küfürün diferansiyeli?
"Nerede kalamam ben geceleri?"
Haa! Şimdi oldu.
"Duygu biz evleneceğiz ve kağıt üstündeki karımın bile beni boynuzlaması zoruma gider."
"Ne diyorsun sen ya? Hülya nerede şimdi? Senin yatak odanda mı? On gündür yurt dışındaymış, Merve söyledi laf arasında. O namusun değil mi?"
"Saçma sapan konuşma. Onun erkek arkadaşı benim. Seninki kim?"
"Cihan Kalender benimki. Yanına gitmemi engelleyemeyeceğin tek adam."
Nasıl engelleyeceksin Burak? Kız haklı. Sen Hülya'ya gidecek misin, gitmeyecek misin?
Konuşmanın gidişatını kendi lehine çevirecek cümlelere, gerekçelere ihtiyacı vardı Burak'ın. Kendi iç sesinin bile ikna olmadığı yerde Duygu'nun duvarlarına toslamaktan öteye geçemezdi. 
"Engellemiyorum. Aniden bir şey olsa, sana veya bana, farklı yerlerden mi toplasınlar bizi?"
"Anladım. Sen de ailesine bağlı her evli beyefendinin yapacağı gibi, iş sonrası güzel karının elleriyle sana özel hazırladığı yemekleri yemek için, tekrar işe gidene kadar kalacağın evde olacak mısın, akşam tam altıda?"
"Yemek yapmayı bilmediğini sanıyordum."
"Konuyu saptırma. Güzel karın telefonla çok güzel yemek siparişi de verir."
Güzel karım Duygu mu oluyor şimdi?
Cümleyi kafasında sanki İbranice'den Fince'ye, oradan tekrar Türkçe'ye çevirmesi lazımdı. Güzel karısı yemek siparişi verecekti her akşam. Evet. Yemek için altıda eve gelecekti. İşi sekizden önce bitmiyordu; ama ayarlamaya çalışırdı. Tekrar işe gidecekti elbette, birinin çalışması gerekiyordu. Ve... Sıçtı. Hülya'da kalamayacağını söylüyordu. Kendisi Cihan'a gidemiyorsa... Hülya. Arıyordu. Bir saat sonra yanında olacağını söylemişti ve o bir saat geçeli yarım saati geçmişti. Ona telefonda verdiği sözü unutmuştu. Daha tostçuya gideceklerdi.
"Ne o? Hesapların tutmadı galiba? Her gün üç milyonluk arabalarla oyuncak gibi oynarken benim üç kuruşluk zevkimin bakkal hesabı böyle durur işte boğazına. Aç hadi aç. Evli değiliz daha. Git doya doya sevgiline. Sabaha kadar koynunda yat. Zira ben öyle yapacağım."
Arabadan inip çarptı kapıyı. Salondan çıkmadan üzerini değiştirdiği için kendisini tebrik etti. Yoldan geçen taksilere el etmeye başladı. Burak tam önüne gelip durunca da çatık kaşları bir an olsun gevşemedi.
"Bin arabaya Duygu. Kuzenlerim bekliyor."
Hülya'nın telefonunu açmayan Burak, Duygu'nun haklı sebeple indiğini göz ardı etmeye çalışıyordu. Haftalardır gündeminde olan konuyu söylemek için kıvranırken ansızın ortalığa saçması ters tepti haliyle.
"Daha çok beklerler. Ne sanıyorsun sen kendini angut? Beni ne olarak görüyorsun? Haremine aldığını falan düşünüyorsan, düşünme eylemini yapan yerde kopukluk var sanırım beyninin içinde."
"Hakaret etme kıvırcıkBir süre için dedim. İki belki üç ay. Başlarda daha dikkat çekmeyelim. Ortalık sakinleşir, o zaman tekrar masaya yatırırız bunu."
Allah'ım çok fazla kaypaklık günah mı? Devrelerimde kopukluk olduğunu düşüneceğim ben de.
"Kafanda belli bir düzen oluşturmadan benimle münazara yapma bir daha. Ben senin süt beyaz mıdır yoksa siyah mı diye ikna edeceğin kişi değilim. İlk bir iki ay mantıklı, sonrası için masasandalye anlamam ben."
Başka bir şey demeden arabaya giden Duygu yolcu tarafı yerine şoför kısmına oturdu. Emniyet kemerini bağlayıp dikiz aynasından adamın asfalta yapıştığı yere baktı. Burak gülse mi ağlasa mıydı? Tekrar çalan telefonu meşgule attı ve Duygu'nun şoförlüğünün tadını çıkarmaya karar verdi.
Kadının gözleri yoldayken Burak ona yolu tarif etti ve aklından geçen on yüz milyon düşünce arasında Hülya ile ilişkilerinin kedi köpek kavgasına dönüşmemesini şans olarak gördü. Duygu ile ömür geçmezdi. Arabayı sürmediği için yolda olmayan dikkati Duygu'da yoğunlaştı bu yüzden. Bu akşam uzun zamandır gülmediği kadar gülmüştü, ama atışarak aşk yaşanmazdı zaten. Kendi sevgilisiyle sakin, tekdüze, sıradan yaşadığı aşk hayatı yerine Duygu'nun stabil olmayan duygu durumu onu çok yorardı zaten. Cihan'a acıdı.
Tost serüvenleri de kazasız geçip gidince Duygu'yu eve bıraktı. Dönüş yolunda daha sessizlerdi. Önündeki birkaç ayı kurtarmıştı, ama devamı sorun olacaktı. Başına buyruk diyemezdi de hakkının gasp edilmesine sessiz kalacak kadar ileri seviyeye taşıyabilir miydi tehdidini? Önündeki günlerde bunun hesabı da önüne gelecek gibiydi.
Duygu eve girdiğinde mesajını sadece Tamam küçüğüm diye yanıtlayan Cihan'ı kucağında Miya ile karanlıkta oturur halde buldu. Yanına kadar gittiğinde dudağındaki patlak çarptı gözüne. Elektrik düğmesine bastı hemen.
"Cihan ne oldu sana? Hala kanıyor dudağın."
"Sen bir de diğerini gör."
"Dalga mı geçiyorsun ya? Dövüşüyor musun sen yine?"
Cihan söz vermişti bir buçuk yıl önce. Bu eve taşındıklarının birinci senesi dolmadan o zamana kadarki en kötü haliyle gelmişti dövüşten. Zar zor nefes alırken Duygu evdeki tüm malzemelerle mumya gibi sarmıştı onu. İki gün boyunca uyuyup nihayet uyandığında Duygu Cihan'ın acıyan canını umursamadan çıkmış, geri takılmış omzuna vurmuştu. Onun hemen uyanması için dua ederken eğer uyanırsa çok pis döveceğine yemin etmişti çünkü. Verdiği sözü tutmalıydı. Çok pis dövmüştü.
"Cihan söz vereceksin bana. Bir daha dövüşmek yok."
"Söz küçüğüm, yok."
"Cihan ben ciddiyim. Bir daha o çukura gidersen ben de bu evden giderim."
"Gitmeyeceğim. Ben de ciddiyim."
Sözünü bozmuş olacağını düşünmedi bu yüzden. Uzaklaştırdı zihninden nahoş düşünceleri hemen. Evden gitmek istemiyordu. Söz vermişse tutardı. Geri vites yoktu Duygu'da.
"Dövüşmedim Duygu. Dövüşmek karşılıklı yapılan bir eylem. Diğerinin karşılık verebildiğini söyleyemem. Bu attığı ilk ve tek yumruktu. O başlattı yani."
"O kim?"
"Hikmet'in embesil yeni adamı. İleri geri konuştu, ben takmadım. Sonra takmamam ona takıldı sanırım bana vurdu."
Duygu irdeledikçe Cihan'ın Hikmet'in yanına Burak ile yapılan anlaşmalı, aynı zamanda karlı bir evlilikten eline yüksek miktarda para geçeceğini ve ona bir süre Duygu'nun soygun işlerinden elini ayağını çekeceğini haber vermeye gitmişti. Özgüveni gereksiz şişirilmiş, adamın gözüne girmeye hevesli eleman da Hikmet'in sözcülüğüne soyununca Cihan'a toslamıştı işte. Mevzu bundan ibaretti.
"Hiçbir şey demedi mi? Direk kabul mü etti avantacı armut?"
"Direk diyemem. Adamını benzettikten sonra daha bir ikna oldu. Bize bela olmayacak, payını alacak."
"Bana hiç anlamlı gelmiyor. Ya Burak ve dedesine giderse, onlardan fazla para almak için kimliğimi açıklamak isterse?"
"Küçüğüm endişelerinde haklısın. Günlerdir bunu düşünüyorum. Doğruya en yakın senaryo akla en yatacak ve kabul görecek olandı. Hem, şöyle bir durum da var. Armut parayı çok sever doğru. Sadece kendi beş para etmez canından çok değil. Gebertirim onu sana bulaşırsa."
Cihan'ın gözlerindeki kararlılık daha fazla üstelememesi gerektiğinin işareti gibiydi. Üstelemeye niyeti yoktu. Özlemişti Cihan'ı. Miya'yı aldı kucağından. Kulağına uzandı. Dişleri hafif çekiştirmeye başlamışken Cihan inledi. Neredeyse iki haftadır kadına yanaşmıyordu. Onun da kendi içindeki şeytanlarıyla pazarlık halinde olduğunu biliyordu ve aklını bulandırmak istememişti. Şimdi bu durum değişecek gibiydi.
"Yorulmadın mı küçüğüm? Nişan nasıldı?"
"Başlatma nişanına Cihan? Kurudum kaldım. Bu gece sevişmeyecek misin yine benimle?"
"Canını yakabilirimKuduruyorum sana."
"Bana uyar. Sen kendi canını düşün. Kanını emeceğim senin."
Kucakladığı kadınla birlikte ikisi yatak odasına kendilerini zor atmışken başka bir evde başka bir yatak odasına girdi Burak. Hülya tekrar aramamıştı son bir saattir. Uyumuş olabileceğini düşünerek üstündekileri bile çıkarmadan, usulca sokuldu yatağa.
"Evimin yolunu unutmamışsın."
"Hoş geldin tatlım. Özledim seni. Program değişti biraz kusura bakma."
"Değiştiğini haber verebilmen için aradım seni. Bilerek meşgule attın."
"Araba kullanıyordum. Kuzenlerim tost yemek istedi güya yeni nişanlı çiftle. Hayır diyemedik."
"Duygu da vardı yani?"
"Evet. Ama inan o da benim kadar isteksizdi."
Her cümlem yalan olmaya mı başladı ne?
"Ne güzel, savunmaya başlamışsın sahte nişanlını."
Kıskançlık mı seziyordu Burak? Hem de Hülya'da. O ki, hayatında gördüğü en rahat, sıkmayan, darlamayan kız arkadaştı. Daha yolda Duygu yerine Hülya'yla olduğu için dua etmişti.
"Tek sorun bu mu? Canını sıkan başka bir şey yok, değil mi?"
Hülya içinde büyüttüğü kuşkuların ağzından çıkması yetmezmiş gibi, kulaklarından da kaçıvereceğini hissetti. Tepkilerini kontrol altına almazsa, Burak onun yöresinde kalmazdı.
"Yoldan geldim, seni göremedim, tam bu güne denk gelen nişan falan üst üste geldi hepsi. Madem özledin, ispat et."
Gülümseyen Burak dudaklarından öpmeye başladığı kadının sonraki durağı için kasıklarını seçti. Eteği daha çıkmadan bile işlevseldi, yukarı toplanmış, onun hareket alanını genişletmişti. İç çamaşırını çıkarmadan önce, beyaz teninde biraz daha oyalanmak istedi. Göbeğine çıktığında elleri göğüslerini buldu. Başını kaldırmadan sıyırdı üstündeki bluzü. İki tepenin olduğu noktalara doğru süzüldükçe kendi bacak arasındaki doluluğu ertelemenin akıl karı olmadığına karar verdi. Takım elbise yerine sert kot kumaşı onu zor durumda bırakıyordu.
Biraz göğüslerine yumulup öyle girecekti içine. Hayret! Bu kez sütyen vardı. Önden kopçalı çamaşırı açtığında ağzını yanaştırmak için yaptığı hamle yarı yolda kaldı.
"Hülya sen ne yaptın kendine yine?"
"Nasıl olmuş? Tepkini görmek için sabırsızlanıyordum."
"Nasıl mı olmuş? Olmamış, bu ne ya?"
Hülya bozuldu. Yaptırdığı hiçbir şeye böyle anlamsız tepki vermeyen adam ona kızgın bakışlarla bakmakla yetinmeyip üzerinden aşağı inmişti. Valdo çok güzel olduğunu düşünmüş, ağzına alarak çekiştirdiği göğüs ucu halkalarıyla tüm bedenini sızıyla karışık zevk içinde bırakmıştı bunları yaptırdığı ilk gece. Burak ile olduğunda nasıl hissedeceğini hayal ederek zor durmuştu uçakta. Sonra nişan, davet, tost derken ertelenen haz Burak'ın saçma itirazıyla sönüp yitmişti.
"Asıl sen ne ya? Ne bu agresif halin? Buraya geldiğine üzüleceksin neredeyse."
Çoktan üzüldüm. Pişman oldum.
"İnan ben de zor durumdayım, önüme baksan anlarsın, ama iki memende birden metal var Hülya. Abarttın artık ben sesimi çıkarmadıkça. Sonraki durak klitoris girişin mi olacak?"
"Terbiyeşizleşme. Bedenime karışmaya hakkın yok."
Yatakta teslim olurmuş gibi ellerini havaya kaldıran Burak, bu geceyi de eli boş; ya da dolu nasip kısmet artık, halde evin yolunu tutacağını ve yalnız uyuyacağını anlamıştı.
"Bedenine karışmış halimle bunları taktırdıysan iyi ki karışmışım. Çıkar onları Hülya. İstemiyorum."
"Kulağımda, burnumda, göbeğimde olunca tamam, göğüs ucum mu dert oldu?"
Burak bu tartışmanın anlamsızlığına çoktan razı olmuştu, çirkinleşmesine katlanamazdı. Hülya'yı kırmadan bir söyleyiş tarzı arasa da tüm hücreleri ağzından çıkanları bağırırken farklı sesler çıkarması mümkün olmamıştı.
"Beğeneceğimi düşünerek mi taktırdın onları? Benim için mi yani?"
"Evet."
"Beğenmedim. Oldu mu?"
Hülya tüm gecenin hırsını, onu adeta üçüncü seferden sonra terk eden Valdo'ya olan öfkesine katıp karacakken sakinleşmesi imkansız görünüyordu. Burak'la yaşanacak olası bir kavgaya mahal vermemek adına bile olsa kendinden taviz vermek istemiyordu. Yeni metal hızmalarını o sevmişti ve keyfini çıkarmak istemesine biraz saygı duyulabilirdi.
"Bu, bu gece benimle sevişmeyecek misin demek?"
Yumuşak bir et parçasının demirden bir sopa haline gelmesine hayret edenler, o demirden sert organın başını dik tutamayacak kadar yumuşamasına nasıl şaşırıyorlardı acaba? Burak dehşet içindeydi çünkü. Tek hissettiği buydu. Saniyeler önce deli gibi arzuladığı kadın yanında çırılçıplaktan hallice uzanırken onun aklı diğer yatak odasında, göğsünde metal olmadığına emin olan kıvırcığın muhtemel orgazm seslerindeydi.
"Sadece bu gece olması sana bağlı. O şeyler çıkmadan bir daha sevişmem seninle."

2 yorum: