20 Mayıs 2019 Pazartesi

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 17. BÖLÜM

Burak başını yatak başlığına yaslayıp gözlerini kapattığında Hülya öfkeden kudurmamak adına mutfağa geçti. Burak'a baktıkça reddedilmişliğini tekrar tekrar yaşayacağını biliyordu. İsveç'te duramamış, İstanbul'a gelince de içine düşeceğini hayal bile etmediği duruma sokmuştu Burak onu. Lise yıllarına kadar Türk ve yabancı ebeveynlerinin sefasını süren, o herkesin imrenerek baktığı, arkadaşı olmak için delirdiği, olamayanın hasetten çatladığı, erkeklerin kapılarda nöbet tuttuğu Hülya Andersson, yerini eciş bücüşmüş gibi kimsenin sevmediği, arkadaş diye yanında dolaştırmaktan utandığı kadına ne zaman dönüşmüştü?
Annesinin babasını aldatması yetmemiş, çok sevdiği babası ülkeyi terk etmişti o olaydan sonra. Sonuçta gittiği yer kendi ülkesiydi; ama on sekiz yaşına kadar, Hülya'nın içinde yaşadığını sandığı mutlu hava balonu sönmekle kalmamış, patlamıştı. Babasına yapılan haksızlığa karşı İsveç vatandaşı olmanın getirisi ve annesiyle arasına biraz mesafe koyma amacıyla üniversiteyi orada okumuştu. Her yaz tatilinde biraz güneş görmek için annesinin yanına her gelişinde en yakın arkadaşı Merve ve onun yakışıklı kuzeni Burak'la vakit geçirmeye başlamıştı. Hayata karşı kızgınlığı Burak'ın ilgisiyle yerini umuda bırakırken lisans sonrası ettiği teklifi havada kapmıştı.
Tezgaha sırtını verip bir süre boş boş baktı duvara Hülya, geçmişi şimdi niye hatırladığını bilmeden. Ne yapıyordu? Neden bu kadar sinirlenmişti ve Burak'ın duygu durumunun bir arası yok muydu? Zaman zaman vücudunda sayısı artan dövme ve hızma sayısını daha önce takmamıştı. Taksa da sert çıkışmamıştı. Bedenini pürüzsüz sevdiğini söyler; ama saygı duyardı yine de. Sorun kendi aşağılanmışlığı mıydı acaba? Tek gece kuralını bozması işleri rayından çıkarmıştı sanki.
"Ne yapacağım ben ya? Allah kahretsin!"
Valdo denen iri kıyımla seks hoştu; ama yanında bir kadını daha getirmesi, Hülya reddettiğinde de kapı dışarı edilmesi gururunda, özgüveninde, sanki güzelliğinde bile derin hasarlar oluşturmuştu. Aldığı ilk İstanbul bileti ile geldiği saatlerde Burak nişan hazırlığı yapıyordu. İçki şişelerinde kaybolmanın, çaresiz unutturma yönteminden başka bir halta yaramadığını anlaması için Burak'ın sesini duymak yetmişti. Bir an önce onu içine alarak ısınmak istemişti. 
"Şimdi o odada, ben burada... Of!"
İlk başlarda sadece Burak vardı onun için. İlkiydi ve bundan memnundu. Çünkü Burak her zaman ona karşı saygılı, anlayışlı ve cömertti. Maddi manevi ideal bir erkek arkadaştı ve annesiyle kadın kadına yaptıkları bir konuşmaya kadar hayatının sonuna kadar öyle kalabileceğini hissetmişti.
"Ah! Hülya, kıskanılmamak kadar kötüsü ne biliyor musun? O aptal babana yıllarımı verdim ve başka bir erkek deneyimleme şansım olmadı. Ne için? Beni iplemeyen bir adam için. Önüne gelenle yat demiyorum, Burak iyi biri; ama denemekten korkma. İlk denk geldiğinle yattın diye, onunla evlenip ona dünya güzeli bir çocuk verip benim gibi ortada değersiz hissederek kalıverirsin sonra."
Annesinin sarhoş kafayla yaptığı bu konuşma İsveç'e gittiğinde, oradaki barlarda eğlenirken aklına gelir olduğunda bir gece çok sarhoş olup denemek istemişti. Ertesi gün çok ağladığını, babası çağırdığı halde dört ay oraya gitmediğini hatırlıyordu. Sonra Burak aniden ailesini kaybedince ve ona olan ilgisi yok denecek kadar aza inerken, içinde kabaran öfkeyi ne yaparsa yapsın çıkaramadığı şeylere yönlendirmeye çalışırken bu durumdan sıkılarak gitmişti tekrar İsveç'e. 
Çok sık yapmadığı ve tek gecelik olan ilişkileri hepi topu bir elin parmaklarını geçmezdi; ama aynı adamla üç gece geçirmesi, kadınlık gururunun hiçe sayılarak başka bir kadınla ortak kullanılmak istenmesi, Burak'a yaptığı haksızlığı vurmuştu yüzüne. Kendisini bu denli sorgulaması gerekmemişti hiçbir zaman. Bedeni hakkındaki hükmü her zaman ona aitti, ama tam da o an hissettiği hükümsüzlüğe bir açıklaması yoktu. Yatak odasına döndü tekrar. Birlikte çare bulabilirdi belki Burak'la hükümsüzlüğüne.
Burak gözleri kapalı düşüncelere dalarak bir yere varamayacağını anlayınca arabasına atlayıp eve varmaya karar vermişti. Onu ayaklanmış gören Hülya, nereye gittiğini sordu. Niye gittiğini soramazdı. Sebep kendisiydi.
"Eve gidiyorum. Yoruldum tüm gün."
"Burada kal Burak. Hiç özlemedin mi beni."
Özlediği için burada değil miydi zaten? Özlediği için on dakika önce vuslata ermeyecekler miydi? Yersiz bir soruya ne cevap vereceğini bilemeden aklını kurcalayan soruyu sormak istedi. İnsan gözlerini kapatıp başını yatak başlığına yasladığı zaman daha önce umursamadığı şey, en önemli dert haline gelebiliyormuş çünkü. Hala ayakta dururken Hülya'nın gözlerinin içine baktı.
"Göğsüne metalleri takan eleman kadın mıydı erkek miydi?"
Hülya beklemediği soru karşısında hazırlıksız yakalandı. Devamlı gittiği, üstüne basa basa çok steril, güvenilir olduğunu bildiği adamdan başkasına dövme yaptırıp hızma taktırmayacağını yıllar önce söylemişti ona. O yüzden İsveç'e gittiği her seferinde artıyordu vücudundaki fazlalıklar.
"Aynı kişi, yıllardır gittiğim. Arkadaş gibiyiz. Bunu dert etmeyeceksin değil mi?"
Arkadaş gibi...
Burak, sevgilisinin göğüslerini kendisinden başka, arkadaş gibi bir herifin görmüş olması karşısında ne düşüneceğini kestiremezken bu belirsizlik ve Hülya'nın bunu sıradanlaştırmış olması daha büyük sorundu. Verdiği cevap Burak tarafından sindirilmemişken o, direk onu yadırgama aşamasına geçmişti bile. Bunu dert etmesi meseleymiş gibi sormuştu devamındaki soruyu.
"Peki ya dert edersem?"
"Saçmalama Burak. Adam işini yapıyor. Günde kaç tane meme görüyor, saysa sayamaz. Doktor gibi düşün."
"Adamın gördüğü meme sayısı umurumda değil. Allah arttırsın. Niye seninkileri görüyor Hülya, kaldı ki, herif doktor falan değil. Sen de hasta değilsin. Ya da hızma hastası mısın? Babanın yanına her gidişinde bir tarafına bir şey taktırmazsan Türkiye'ye almıyorlar mı?"
Hülya, böyle sert çıkışına daha önce rastlamadığı Burak'a karşı öyle hazırlıksızdı ki, savunma durumuna geçmesi vakit alıyordu. Bu defa çok mu abartmıştı? Burak ciddi anlamda yeni takıları yüzünden gidiyordu ve dahası onlar çıkana dek birlikte olmayacakları ültimatomunu vermişti. O hırsız kızla karşılaşmalarından beri taktik belliydi artık.
Huyuna suyuna git Hülya. Burak yumuşar.
"Bu kadar rahatsız olabileceğini inan düşünmemiştim tatlım. Gecenin bir yarısı açık gümüşçü bulamam. Yarın ilk iş çıkarttırırım. Gitme, lütfen. Çok özledim seni."
Burak, geri adım atan Hülya'ya sert tutumunu devam ettiremedi haliyle. Dudakları onunkileri bulan kadınla birlikte düştü yatağa. Geldiğinden beri üstünde olan kıyafetler kendilerinden beklenmeyecek hızda yerle bir oldular. Hülya onun sinirlerini daha da zıplatmamak için sadece bluzunu bıraktı üstünde. Bedenlerinin bilinçsizliğe yol aldığı zamanlarda kadının bunu düşünebilmesi takdire şayandı. 
Yeni güne farklı evlerde, farklı yataklarda, farklı insanların yanında gözlerini açan Duygu ve Burak'ın yaptığı ilk şey sağ ellerinin yüzük parmaklarında hissettikleri yabancılık oldu. İkisi de yanlarında uyuyan sevgililerine göz atarak hiçbir anlamı olmayan yüzüklerini incelediler bir süre. Çıkarsalar çıkaramazlardı. Düğüne bir ay vardı ve yapılması gereken işlerde, kiminle nerede karşılaşacakları belli olmazdı. Nitekim geçen bir hafta sonunda Eylem, düğüne kalan üç hafta için, maalesef hazır gelinlik markalarından randevu alabildiğini, özel dikim için tanıdığı modacılardan bile boş vakit çalamadığını yana yakıla anlatmak için aramıştı onu.
"... ama görür onlar, bir daha kimse için onlara uğramayacağım. Nasıl müşteriler götürdüm onlara, kimleri kimleri onlardan alış veriş yaptırdım, sonuçta ne oldu? En zor anımda beni ortada bıraktılar. Hepsinin çarkına tüküreceğim."
"Eylem hiç önemli değil, gerçekten. Hazır olup da bana uyan bir gelinlik mutlaka bulunur."
"Sorun bulunması değil ki, elbette bulunur. Fıstık gibisin maşallah. Sendeki vücut bende olsa tüm modacıları kapımda sıraya dizerdim. Sen nasıl her şeyin oluruna kanaat ediyorsun? Burak'a desene ben yurt dışından istiyorum, Milano'dan olmazsa evlenmem diye. Naza çek biraz kendini."
"O hıyar nazdan ne anl... Çok özür dilerim. Sana bunu dememiş olma ihtimalim ne? İçimden demeliydim bunu."
Dışımdan da kornişon diyecektim. Ne oluyor be? Karıştı hatlar.
Kahkaha sesleriyle uzun süre hattın diğer ucundaki Eylem'den normal kelime duymayı bekleyen Duygu o sırada eve giren ve ona küçüğüm diye seslenen Cihan'a eliyle sus işareti yapıyordu. Eylem Burak'a söylemeyeceğinin garantisi olan cümlelerle ve ara ara gelen artçı gülüşmelerle telefonu kapattığında ertesi gün, saat onda ilk prova için randevulaşmışlardı. Şimdi bunu Cihan'a söylemek vardı.
Ya da yoktu.
"Kimdi o?"
Burak olsa onu susturma girişiminde bulunmayacağından emindi Cihan. Sözleştiği her kimse onun çevresinden biri olmalıydı. Duygu içinde gelinlikten başka kelime geçmeyen bir konuşmayı içinde gelinlik olmadan nasıl anlatacağını düşünürken Cihan kanepeye geçmiş ve onu çoktan kucağına çekmişti. 
"Düğünle mi ilgili küçüğüm? Benden gizlemene gerek yok."
"Gizlemeyi düşünmedim; ama bunu seninle konuşmak, bu olayı çok fazla normalleştirmek gibi sanki."
"Duygu bir haftadır nişan yüzüğü parmağındayken sevişiyoruz seninle. Biraz geç kalmadık mı bunun için?"
Burnunu onun burnuna sürttü Cihan. Geç kalmışlardı elbette. Her şey için geçti. Duygu lastiği değiştirerek Burak'ı kendisi özel olarak davet etmişti soygun yapacakları eve. Onları şikayet etmemek için koştuğu şart belki de, hayal ettiklerinin ve edeceklerinin arasında en masum, en zararsız olanıydı ki, Ekrem Zengin gibi insanla tanışmasına vesile olmuştu üstelik. Burak Efendi çok daha zorlu, çok daha kabul edilemeyecek bir koşul öne sürebilirdi. Kabul edilemeyecek şartı kabul etmediklerinde ise, Cihan kesin, belki Duygu da hapsi boylardı. Burak vurulmuştu ara yerde saçı olmayan saçı çektiği için.
"Üç hafta kaldığı için yapılması, alınması gerekenler var. Eylem gelinlik için randevu almış. Onu konuştuk."
Kaçınılmaz olan sona üç hafta kaldığını sesli duymak Cihan'ın tüm tüylerini havaya dikti. Beyni sürekli geri sayımdaydı ve Duygu'nun kendi içinde neler yaşadığını düşünmek bile uykusuz kalması için yeterli sebepti. Nişandan beri geçen bir haftada Burak lafı hiç geçmemişti. Duygu geçirmemişti. O da aramamıştı. Arasa Duygu'nun sesini, daha apartman kapısından duyardı. Gelen mesajlarla bile deli olabiliyordu çünkü. Ona sinir olmadan geçirdiği bir saniyesi bile yoktu. Bir hafta boyunca ondan duyduğu cümlelerde bariz görüyordu içindeki salt öfkeyi. Belli etmiyordu yalnızca.
"Hıyar işte Miya. Senden iyi olmasın Mırnav ve ailesine bile tepkili. Dedesi, seksen yaşında adam kedi besliyor, o iki hapşırmasın diye zavallıcıkları balkonda tutuyor."
"Bak sen bak. Attığı mesaja bak. Bir akşam daha dedesine gidecekmişiz; ama nasıl davranacağımdan emin olamıyormuş muş muş muş. Asıl ben emin olamıyorum daha, acaba senin beynin var mı diye. Olmadığına daha yakınım gerçi."
"Yok Miya'cım. Bu herif, herif diyorum tamamen rahmetli ailesine saygımdan, yoksa herif diye er kişilere denir biliyorsun çünkü; ama adam olmaz bu babası hariç hıyar oğlu kornişondan. Eylem arayınca hiç itiraz etmeyecekmişim, Eylem zaten ayarlayamadığı modacılar için Burak'a sinirliymiş, niye bu kadar erken düğün yapıyormuş diye. Yapma lan yapma. Gelin ata binmiş Ya nasip demiş zaten. Sen kimsin ki, ben nasibin olayım senin? Sen beni hak edebilecek biri misin sanki?"
Cihan'ın anladığı kadarıyla en son dün olan bu  son veryansın gayesine ulaşmış, Eylem aramış ve Duygu itiraz etmemişti. Yarın gelinlik için büyük gündü. Bir genç kızın, Cihan anlamasa da, en büyük hayallerinden biri buydu ve Duygu bunu boşa harcıyordu onu korumak için. Şartlarının çok başka olması için neler vermezdi halbuki Cihan? Elinden gelen tek şey, onu teselli ederek rahat olmasını telkin etmekti. Şimdi yapacağı da oydu.
"Keyfini çıkar diyemem küçüğüm; ama üzülme olur mu? Vazgeçtim dediğin an, önce gider o hıyarın yüzünü dağıtırım, sonra gider polise teslim olurum."
"Şunu söyleyip durma artık Cihan. Polis falan yok. Teslim olmak yok. Üzülmüyorum ben."
Üzülüyordu. Bunu Cihan'dan iyi kimse bilemezdi. Onu Hikmet'in mekanına ilk getirdiğinden hırsızlık yapmaya başladığı ilk zamanlara kadar tik haline getirdiği tırnak kemirme eylemi geri dönmüştü. Ne zaman görse herhangi bir tırnağı ağzında oluyordu özellikle son bir haftadır. Çaresiz olmak hiç bu kadar zor gelmemişti Cihan'a daha önce.
Prova sabahı tam saatinde hazırlanan ve gideceği yere doğru yola çıkan Duygu'nun günlük programı hiç beklemediği bir telefonla değişmek zorunda kaldı. Sadece buluşacağı kişi olan Eylem'e özürler dileyerek bir işinin çıktığını haber verdi bu yüzden. Burak'ı arama gereksinimi duymadı.
Yaz dönemi işleri daha bir yoğunlaşan Burak, başını kaşıyacak vakti bulduğu anda Eylem'i aramayı akıl edebildi. Saat akşam üzeri altıya geliyordu ve prova saatinden saatler sonrasıydı bu zaman dilimi.
"Eylemko hallettiniz mi gelinliği? Duygu sorun çıkarmamıştır umarım."
"Allah Allah, ne sorun çıkaracak Duygu? Melek gibi kız, sanki bilmiyorsun. Hem sana haber vermedi mi? Hastanede bir işi çıkmış, yarın için sözleştik."
Ben senin ebeni Duygu, söyle ne yapayım? Ne hastanesi, ne işi?
"Aramış da, yoğundum. Şimdi de ulaşılamıyor. Sana sorayım dedim."
Yalan at, koy götüne Burak. Aferin sana. Nişanlının çevirdiği haltlardan haberin yok.
Eylem'le konuşması bittiğinde anında Duygu'yu aradı. Çoktan işten çıkmış, arabasına atlamıştı bile. Cehennemin dibindeyim dese gidecek, onu oradan alacak ve habersiz iş yapmanın hesabını sorup tekrar gönderecekti oraya. Hemen açtı iyi ki. Sinirinin patlamayı bekleyecek hali yoktu.
"Efendim sevgilim?"
Bir de sevgilim diyor, delirmek işten değil.
"Neredesin sen? Ne gizli iş peşindesin yine? Sana verdiğim bir işi halletmeden ne bok yemeye habersiz kayboldun ortadan?"
"Sakin ol Burak, ben Eylem'e..."
"Sakin mi olayım? Eylem'le buluşmamışsın, şimdi konuştum onunla. Bir de yalan mı söyleyecektin onunla birlikteyim diye?"
Bulunduğu ortam için sakıncalı sözler sarf ediyordu Burak. Cevap veremeyecek olmasına yandı. Yanındakilerden sessizce izin isteyip bahçeye çıktı ve ses tonunun ayarlarıyla oynamaktan seslice ona kadar sayarak kurtulabildi. Aynı ayarda tuttuğu, fırtına öncesi sessizliğindeki ölümcül desibelde sesiyle devam edemeden Burak çemkirdi tekrar.
"Ne sayıyorsun Duygu? Neredesin söyle, çıktım galeriden yanına geleceğim. Yüzüme bakarak yalan söyle de görelim."
"Dedenin evindeyim. Taze çay yaptım, gel de içeriz. Elmalı kurabiye de var."
Başka bir şey demeden suratına kapanan telefon ekranına bakan Burak söylediği şeyi algılamakta gecikti. Bir de çat diye kapanan telefon için delirme seansı ayarlama hesabı yaparken dede lafını çekti beyni cümlenin içinden. Onsuz dedesine gitmek ne demekti? Kaza yapmadan oraya varabilirse kurban kesecekti. İyi ki mesafe azdı.
Bahçeye girip arabayı park eder etmez kapı zilinde unuttu elini. Kapıyı açan yardımcı kadın Burak'a hayırdır bakışıyla bakarken Burak çoktan salona yürümeye başlamıştı. Adımları da sinirliydi. Salon kapısında duraklama ihtiyacı hissetti. Bu öfkeyle girdiği an her şeyi berbat edebilirdi. Çünkü dedesi ve Duygu'nun sesleri geliyordu balkondan. Duygu'yu yalnız yakalayana kadar halının altına süpürdü içinde biriken öfkeyi. İyi ki çay demlemeyi akıl etmişti. En azından bunun doğru olmasını diledi.
Salona girer girmez hapşırık nöbeti kendisinden önce geldiğini haber veriyordu sağ olsun. Balkon kapısı açıktı ve üç alerjik reaksiyonun da, görmese bile orada olduğunu söylüyordu bu aksırmalar.
"Selamün aleyküm dede." der demez gördüğü manzarayla hapşırmayı da unuttu. Duygu elinde fıs fıs aletiyle dedesinin tansiyonunu ölçüyordu. Ya da ölçtüğünü sanıyordu ve yalan yanlış değerlerin işlenmesine sebep olacaktı her gün gerçek hemşirenin not aldığı küçük deftere.
"Duygu sen ne yapıyorsun?"
"Ve aleyküm selam. Görmüyor musun sen nişanlının ne yaptığını?"
Görüyorum dede. Görmez olaydım; ama görüyorum. Doktorculuk oynamak için, yanlış kişi, yanlış yer, çok daha yanlış tercih. Bittin Duygu sen.
"Tansiyonun normal dedem. Bir sıkıntı yok."
"Emin misin sevgilim? Bir de dedemin kendi hemşiresi mi ölçse, sürekli o takip ediyor ya."
Duygu bir an göz göze geldi Burak'la ve az önce duyduğu öfkenin eriyip yok olduğunu damarlarında hissetti adeta. Yerini çok başka duygular doldurmuşken öfkeye yer kalmamıştı. Duygu yalancı değildi ve Burak ısrarla bunun aksini iddia ediyordu. Tüm vücudu çaresiz bir üzüntü ve hayal kırıklığı yaşarken bu iki duygu yer kapmaca oynuyordu salgılandıkları yerlerden. Gözlerinin battığını anladığında ise, ortamdan ayrılma zamanının geldiği habercisiydi bu.
"Çayını tazeleyeyim ben dedem."
Daha yarısı içilmemiş bardağı kaptığı gibi mutfağa attı kendini. Torununun dedesine değer vermesini, ona yanlış bir şey yapanın gözünün yaşına bakmayacak olmasını anlardı, ona hak da verirdi. Yine de yargısız infaz Burak için bile acımasızdı.
Duygu bastırmaya çalıştığı gözyaşlarıyla bir yandan çay koyarken bir yandan da Eylem'le buluşacakları gelinlikçiye varmak üzereyken arayan Ekrem Zengin'i hatırladı tekrar. Hemşiresi ağır gribal enfeksiyona yakalanmıştı ve bugünkü diyaliz için yanında olmasını rica etmişti. Eylem'e hastanede işi olduğunu söylemişti aslında, neden bu kadar ön yargılıydı ki? Demek ki, hala inanmamıştı hemşire olduğuna, daha doğrusu olabileceğine...
O anları zihninde yaşarken gittiği yerdeki kokuyu ne kadar özlediğini fark etmişti. Pek çok kişinin sevmediği hastane kokusu Duygu'nun hayaliydi. Saat on ikide girdikleri diyalizde ilk iki saat havadan sudan, kedilerden, çoğunlukla da Ümmühan anneanneden bahsetmişti Ekrem dedesi. Diğer hemşireyle her geldiğinde uyuma aşamasına sıkıntıdan daha ilk dakikada geçtiğini, Duygu ile ise vaktin nasıl geçtiğini anlamadığı için uyumayı akıl etmediğini söyleyerek kızı da mest etmişti. Yine de yatan her insanın uykusu gelirdi ve üçüncü saat bitmeye yakın yaşlı adamın da gözleri kapanmıştı. Yanındaki koltukta ona bakarak, hayal kurarak dalmışken adının seslenilmesiyle dönmüştü arkasını.
"Biliyordum ya, bu saçlar başkasına ait olamaz. İnanamıyorum. Duygu'cuğum nasılsın?"
"Sude? İyiyim sen nasılsın? Burada mı çalışıyorsun?"
Sorusu mantıksızdı gerçi. Geldikleri tıp merkezinin logosu üstüne işlenmiş mavinin güzel bir tonu olan pantolon ve üst takımı giyinmişti sınıf arkadaşı. Sessiz olmaya gayret ederek devam ettiler konuşmaya.
 "Evet, iki hafta önce başladım. Sen kimi bekliyorsun?"
"Dedemi. Yani nişanlımın dedesini. Uyudu şimdi."
Sude'nin nişanlım lafından sonra yüzü değişti. Zaman zaman sınıfta denk geldiklerinde her zaman ona karşı nazik olan Duygu'nun, arkadaş grubunda olmamasına rağmen yurt dışında yüksek lisans hayali olduğunu biliyordu. Okuldan mezun olur olmaz evlenme bahsinin konuşmanın hiçbir yerinde geçtiğini hatırlamıyordu.
"Nasıl ya? Ben sen çoktan yurt dışında bir üniversiteye kabul edildiğini düşünmüştüm. Şaka mı mı yapıyorsun? Evlenecek misin cidden?"
Hem nasıl cidden. Başı s sonu i diye başlayamam şimdi. Ha bir de ikileme.
Duygu sınıfta başarılılar arasındaydı ve hocaları da bağlantılarını onun için kullanabileceklerini sık sık dile getirirlerdi. İmrenirdi ona. Hem çok güzel, hem çok zeki, hem çok akıllıydı. Sınıftan hiç kimseyle çıktığını görmemişti. Okul çıkışlarına da kimse gelmezdi. Duygu arabayla gelir giderdi gördüğü kadarıyla.
"Öyle oldu işte. Bakalım hayat ne gösterecek? Yine giderim belki."
Ekrem dedem yaşasa da bir iki yıla boşarım zaten ben bu adamı.
"Hayırlısı olsun. Hep yaşlı insanlara faydam olsun derdin, şimdi bak bir yerden başlamışsın. Adı ne amcamızın?"
"Ekrem. Ekrem Zengin. Son yarım saati kaldı diyalizde. Seni gördüğüme çok sevindim."
"Ooo, meşhur Ekrem beyin gelini mi olacaksın? Onu hiç görmemiştim; ama methini çok duydum. Kendi hemşiresi var diye biliyordum; ama sen varken kimseye ihtiyacı yok ki."
"Teşekkür ederim canım. Görüşürüz umarım tekrar."
Sude işinin başına dönmek için onunla vedalaştığında ara ara görüşebileceklerini umuyordu. Çok tatlı bir kızdı Duygu. Kimin neye ihtiyacı olsa maddi manevi destek olmaya çalışırdı. Yeter ki, görsün ya da duysundu. Başka bir ortak noktaları da kedi sevgisiydi. Sude de bayılırdı kedilere. Birbirlerinin telefonlarını almaları iyi olmuştu. 
O sırada gözleri açılan Ekrem Zengin başında Duygu'yu görünce yüzü güldü. Hep onunla gelse ömrü uzardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadı. İşleri bitince de eve geçmişlerdi  yoldan elmalı kurabiye alıp. Olay bundan ibaretti. Gelinlik kaçmıyordu ya. Yarın gideceklerdi işte. Gerçi sorun gelinlikten yatay geçişle ölçülen tansiyona gelmişti. Üç çayla geri döndüğünde Ekrem dedenin tıp merkezinden bahsetmemiş olmasını diledi. Tansiyon ölçtü diye köpüren diyalize onunla gittiğini bilirse Duygu'ya işkence ederdi galiba.
Bir bardak daha çay içtiğinde eve gitmek için ayaklandı. Burak'la aynı ortamda geçirilen bir saat zehirli etki gösteriyordu Duygu'nun sistemlerine. Burak'a özel onun yanında giymek için Burak geçirmez kıyafet almalıydı belki de.
"Burak sen bırak Duygu kızımı eve."
"Yok dedem, ben arabayla geldim zaten. Karşıya geçeceğim. Siz dede torun oturun."
Ben bu gerginlikten bir an önce kaçıp kendimi kurtarayım. Hala hapşırıyor bir de. Pisi pisilerim benim. Bu hıyarla aynı ortamda bırakmak istemezdim sizi.
Duygu kalkınca Burak akşam yemeğinde eşlik etti dedesine. Öncesinde içtiği çay sinirlerini biraz olsun yatıştırmıştı; ama eve gitmeyi dört gözle bekliyordu. Telefonu çıkarıp mesaj atamıyordu bile, kaldı ki, söz uçar yazı kalır zamanı değildi. Sesli şekilde yapacaktı görüşmesini. Bağırmadan sakinleşecek gibi değildi patlamaya hazır sinir uçları.
"Bugün Duygu kızımla gittik merkeze."
Hoppala. Orada bir sorun yaşadılar kesin. Hemşire olmadığını anladı. Sahte olduğunu anladı. Duygu ben seni...
"Burak sana diyorum, beni dinle. Ben konuşurken dalınıp gidilmeyecek. Yaşlıyım diye dinlemeye tenezzül etmiyor musun?"
"Estağfurullah dede. Nasıl geçti? İyi misin? Bir daha hemşiren olmadığında ben götürürüm seni."
"Sen ne diye götürecekmişsin? Hiç eğlenceli değilsin. Seninle gittiğimi de biliyorum ben. Ben yatarken telefon elinde sürekli iş konuşuyorsun. Duygu'yla sohbet ettik biz. Dört beş saat nasıl geçti anlamadım."
İyi bari anlamamış.
"Canının sıkılmamasına sevindim."
"Canım sıkılmadı demedim. Canım çok sıkıldı."
Kalp krizi geliyorum diyor muydu? Dede tek tek konuşmasan mı?
"Hayırdır inşallah, Duygu yanlış bir şey mi söyledi canını sıkacak?"
Ekrem Zengin içi geçtikten yarım saat sonra uyanmıştı halbuki. Onun uyuduğunu sanırken diyaliz hemşiresinden kendi sağlığı hakkında bilgi almıştı Duygu. Yapılan bilmem ne üniversitesi araştırmalarına göre diyalize üç gün dört saat girmek yerine daha uzun süre girildiğinde faydası büyük ölçüde artıyormuş ve kullanılan ilaçlar çok azalıyormuş. Nefrologla bir görüşme bile ayarlamıştı iki dakikada. Doktoruna nefrolog dendiğini de orada öğrenmişti. Hiç sevmiyordu ilaç kullanmayı ve sekiz saat yatmaya razıydı. Hele ki, Duygu götürürse yirmi dört saat kalırdı. Sonrasında ise, arkadaşıyla konuşmasına kulak misafiri olmuştu. Sırtı ona dönük olan Duygu onu fark etmemişti haliyle. Kısık seslerine rağmen Duygu'nun hala okumak istediğini, torunu olacak hergele ile evleneceği için ertelediğini öğrenmişti. 
"Canımı sıkan sen ve benim hergele. Bu kızı evlilik için benim yüzümden mi zorladın?"
Bu konuşmanın devamını kestiremedi Burak. Duygu zoraki bir evlilikten mi bahsetmişti yani? Sahte değil; ama onu zorladığını mı söylemişti? Kalp krizi geliyorum diyordu. Habersiz yakalanmayacaktı iyi ki.
"Olur mu dede öyle şey?"
"Olmuş işte. Yüksek okul okumak istiyormuş, seninle evleneceği için vazgeçmiş. Yabancı memlekette daha mı iyi bu işler? Giden kuzenlerin dönmek bilmedi; ama Duygu döner. Çok başarılıymış okulda. Sınıf arkadaşıyla rastlaştı orada. Kız nişanlını paket yapıp eve götürecekti neredeyse. Bir de sevilen biriymiş okulda. Nasıl baktı sana bu kız hayret? Senin doğru dürüst arkadaşın bile yok."
Sınıf arkadaşı mı? Lise falan mıydı? Yüksek okul üniversite miydi? Burak elinin ayağını nereye koyacağını bilemedi. Nefrolog ne demekti? Böbrek doktoru mu? Araştırmalardan, diyaliz sürelerinden, ilaçlardan bahsettiğine göre... Duygu gerçek bir hemşire miydi? Tansiyon da ölçüyordu.
"Tam olarak ne dedi Duygu dede?"
"Arkadaşı yaşlılarla ilgili çoktan gurbete gider diye düşünmüş. Hocaları okul mu ne ayarlamış. Ama sen çıkmışsın karşısına, aşık olmuş. İleride olur belki dedi. Ben ölmeden mürüvvetini görmek istedim oğlum. Yine de bir genç kızın hayali her şeyden önce gelir. Kızlar okumalı. Hele ki, Duygu benim gibi yaşlılarla ilgilenme hayali kurmuş hep."
Geriatri mi deniyordu ona? Bir ara dedesi için bakmıştı ne yapabileceğine dair. Daldı gitti yine. Ayaklarının dibinde dolanan Mırnav'ı fark edemeyecek kadar başı dönüyordu. Baş dönmesi yaşarken hapşırılmazdı. Duygu sırf dedesi bu bilgileri öğrensin diye çakma bir mizansen ayarladı dese, onu arayan dedesiydi ve anında gitmişti hastaneye. Kafayı yiyecekti.
Dedesi müstakbel karısı hakkında bunları bilmediğini anlamadan özüne dönse ne iyi olurdu. Biri özünün konumunu atabilir miydi?
"Bak yine daldı gitti. Öğrenemem sandın, değil mi  hergele? Söz ver Burak bana. Düğünden sonra ilk fırsatta okutacaksın gelinimi."
"Söz dede."
Söz mü dedim ben?
Kelimeler kendinden izinsiz çıkmıştı ağzından. Çok değil daha iki hafta önce bunu ilk söylediğinde demediğini bırakmamıştı ona. Aksini söylememişti. Ben hemşireyim diye diretmemişti. Onu anlamak isteyen anlardı, değil mi? Bunun için kelimelere ihtiyaç bile duymamıştı. Nefesini Burak için harcama zahmetine katlanmamıştı. Şimdi Burak'ın her zamankinden çok ihtiyacı vardı kendini ifade edecek kelimelere. Nereden başlayacağını, nasıl özür dileyebileceğini kestiremiyordu.
Duygu göründüğünden fazlası mıydı gerçekten?

15 yorum:

  1. Yine cok guzel bi bölümdü. Artik hep burdan mi olacak bolumler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haber vermek için baş kısmı wattpad, devamı burası olacak :)

      Sil
  2. Sen daha duygudan çooook özür dilersin burak

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Duygu olduğu gibi biri yalansız burak bunu görmek istemiyor hırsızlık yaparken tanıştılar diye nedir yani bu inanmamazlık

    YanıtlaSil
  5. Ulan Burak inanmazsan daha çok dalıp gidersin duyguyu düşünerek -pismanlikla-
    - birde demirli kızla orta yolu bulup ayrılın artık

    YanıtlaSil
  6. Pis Burak böyle kalırsın işte

    YanıtlaSil
  7. Kadın burak ı o kadar aldatmış hiç mi bir tarafında morarma filan yok acaba ? Bölüm güzel olmuş ellerine sağlık. Oh olsun burak a da sürekli üzüp duruyor duygu yu.

    YanıtlaSil
  8. Yazarcim tercih senin tabi saygi duymak lazim fakat ne yazık ki buradan okurken wattpaddeki gibi sayfa rengi secemiyoruz. Mesela benim gibi ışıktan rahatsiz olup siyah sayfada ve düşük ışıkta okuyanlar icin burada bu alternatifler mevcut degil. Varsa da ben bulamadim, eğer varsa bilgilendirirsen sevinirim. Ayrica satir içi yorum yapilma şansı yok yine ne yazik ki.. puntoyu büyük görebilmek icin sayfayi yakinlastirdigimizda ise satir eni sayfaya siğmiyor ne yazik ki sürekli sağ sol yapmak okurken can sıkıyor. Keşke bunlari da göz önüne alip yeni bir alternatif oluşabilse. Tum bu negatif etkenler sebebiyle bloga nazaran wattpad hâlâ önde görünüyor. Sevgiler..

    YanıtlaSil
  9. Duygu karakteri egoist nedirin cevabi olmus gayet guzel

    YanıtlaSil
  10. Angelcim selam :)
    Ya ilk blogu paylastiginda cok guzeldi. Kenarda butun bölümler görünüyordu, ekran aydinlikti. suan karanlik ve ben bölümleri görmüyorum. Ilk günkü duzenleme daha guzeldi ya. Boyle hem karanlik hem aradigimi bulamiyorumm ;(

    YanıtlaSil