9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 10 .BÖLÜM

İki dakika yürüyünce Burak'ın elinde tuttuğu bir aparatla açılan kocaman kepenkler, sonrasında cam kapıdan girdikleri yer avm'nin biraz ilerisindeydi. Alış veriş konusunu çok yanlış anlamış olabilir miydi Duygu?
Kol gibi fatura mı demiştim? Soba borusu yap sen onu, elektrik direği yap. Uzay mekiği... Tamam Duygu.
"Seç."
Duygu, sabahın bir köründe, daha Burak'ın onu soktuğu lüks, gösterişli, ışıl ışıl galeride ne işleri olduğunu anlayamamışken neyi seçeceğini nereden anlayacaktı? Yani eliyle gösterdiği şeylere bakınca, içinde bulundukları mekan itibariyle de seçeceği şey konusunda bir fikir edinmişti aslında.
"Yok artık. Otomobil mi?"
"Evet. Çalıntı bir Volvo'ya binmeye devam edecek değilsin Duygu Özcanlar olduğunda."
"Bunların markaları hakkında bir fikrin var mı senin? Hepsi üst segment. Şunun jantlarına baksana, ateş ediyor bana. Hii. Ruhumu teslim edeceğim şimdi. Peki ya şuna ne demeli? Ben bunun içinde yaşarım mesela. Masa, yatak olan, iki oda bir salon serisi, araba budur. Üff, vay anam vay!"
Altındaki arabayı da buradan arakladın demek. Patronunun haberi var mı acaba? Zaten yakışmıyordu sana. Lastiğini değiştiremediğim arabaya binmem ben. Sen de binme, bana ne.
"Biliyorum markalarını tabii. Ben satıyorum bunları. Araba kullanmayı bilmen işime gelir. Zaman zaman sana ihtiyacım olacak bu konuda. Bazen beni bir yerlerden toplaman gerekebilir."
Tuzla'nın yollarında mekik dokurken Duygu'nun düz vites bir aracı bile çok rahat kullandığına şahit olmuştu. Park edişi bir saat sürmüyordu sonra. Ne bir saati, bir dakika bile sürmüyordu.
"Ben satıyorum derken... Buranın satış sorumlusu falan mısın? Prim usulü mü çalışıyorsun? Kaç para maaş alıyorsun? Net mi brüt mü?"
Burak tam para ile ilgili art niyet arayacakken kızın sorduğu sorulara cevap bile beklemeden çoktan diğer arabaya geçişindeki heyecana gülümsedi. Arabalardan en az onun kadar anlıyordu. Başına geldiği her araba hakkında özgeçmişini tek nefeste sıralıyordu adeta. Kendisi de az evvel bahsettiği modeli iki oda bir salon diye tanıtıyordu ilgili müşterilere.
Bundan sonra ben bunun içinde yaşarım mesela demeyi aklının bir köşesine yazdı. Tabii, Duygu üstüne bir de lastik değiştirebiliyordu Burak'tan artı olarak.
"Ne diye soruyorsun bunları? Biz boşanınca, sana ne kadar nafaka düşecek, onu mu hesaplayacaksın?"
Duygu alnını bir otomobilin camına yapıştırmış, içine bakarken konuştu. Keyfini kaçıramadı. Neşeli çıkıyordu sesi.
"İyi fikirmiş. İnsan emekliliğini de düşünmeli. Hep böyle sağlıklı ve genç kalacak değiliz."
Güzel, alımlı, ateşli demedi Hülya'nın aksine. Onun ilk dedikleri bunlar olurdu. Cevap veremedi kıza. Güzel olduğunu söylese laf sokardı. Alımlı'yı eklemiş olsa hiç alımlı görmesek yedireceksin derdi. Duygu demedi, Burak diyemedi. Yaş ve fiziksel direnç kısmından, bildiğinden yaşlılıktan bahsetti.
Dedesi gibi... Çalışın eşek sıpaları. Hep böyle dipçik gibi yirmi beşinizde olmayacaksınız.
Yirmi yedi oldum bile.
Duygu camına yapıştığı araçtan onu sökmeleri gerekmeden uzaklaştı biraz. Canlı olarak ilk kez görmüştü milyonluk makineleri. Sanki hayranı olduğu bir ünlüyü hiç beklemediği yerde görmüş gibi sevinçle zıpladı yerinde. Solak olanlar için özel olarak tasarlanmış seri, solak olan Duygu için yapılmamış da neydi yani?
Yanımda kalem var mı acaba? Kalçama imza atsın.
Seç demişti Burak. Bunu seçebilirdi. Bunu seçecekti. Bunu seçiyordu. Bunu seçti.
"Burak, bunun içine oturabilir miyim? Sol elimi arabada ruhsat çıkarmak dışında kullanmamıştım hiç."
Başını kaldırmış ona seslenen kadına dalgınlıktan tam dibine geldiğinde dönebildi. Eliyle işaret ettiğine baktı. Beğendiği araç, onun da favorisiydi ve biri için sipariş edilmişti.
Porsche Unicorn.
"Oturabilirsin. Fazla kurcalama. Bu akşam sahibi gelip alacak onu."
"Yaa? Oturmama gerek yok o zaman."
"Otur dedim işte. Sahibi akşam gelecek."
Duygu seçtiği bir şeyin bir kez daha başkasına ait çıkmasına aldırış etmeme gayreti ve kaçan tüm hevesiyle oradaki bekleme puflarından birine yöneldi. Burak ondaki bu değişime neden olan kendi sözleri miydi emin olamadı. Gidip göz hizasına kadar çömeldi.
"Tamam, biraz kurcalayabilirsin."
İşe yaramadı. Kadın gitmişti çoktan. Seçmeyecekti, belli. O sırada galerinin kapısı açıldı. Mağaza müdürü içeri girerken telaşla Burak'ın yanına seğirtti. Onu bir kadının dizlerinin dibine çökmüş beklemiyordu, hatta bu saatte mağazada beklemiyordu.
"Günaydın Burak Bey. Bugün burada olmayacaksınız diye biliyordum. Ben mi unuttum acaba? Buluşacak mıydık, erken gelmişsiniz."
Sesle anında ayaklanan Burak, onca yıldır saat tam sekiz on beşte işinin başında olan adamla tokalaştı. Duygu var diye bey olmuştu.
"Günaydın Haşim abi. Yok, sen doğru hatırlıyorsun. Seni kız arkadaşımla tanıştırayım. Yakında nişanlanıyoruz, hatta evleniyoruz. Haberin olur zaten."
Kibarca adamla tokalaşan Duygu hemen arabalara gösterdiği ilgiye büründü. Burak onu bir kediyle bile tanıştırsa kocaman gülümsemesi gerektiğini çok öğretici bir şekilde, teorik olarak, camdan atmak veya atmamak tiradında anlatmıştı. Bu dediğini pratiğe dökmeden önce dedesine karşı zorunlu olan saygıyı başkalarına göstermemesi için bir neden yoktu ki, Duygu Hikmet dışında herkese saygılı olabilirdi.
Adam tebrik ettikten sonra çay içip içmeyeceklerini sordu, ama henüz çaycı abla gelmemişti.
"Ben yaparım. Siz işinize bakın."
Kaşları havaya kalkan Haşim, bir süre mutfak tarafına geçen kadını izledi. Burak saate baktı. On beş dakika içinde kahvaltı için Eylem ve Teoman ile buluşacaklardı; ama dün içemediği çayı şimdi telafi etme şansını kaçıracak değildi. Çaycı ablanın çayının tadı nasıl dese, biraz sası oluyordu, sanki.
"Bravo. Baban görse alnının çatısından öperdi seni. Hem güzel, hem alımlı, hem kibar ve saygılı bulmuşsun bu devirde. Hiç bahsi geçmedi."
Güzel, alımlı... Başkaları söyledi, o değil.
"Ciddileşene kadar ortaya çıksın istemedim."
"Kendine sakladın yani. Ben olsam ben de öyle yapardım. Kimlerden?"
Çetingillerin Duygu. Hırsız olan.
"Özcanlar olacak abi. Ne önemi var?"
"Bence de yok. Aferin. Çevrende böylesi yoktur ki zaten. İyi ki de, birilerinden değil. Deden gördü mü?"
"Henüz değil. Bu aralar el öptürmeye götüreceğim. Bir araba seçsin diye getirdim."
"Aman ha, dudakları elinin üstüne değsin. El öpmekle dudak aşınmaz demişti bana ilk seferinde."
İki adam gülerken az önce Duygu'nun baktığı otomobil için akşamı teyit etti Burak. Sahibi günde on kere arıyordu son bir aydır ve akşam gelmemesi için ölmüş olması gerekiyordu. Burak bir an acaba kalp krizi falan geçirip ölür mü diye geçirdi aklından. Duygu gidip, dün gece sipariş üzerine gelen ve satılmış olan tek arabayı seçmişti.
"Oyalayamaz mısın Efe'yi?"
"Direk vazgeç diyorsun. Kaybederiz onları. Değer diyorsan şimdi ararım."
Burak dolapları karıştıran Duygu'ya baktı. Onun hevesinin binde birini görmek için Hülya'ya buraya gelmeyi teklif ettiğinde arabası olduğunu söyleyerek reddetmişti gelmeyi. Olay değip değmemesi değildi. Bir kadının mutluluk yayılan yüzünü görmek için bile galeriyi boşaltırdı, ama Duygu bir kadın değil, işti. Duygusal bağ kurmak zorunda kalmadan, dedesinin gönlünü hoş tutsa yeterdi.
"Başka zaman bir sipariş daha veririz gerekirse. Gelip alsınlar akşam."
On beş dakikada demlediği çayı getiren Duygu'nun yüzündeki mutluluğu gözlerinde göremedi. Haşim abisi belki yerdi bunu; ama Ekrem dedesi yemezdi. Bardağı tuttuğu eline dikkat etti. Dün de böyle solla mı içmişti? Arabanın solaklar için tasarlanan ergonomiği Efe'nin sikinde olmazdı. O zenginliğini göstermesi için alacaktı onu, bir ay sonra da sıkılacak ve yenisini sipariş vererek bu kez de onun için telefon sapıklığı yapacaktı onlara. Çay da ne güzel olmuştu. Yine.
"Kalkalım abi biz. İşimiz vardı. Yarın görüşürüz."
Adama sarılırken kulağına fısıldadı.
"Bana porsche 911'in anahtarı verir misin abi."
"Kullanabilir mi?"
"Şaka mısın? Asfaltı ağlatır. Sen Zorlu'nun otoparkına çektir aracı. İçine de benim kartlardan koy."
Onlar sarılırken Duygu anında ayaklandı. Çantasını falan yanına almayınca kendini bedavacı gibi hissetti. Burak'a bir şeyler girsin diye boşa uğraşıyordu. Çay içerken iki adamın konuşmalarından anladığı Burak'ın galerisinde olduklarıydı. İki kaliteli, pahalı kıyafetle batmaktan fazlasıydı Burak.
Dışarı çıktıklarında Duygu kiminle yan yana yürüdüğüne bir daha baktı. Altındaki Maserati Ghibli de ona aitti demek ki. Araklamamıştı çalıştığı yerin nimetlerinden yararlanıp. Para verip almıştı. Babasından kalmış olsa da, koskoca adamın ona bey diye hitap edebileceği saygınlıkta birisiydi işte. Birkaç beden büyüdü Burak gözünde. Patrondu.
"Galerinin adı Özcanlar olmayınca senin olduğunu düşünmemiştim."
"Can-öz diye değiştirmiş babam ben daha küçükken. Anneme canözüm derdi. Canözüm bir galeri için çok sofistike ve romantik kalacağından iyelik ekini atmış."
"Canözüm çok iyiymiş. Seviyorlarmış birbirlerini demek ki."
"Severlerdi. Neyse, iki arkadaşımla buluşacağız şimdi. Kahvaltı sonrası Eylem'le yapacaksın alış verişi. Kendi fikirlerini, zevkini unut. O ne derse kabul et. Seni bir şeye benzetir o."
O anne babanın evladına bak. Canözlerinin ömür törpüsü.
"Hadi o beni bir şeye benzetecek, senin için öyle bir seçenek de yok. Seni kim bir şeye benzetebilir ben çok iyi biliyorum aslında; ama..."
Cihan seninle uğraşmaz.
Cümlesini bitirmeden galeriye geldikleri yoldan avm'ye adımladı. Burak kolundan tutup kendine çevirmese neredeyse varmıştı da.
"Ama'sı ne Duygu? Hadi devam et bana diklenmeye. Cümleni bitirmeyeceksen o cümleye hiç başlama. En kıl olduğum şeydir."
"Normal şartlarda bitiririm ben cümlemi, ama diyeceklerim sana değmiyor. Söylediklerimden anlam çıkaramayacaklar için kelime tasarrufu yapmaya çalışıyorum."
Bir, iki...
Başını sağa sola yatırıp boynunu kütleten Burak Duygu'nun kolunu elinden çıkarmasına ses etmedi. Elinde kalacaktı yoksa. İçinden saymaya başladı. Ailesini kaybettikten sonra bir süre öfke kontrolü sorunu için destek almıştı. Sakinleştiği tek yer dedesinin yanı ve ailesinin mezarlığıydı. Hayatını iki yerde de ikame ettiremediğini anlayınca profesyonel destek şart olmuştu.
...dokuz, on.
"Yürü Duygu. Eylem ve Teoman benim yakın arkadaşlarım. Dediğim gibi Eylemko styling ve kötü niyetle demiyorum kendini ona bırak diye. İşinde iyidir. Teoman da sevgilisi zaten, ben onunla takılırım sizin işiniz bitene kadar."
Kahvaltı salonuna geldiklerinde ayrılan yere oturdular. On dakika içinde bahsi geçen kişilerle tanıştı Duygu yüzünde gülümsemeyle. Tabii onlar gelene dek geçen on dakika, Duygu'ya kamu spotu gibi gelen, Burak Efendi'nin ben bilmem beyim bilir'cilik akımıyla yakından ilgili sunumuyla geçti. Komikti. Sadece Duygu gülmüştü.
"Gerekmedikçe konuşma Duygu. Dün yuvarlak masada konusu geçmeyen ve bundan sonra dedeme ve tüm sülaleme karşı anlatacağımız masal şu şekilde olacak. Kuş yuvası misali saçlarına takıldım önce. Onların çevrelediği minik yüzüne inen bakışlarımla birlikte artık benim için bu dünyada senden başka kadın olmayacağını buyurdu kalbim. Hele ki, muhteşem sokak ağzı cümlelerin, argo kelimelerin beni benden aldı. İçinde herkese ve her şeye karşı beslediğin o iflah olmaz merhamet, kim olursa olsun çaresizlik karşısında gösterdiğin kendinden vazgeçme hallerin, işte onlar da senden vazgeçemeyeceğimin ilk belirtileriydi. Dedim ki, budur. Ben bu kadınla evlenmezsem gözüm açık gider."
Bunları söylerken Duygu'nun yüzünü avuçlarının içine aldı. Sıcacık yüzüne yerleşen kızarıklığa, baygın bakışlara gülmemeye çalıştı. Her kadının iki kıçı kırık iltifata nasıl da eridiğine bir kez daha hayret etti. İlişkileri bir de gerçek olsaydı Duygu yatağındaydı çoktan.
Konuşmanın başından beri, Duygu Burak'ın sahte aşk hikayesininin cümlelerini özümserken bir yandan kendi ellerini yanaklarındaki onun ellerinin üstüne getirdi. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Kahkaha atmamak için dudaklarını bastırdı birbirine. Onu etkilediğini düşünüyordu ciddi ciddi. Öyle bir zafer edası geldi oturdu o ablak yüzüne.
Kaç dakika geçti. Patlayacağım.
"Yok dayanamayacağım. Hahahaha. Sen bu sözlerle mi tavladın Hülya'yı? Hahah. Hülya için bile ezikçe. Her ne kadar onu hiç sevmesem, nefrete dair kısma daha yakın olsam da sonuçta hemcinsimin tavlanma sürecine canı gönülden kahroldum."
Anında çekti Burak ellerini. Normal bir kadına hitap etmediğini sürekli hatırlatmak zorundaydı kendine. Saçma sapan bir aşk hikayesini ona bırakmamak adına karizması delik deşik olmuştu.
Gerçekten etkilenmedi mi yaa?
"Senin daha iyi bir fikrin var sanırım?"
"Yok tatlım. Sadece bu bana duyduğun hayranlık, aşk, şehvet, kan, ter, gözyaşı için bir de mekan ayarlarsan çok iyi olur. Havada kaldı biraz. Haha. Önce kıvırcık saçlarına takıldım. Kuş yuvası diyemeyeceğine göre böyle dersin. Hahahahah. Sonra o minik yüzüne vuruldum. Yok kalbim mi buyurdu? Yaa Burak, uzun zamandır böyle çok kahkaha atmamıştım. Sen beni böyle güldürdün ya Allah da seni gani gani güldürsün. Hahaha. Dedim ki, budur. Hey Allah'ım, gözümden yaş geldi. Çok güldüm, ağlamazsam iyi."
Zor durulan kadına baktı Burak. O kadar mı berbattı yani? Bir de her cümlesi için ses tonunu Burak'ın söylediği tona çevirmeye çalışmıştı. Dalga geçmişti onunla. İlk kez birisi karşısında, kendi tepkileri çaresiz kalıyordu. O baygın bakışların gerçekliği ve bu kadının sonraki alayları öyle tezattı ki, feleği şaştı.
Neyse şaşan feleğini Eylem yerine oturttu.
"Böyle güzel gülen bir kadın olmalıydı zaten kız arkadaşın Burki. Selam ben Eylem."
Bundan sonrası kahvaltı esnasındaki kısa sohbetlerdi. Duygu'ya hayran kalan Eylem, bu alış verişin iki yıl öncekiyle asla kıyaslanamayacağına karar vermişti bile. Burak ise yediği hiçbir şeyi anlamadı kulaklarında çınlayan deminki kahkahalardan. Yumurtanın tadı zeytin gibiydi. Bal yerken ağzında patates kızartması lezzeti kalıyordu.
Odaklanmaya çalıştı. Duygu'ya kendi sormadığı soruların cevaplarını pür dikkat dinliyordu, ezberliyordu. Çok lazım olacaktı bunlar. Tekrar yüz göz olmadan ne kadar bilgiyi saklarsa o kadar yararına olurdu. Çünkü kadınla konuşmak sağlığına tehditti. Dik dik gülmüştü yüzüne.
Hiçbir lafı kaçırmama nedenlerinden biri de, yanlış bir şey söyleyebilme ihtimalini göz ardı edemeyerek diken üstünde oturmasıydı. Nitekim Eylem aralıksız soruyordu anketör gibi. Kaç soruydu bu anket? Bitmek bilmedi mübarek.
"Başka kardeşin var mı?"
Duygu'nun her soruyla genişleyen gülümsemesi küçülmemek adına gayret gösterdi bu kez. Dudakları sabitlendi.
"Yok. Tekim."
"Ne iş yapıyorsun?"
Ee ama Eylemko sen de. Yeter da.
"Ben okul..."
"Eveeeeet. Hadi hanımlar, mağazalar çoktan açıldı sizi bekliyor. Kıyafetleri bekletmek olmaz. Eylemko sende her şey. Sevgilimi baştan yarat."
"Hiç ihtiyacı yok. Paket sağlam. Ben sadece ambalaj seçeceğim. İçindeki değişmeyecek. Harika bir seçim son date'ini de göz önüne alırsak."
Eylem'in sözleriyle başını yere eğdi Duygu. Yanakları gerçekten kızardı. Kahvaltı öncesi güya herkese anlatacağı sahte büyük aşkı çöp oldu kendi gözünde. Eylem'in Duygu için söyledikleri ise sadece doğal demekten ibaretti ve Duygu'nun utangaç naifliği görülmeye değerdi.
"Tamam Eylem, çenen düştü. Elin, gözün çalışsın."
Kredi kartını uzattı ve giden iki kadının arkasından baktı. Çiçekli, kısa, mavi elbiseyle almıştı tüm iltifatları. Ya da kazın ayağı öyle değil miydi? Eylem ilk başta Hülya'yı bile yadırgamadan, sabrının son kırıntılarını da eliyle toplayana kadar idare etmişti onu. Kimse için önyargılı davranmaz, tam olarak çözümleyene kadar hayatına dahil etmekten imtina etmezdi. Burak hatrına Hülya'ya gün bitene kadar sabretmiş, gün sonunda Burak'ı arayarak ağzına etmişti.
Duygu'yu ise koluna girerek, sekerek, türkü çığırarak, halay çekerek kabul etmişti hayatına. Bu yalan uzamasa iyi olurdu Hülya ile akıbetleri için.
"Oğlum baktın kaldın lan. Eylem yemez seninkini. Lezbiyen değil, ilk elden ben biliyorum."
"Ebeni Teo... Bir şey takıldı aklıma, öyle daldım."
"Çok tatlı kız. Sizin gibi Zenginler'den değil."
Kimse gibi kimselerden değil. Hırsız.
"Sağol."
Burak kısa cevaplar verirse Duygu konusu kapanır diye düşündükçe Teoman yanlış anlamış soy ağacına kadar girmişti.
"Birlikte mi yaşıyorsunuz? Anladığım kadarıyla ailesi yok. Çöpsüz üzüm senin için. Ateş parçası gibi. Ele avuca sığmaz bir tarafı var."
Teoman kanırtacaktı kaçarı yoktu. Zamanında o da Eylem için aynısını yapmıştı ona. Zamanla Eylem'i öyle çok sevmiş, benimsemişti ki, sanki Eylem önüne geçmişti Teoman'ın. Olmayan kız kardeşiydi Eylemko.
"Yok, o kendi evinde."
"Şaşırdım birlikte yaşamadığınıza. O mu istemedi?"
"Yok ben istemedim. Namusum değerli. Herhalde Duygu istemedi. Oğlum yeter lan. Beni de sor azıcık. İşler kesat belki. Para lazım mı, bir yokla bakalım. Daha düğün dernek kuracağım."
Kadının onuruna laf edemezdi şimdi. 
Erkek arkadaşına olan bağlılığı sahte evliliği kabul etme sebebiydi, ayrıca adamın nezarette kaldığı her dakika zulümdü ona. Ne Burak'ı bırakabildi ne Cihan'a kıyabildi. Kendi ettiği alay yüklü sözlerin gerçeklik payı olabilir miydi? Bu kadın yürüyen merhamet gibiydi.
Dört saatin sonunda gelen giden, arayan soran olmayınca erkekler kendileri için gezinmeye başladılar. Bir telefon mağazasının önünden geçerken arkadaşını içeri sürükledi Burak. Kırdığı telefonu yenilemek, haberleşme ve buluşma için, metro önünde beklemekten daha akıl yüklüydü.
İkindi olduğunda hala ses yoktu. Duygu kredi kartını ve tüm iletişim ekipmanlarını çalıp Eylem'i ortada bırakmış olamazdı, değil mi? Aklına gelen bu düşüncenin gerçeklik payı sinirlerini bozdu.
"Arasana Eylem'i neredeler?"
"Sen ara Duygu'yu. Ben merak etmiyorum ki, sen merak ediyorsun çıtır sevgilini. Yemez diyorum, ama inanamadın."
"Oğlum kırıldı telefonu, yeni aldım ya şimdi gözünün önünde."
Uyanan adam Eylem'i aradı ve büyüyen gözlerle dinledi sadece. Tamam dediğinde Burak'ın aklına gelenlerin başına geldiğini düşünmesi için her türlü zemin oluşmuştu.
"Ne oldu? Kapkaç mı olmuş?"
Daha açıklayıcı soramazdım Teo. Kusura bakma. Bir hırsızla sahte evlilik yapıyorum açıklaması uzak görünmüyor gerçi.
"Ne kapkacı oğlum? Oturmuş yemek yiyorlarmış. Kalk kalk. Seninki ham yapacak benimkini. Bensiz yemeğe gitmiş hatun. Yuhamına! Aklı gitti başından Eylem'in. Duygu biseksüel falan değildir, değil mi? Yokladın mı iyice?"
Yuhamına!
Burak hayretler içinde Teo'yu takip ederken nereye gittiğini bildiğini farz etti. Kendi yer, yön duygusu yoktu o anda. Eylem'in fazla sahiplenmesine mi sevinse, onunla yalnız kalmasına mı yerinse gittiğinde bakacaktı artık.
Önündeki tabağı çoktan boşaltmış olan Duygu çay içiyordu. Sol elinde bardak, Burak'ı görünce ayaklandı hemen. Haber vermediği için kızar mıydı, düşünmemişti. Eylem'le alış veriş zevkli geçmiş, karnı acıkmış, acıkınca da oturmuşlardı bir yere.
"Eylem biz de aynı meridyende yer alıyoruz. Bize de öğleden sonra oldu. Biz de acıktık. Niye haber vermedin bana, bize?"
"Burak ne bu telaş? Oturun yiyin işte. Yeni geldik biz de."
"Yeni mi? Duygu bitirmiş her şeyi."
"Acıktım da. Seni arayamadım malum. Telefon?"
"Öyle iştahla yedi ki, kilo almıyormuş. Çok şanslısın Burak. Ele gelen yerleri hep ele gelecek. Balık etli olmayacak hiç. Belki hamileyken..."
"Höh! Eylemko tamam tatlım. Balık malık karnım acıktı zaten. Bu sana Duygu. Kırılan telefonun yerine."
Duygu elini uzattı, ama sahiplenme hatasına düşmek istemedi. Belki arkadaşları var diye uzatıyordu. Açmadan yanına koydu.
"Teşekkür ederim."
Yemeğin ardından vedalaştılar. Eylem halinden memnun gibiydi. Hülya'yla işleri bittiğinde gördüğü bezginlik hali yoktu hiçbir yerinde. Burak için bile olsa, yanında belli ederdi kendini. Duygu alınacak diye dertlenmezdi. Hülya alınacak diye dertlenmemişti Eylem'i son hatırladığına göre en azından.
Metroya doğru yürüyen Duygu hiçbir torbayı almamış, hepsini Burak yüklenmişti. Ya sabır çekerek kızı takip etmek işkenceydi.
"Duygu beklesene, nereye?"
"Evime gidiyorum. Cihan'la konuşamadım kaç saattir. Merak etmiştir."
"Konuşursun. Yardım etsene arabaya kadar."
Birazını alan kadınla otoparka kadar indiler. Uysallığını yorgunluğuna verdi. Sabah ondan beri dolaşıyor, kıyafet deniyordu. Saat beşe gelirken arabasının bagajı ve arka koltukları dolup taşmıştı.
Duygu bunları da sahiplenmiyordu. Kendi evine götürmek istese Burak ses etmezdi. Düğünden sonra taşırdı Burak'ın evine. Duygu ise, hepsine geçici ev sahipliği yapacağının kesin farkındalığıyla çoğunu denemeden, sırf Eylem beğendi diye almıştı. Ona göre mükemmel hatları vardı ve en uygun mağazalara sokarak zaman tasarrufu etmişlerdi. Eylem giydiği her kıyafet için ıslık çalmıştı. Bir bu kadar kıyafet de bazı işlemler için terziden bir iki güne alınacaktı.
"Almak istediğin yok mu içlerinden?"
"Hayır, yok. Zorunlu olduğum vakit giyerim."
"Neyin var?"
"Hiç. Yoruldum sanırım."
"Evine bırakayım, atla."
"Metroyla daha kısa sürer. Trafikte kalmak istemiyorum."
Hayda... Alış veriş sonrası yüzü asılan bir kadın daha. Annem birdi Duygu da ikinci.
Babası annesine yakışacağını düşündüğü her şeyi eve sipariş ederken annesi hafif tebessümüne bıkkınlık ekleyerek bakardı ona. Hayatta kıyafet giyinmekten daha önemlisinin karakter giyinmek olduğunu belirtirdi.
"Yazık oldu o zaman. Bunu kim sürecek?"
Cebinden çıkardığı 911'in anahtarına bastığında, çıkan sese döndü yüzünü Duygu. Yetmedi bedeni de eşlik etti dönen yüzüne. Alt dudağını dişlerken yukarı kıvrılan dudakları Burak'ın sonunda doğru bir şey yaptığının ödülüydü. Duygu ona bakar bakmaz fırlattı elindekini.
"Polise yakalanma. Ehliyetin yanında değil diye düşünüyorum. Arabanın içinde iletişim bilgilerim var. Onları telefonuna kaydet. Yarın için mesajımı bekle. On gün kadar sürecek olan hızlandırılmış hanımefendilik kursuna katılacaksın. Genel bir eğitim alacaksın. Oturma kalkma, diksiyon, yürüyüş, sofra kuralları, bunun gibi şeyler. Kurstan sonra da dedemle tanışacaksın."
"Oturup kalkma mı? Parende atarak dolaşmıyorum sokakta. Görgü kuralı kursuna ihtiyacı olan sensin. Sen git, paran boşa gitmesin."
"Duygu! İtiraz etme. İtaat et. Normal bir kadın sizin oralarda böyle olabilir, amenna. Ama sen bizim buralara bu halinle uygun değilsin."
"Siktir git, uygununu bul o zaman. Bizim mahallede hanımefendilik dershanesi yoktu, gidememişim, kusura bakma."
"Kusura bakmıyorum. Çözüm buluyorum. Uygun olmak için çabalamayacaksan, bir dakika..."
Arabasına eğilip torpidoyu açtı. İçinden aldığı şeyi Duygu'nun net görebilmesi için kabzasından tutup göz hizasına kaldırdı. Gözleri dolan kızdan kızgın bakışlarını bir saniye bile çekmeden arabaya geri fırlattı silahı. Başka da tek kelime etmedi. Duygu'yu bekledi.
"Kursağımdan geçmesine hiç izin vermeyeceksin değil mi?"
Ne kursağı?
"Anlamadım. Acıktın mı? Hakikaten çok yiyorsun. Gerçekten kilo almıyor musun?"
"Acıkmadım Burak. Hevesim, seninle olduğum her saniye kursağımda, bir türlü aşağı inemiyor."
"Ne dedim ki ben şimdi? Hem derdim senin heveslerini tatmin etmek değil, seni benimle yapacağın evliliğe daha hevesli hale getirebilmek... Bilmem anlatabildim mi?"
Duygu, hızlı adımlarla gözlerinin içini ışıkla dolduran arabaya yöneldi, ne var ki, Burak, sözleriyle tüm ışıkları karanlığa gömdüğü için otomobili kör halde çalıştırmak zorunda kaldı. Gaza bastığı gibi Burak'ın ayaklarının dibine kadar geldi. Yerinden sıçrayan Burak son anda sağa kaçınca Duygu seslendi ona.
"Anlatmada üstüne yok. Çok iyi anladım. Kaskosu var, değil mi bunun?"
"Duygu, saçmalama. Aklından ne geçiyor?"
Var tabii. Çok güzel.
"Duygu, bekle. Kime diyorum Duygu? Duyguuuu, kendine zarar verecek bir şey yaparsan öldürürüm kızım seni. Duydun mu beni? Duyguuuuuu!"
Çoktan gaza basıp arabayı tersine döndüren ve çıkışa yönlendiren Duygu'nun ardından adını bağıran Burak, camdan çıkan Duygu'nun sol orta parmağıyla aldı cevabını.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder