9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİRİ MİSİN? 7. BÖLÜM

Karşısında, temmuz sonu güneşinin, villanın serinliğine rağmen, Duygu'nun yüzünü yalayarak geçmesine sebebiyet veren kadın, üstüne yarım büstiyer, altına da kasıklarında biten kot şort giymişti. Mevsimlerden kış, aylardan Ocak bile olsa bedeninden yayılan ateşle yine ısınırdı Duygu. Ayağındaki taytla ne kadar giyinik olduğuna aldırmamaya çalıştı. Kadının yan yana söylediği kelimelerin anlamını çözmekle meşguldü o sırada.
Ben Hülya. Burak'ın kız arkadaşıyım. Memnun oldum.
Hiiii.
Hadi onu çözdü diyelim ki, Duygu'nun bugün bu kapıyla sınavı neydi böyle? Donup donup kalıyordu önünde. Burak Efendinin kız arkadaşı eksikti bir de. Hiç de bahsetmemişti köftehor. Madem bir kız arkadaşı vardı, ne diye anlaşmalı evlilik derdine düşmüştü yetmişinde uçkurunun peşine düşüp de televizyonda kanal kanal gezerek kadın arayan bunaklar gibi?
Yoksa...
Acaba?
Hmm...
Belki de...
Pek de güzel, maşallah!
Demeeeee...
Yazık be!
Bu kız adama askıntı olup kendi kendine gelin güvey oluyordu da Burak çareyi gerçek damat olup bu kızı ekarte etmekte mi bulmuştu? Kendi kendine gelin güvey olanlara Duygu da sinir olurdu.
Peşimi bırak ben evliyim mi diyecekti?
Duygu bugün akıl sınırlarını zorluyordu. Beyninin kullandığı kapasite kısmını en az %30-40 arttırmış olmalıydı sabahtan beri.
Kapıyı ne tam açtı ne yüzüne kapattı. Emin olamıyordu. Şimdi bir de Burak'ın kız arkadaşıyım diyerek pot kırıp onu zor durumda bırakıp bırakmadığı dert oldu içine. Adam zaten eserek akıllıydı, şartları konuşmadan Cihan'a yardımcı bile olmuyordu. Bir de sevgilisine söylediği şeyi duysa...
Küfür...
"Fotokopimi mi çekiyorsun? Çekilsene kapıdan. Burak burada değil mi?"
Onu geçip içeri giren Hülya çoktan Burak diye seslenmeye başlamıştı. Villayı biliyor gibiydi. Önce merdiven başından seslendi, sonra mutfağa giden koridora doğru yürüdü. İyi ki, yüzünü yıkamıştı kanları temizledikten sonra. Ağlamaktan simsiyah olan yüzünü aynada gördüğünde kendinden korkacaktı neredeyse. Bembeyaz tenine yaptığı göz makyajıyla fıstık gibi görünüyordu kadın. Çok güzeldi. Kendi akan makyajıyla Gulyabani gibi görünmek yerine, makyajsız görünmeyi tercih ederdi zaten.
Gerçi güzel ya da çirkin olması neyi değiştirirdi ki? Madem bir sevgilisi vardı, Duygu'nun geçici hizmetçiliği son bulmuş oluyordu. Çayını da sevgilisi yapıp koyardı artık bardağına. Kaşık da koymazdı. Yalnız çok büyük bir sorun vardı kendisine evlenme teklif eden Burak'la ilgili. Bu adam, kız arkadaşından habersiz evlenecek kadar salak ya da onu hayatından çıkarmak için sahte evlilik yapacak kadar salak olamazdı herhalde. Neresinden bakarsan bak, salaktı. Duygu'ya neyse bundan? O, Cihan için buradaydı.
"Burak, ne işler çeviriyorsun sen? Buraaak! Neredesin?"
Hülya'nın sesini duyan Burak mutfaktan çıktı hemen. Bunu beklemiyordu işte. Villa'ya parti olduğu halde, kuzenleri var diye gelmek istemeyen kadın; Burak ona partinin iptal olup İstanbul'a döndüğünü haber vermediği halde buraya kadar neden gelmişti ki? Partiye katılmaya mı karar vermişti?
"Hülya, hoş geldin. Geleceğini bilmiyordum. Parti elektrik kesintisi yüzünden iptal oldu."
"Çok normal. Telefonun kapalı. Merve partinin iptal olduğunu söyledi zaten. Ne işin var hala burada? Hiç haber de vermiyorsun."
"Şarjım bitti ve bazı olaylar oldu. Duygu'yla tanıştın mı?"
"Evet, ona da gelecektim. Ne diyor bu kız?"
Burak uzun boyunu daha da uzatıp Hülya'nın tepesinden Duygu'ya bakarken ne söylemiş olabileceğini aklından türlü senaryolarla geçirip yine sonuca ulaşamadı. Hülya'dan henüz haberi olmayan Duygu ona ne demiş olabilirdi, daha ilk saniyeden, ayaküstü kapıda dikilerek? Duygu Burak'a bakarken kızgın mı, şaşkın mı olduğunu anlayamadı; ama yüz ifadesini hiç değiştirmemişti adam. İstifini bozmadan, çok istifli bir beyefendi çünkü kendisi, çatık kaşlarla sordu Hülya'ya.
"Bilmem tatlım, ne dedi sana?"
Tatlım.
Demek ki, kız arkadaşından habersiz evlenecek kadar salaktı. Bu bilgiyle birlikte bu kız Burak'ı çiğ çiğ yerdi. Tatlı niyetine Duygu'yu bile yiyebilirdi. Üstüne de Duygu'nun yaptığı çayı içerdi midesine oturmasınlar diye. Gerçi çay değil de White chocolate mocha kızı gibi duruyordu. İçinden güldü Duygu. Sonra içindeki, gülümseyen tüm tarafları bir bir soldu. Burak'ın gerçek kız arkadaşına kız arkadaşıyım diyerek açmıştı kapıyı. Bunun için Burak'tan yiyeceği fırçalar değil, ama onun Cihan'ı öne sürmesi yakardı canını.
"Kız arkadaşın olduğunu söyledi."
Burak'ın iki kaşının arasındaki çizgiler yavaş yavaş düzleşirken kahkahalarla gülmeye başladı. Onu hiç komik bulmayan iki kadınlardan Duygu başını eğdi. Eğdiği gibi de Burak'ın ahh sesiyle kaldırdı hemen. Hülya Burak'ın omuzlarını yumrukluyordu.
"Bir de gülüyor musun? Bir kadınla yalnız kalmak ne demek?"
"Ne yapıyorsun sen, bırak adamı. Nasıl vuruyorsun öyle yaralı insana?"
Burak Hülya'nın ellerini tutup uzaklaştırdı kendinden. Onunla dedesi istediği için yapması gereken sahte evliliği konuşalı çok olmamıştı, anlamamış mıydı yani aradığı kadını bulduğunu? Duygu'nun çenesinin de ayrı bir tamire ihtiyacı vardı. Hiç olmadık yerde gevşiyordu vidaları.
"Ne demek yaralı? Ne oldu sana? Kaza mı geçirdin?"
Duygu'nun fazladan kullanıma açtığı beyni, hızla eski kapasitesinin de altına doğru ilerliyordu adeta. Ama insafsız kadın da, yaralı olmasa bile, adama niye vuruyordu ki? O, Cihan'a şaka yollu bile vurmamıştı. Kimsenin kimseye vurmaya hakkı yoktu. Tabii, şimdi çok düşündüğü erkek arkadaşının Burak'ı yaralamış olduğu gerçeği vardı, kemiksiz dilinin eseri olarak bunu bir kişi daha bilecekti.
Dilimi, buradan çıkınca arı kovanına sokacağım. Söz.
"Kaza geçirmedim Hülya. Duvara çarptım omzumu. Çok acıyor hala, onu diyor Duygu. Otur şöyle konuşalım."
Hülya on iki karış boyuyla, beş karış suratıyla demin Duygu'nun oturduğu yere geçti. Görmüyor muydu orada yarısı içilmiş çay bardağı durduğunu yani? İnadına geçmişti oraya. Burak'ın tam karşısına oturmasında sorun yoktu elbette; ama dört kişilik yuvarlak mutfak masasında Duygu'ya adamın ya sağ yanı ya sol yanı kalmıştı.
O kalan seçenekler içinden sol yanına seçti. Hülya denen kadın tekrar vurmaya yeltenirse gardını Burak yerine alırdı. Üstelik vurulmayla ilgili tek kelime etmeden kız arkadaşına yalan söylemişti Burak. Demek o da bu işin dallanıp budaklanmaması taraftarıydı. İşine gelirdi Duygu'nun. Garip, buruk bir sevinççik peydah oldu içinde. Kendi çenesini sıkı tutarsa Cihan daha az tehlikedeydi.
"Dinliyorum Burak. Bu meseleyi biz bir karara vardırmamışken sen çoktan adaylarla görüşmelere başlamışsın."
Hayda.
Kesinlikle Hülya'nın haberi olduğunu düşündü Duygu. Habersiz evlenecek Sevgililer arsında konuşulan konular arasında bir tarafın sahte bir evlilik yapması olacağını ölse aklına getiremezdi Duygu. Nasıl kafalardı bunlar?
"Adaylar yok Hülya. Sadece Duygu var. Kabul etti."
Duygu neyi kabul ettiğini tam olarak kendisi de bilse hiç fena olmazdı. Evlilik olacaktı, tamam; ama şartların birini bile öğrenemeden gelmişti Hülya. Hülya ise kadının ne ayak olduğunu çözmeye çalışacaktı şimdi bir de. Burak'ı bu kadınla geçici bir süre de olsa aynı evde tutmanın risk analizini yapmak zorundaydı. Güzelce de bir kızdı. Uzun, kıvırcık saçlarıyla, ince bedeniyle ben buradayım diyordu. Ona kalsa kadının kalçalısı dedeye gelin olarak daha uygundu.
Duygu'ya çevirdiği sert bakışlarını sert sözleriyle süslemeyi ihmal etmedi bu yüzden. İnsanın kendine dürüst olması kadar erdemli bir davranış yoktur. Hülya da kendine yeteri kadar dürüst davranamasa da Duygu'nun kendisine rakip olarak değil de Burak'ın yanında çalışan olarak işe başlayacağına ikna olmaya ihtiyacı vardı.
"Yani sen şimdi Burak'la dedesinin isteği üzerine yalandan evleneceksin. Onun benimle görüşmesine, yani ilişkimize sesini çıkarmayacak, bir yandan Özcanlar bir yandan Zengin soyadının getirilerini her yerde kullanmaya başlayacak, bu getirilere rağmen ondan hiçbir şey talep etmeyecek, Burak senden boşanmak istediğinde paşa paşa gidip bu kadar zenginliğin içinde yine hak iddia etmeden boşanmaya razı geleceksin, öyle mi?"
Hönk.
Öyle mi yapacaktı? Kız arkadaşı olduğunu bile bilmiyordu ki, şimdi bir de dedesinin isteği çıkmıştı. Bir şey talep etme kısmına gelince elbette bazı talepleri olacaktı. En başta Cihan'dan şikayetçi olmaması gerekiyordu. Şimdi onun adını anarak bir pot daha kırmadan şu şartları bir an önce duysa iyi olurdu.
Burak, sevgilisi gelmeden tam da oynatmaya az kaldılık olan bu durumda Hülya'nın dan diye özet geçtiği durumu Duygu'yu ürkütmeden açıklama peşindeydi. Çayını yudumlarken konuşulması gergin sinirleri yumuşatırdı. Şimdi yanında bakmadan bile ortama yaydığı negatif enerjiyle, Duygu'nun yay gibi gerilmiş olduğu çok belliydi çünkü.
"Tatlım, daha şartlara geçmemiştik." dedi Burak.
"Neyi kabul etti o zaman? Niye kabul etti?"
Duygu sağındaki adama çevirdi başını. Az önce ona kaşla gözle kapı açtıran adama bu kez kaldırdığı kaşlarıyla o bakıyordu. Hadi. Hadi açıklasaydı ya. Bu erkekler neden böyleydi? İlk yapmaları gereken şeyleri sona bırakıp hiç yapmamaları gereken şeyleri ilk yapmalarının sebebi neye bağlıydı?
"Evliliği kabul etti. Senin de, sağ olasın pat diye bahsini ettiğin şartları, şimdi konuşacaktık."
"Niye bu villada buluştunuz? Partinin iptal olduğunu haber de vermedin bana. Telefonun da kapalıydı sabahtan beri. Sizin aranızda benim bilmediğim ne var?"
Güle güle İsveçli babadan Hülya, merhaba Türk anneden Hülya. Muhtaç olduğu kıskançlık, damarlarında gezen Türk kanıyla şimdi hortlamak zorundaydı sanki? Burak için bu hiç iyi olmadı. Şartları kendi kafasında belirli bir ahenkle düzene sokmuşken, sevgilisi gelmiş, hem şartları bodoslama belirtmişti, hem de belirttiği ilk şey kendi birlikteliklerinin devamı olmuştu.
İki kadının karşısında kendisini timsahlarla dolu bir nehirde yıkanmak için soyunmuş bir aptal gibi hissediyordu. Hayır, hem yıkanamıyordu istediği gibi Hülya vardı, hem de temizlenmekten vazgeçeyim hadi diyerek çıkıp kıyafetlerini alamıyordu Duygu vardı. Burak Hülya'nın sorusunu yanıtlayamadan Duygu konuştu.
"Aramızda hiçbir şey yok. Benim sevgilim var. Ne absürt düşünce sevgilisinin sahte evlilik yapacağını bilen biri için."
"Öyle mi? Sevgilin, kız arkadaşının sahte evlilik yapacağını bilen biri için biraz pezevenk galiba."
Duygu kulaklarının duyduğuna inanamadı. Dışı güzel mi demişti az önce? İçi çürümüş insanların yılandili de olmasa, dıştan bakıp hayranlık besleyecekti neredeyse onlara. İyi ki çatal dilleriyle niyetlerini belli ediyorlardı. Zaten sütyen gibi bluzundan belli olan Medusa bunun kanıtıyken Duygu neyin hesabını yapıyordu ki? Kendisini çizdirmişti işte bedenine. Narsist diye düşündü.
Hem düşünüp hem burnu hiç olmadığı kadar sızlarken elinin sızlamıyor olmasına şükretti Duygu o anda. Hülya'nın kısa, mor saçlarından tutabildiği kadar tuttu ve ayaklanıp sandalyeden geriye yasladı başını.
"Senin ağzını kulaklarına kadar yırtarım kızım. Lafını tart da konuş. Benim sevgilim pezevenkse sen nesin? Kaldı ki, ben daha onunla konuşamadım bile olan bazı olaylardan dolayı. Sen gelmiş, benimle Burak adına pazarlık yapıyorsun."
"Aaaa! Burak. Ah! Bırak beni sürtük. Niyetin belliydi işte. Burak bir şey yapar mısın?"
İki kadının kavgasına ilk kez şahit olan Burak elinde çay bardağı kalakaldı. Bir çay içirtmediler yani. Uzun zamandır, annesi öldüğünden beri neredeyse, kafelerden başka demleme çay içmemişti ve sadece tadını çıkarmak istemişti bu güzel çayın. Gevşemesi gerekirken gerim gerim gerildi.
"Duygu bırak Hülya'nın saçlarını." Zaten yok gibilerdi. Hepten koparacaktı Duygu onları.
"Özür dilesin, bırakacağım. Senin kız arkadaşından hakaret işitmek için evet demedim sana."
"Ya niçin evet dedin Duygu?"
Burnu sızlamasının hakkını vererek gözyaşlarını yardıma çağırdı. O yaşlar akmasaydı infilak edebilirdi zavallı burnu. Hülya'nın saçlarını bırakarak dış kapıya yöneldi. Bir saniye daha burada kalamazdı. Cihan zaten razı olmayacaktı bu evliliğe. Boş yere ikna cümleleri kurmasına gerek kalmamıştı artık. Gidip suçunu itiraf eder, onunla da bölüşürdü cezayı.
Kapıyı açmışken yakaladı Burak onu.
"Nereye gittiğini sanıyorsun sen?"
"Sevgilimin yanına. Sen de kendininkiyle evlenirsin."
"Gidemezsin Duygu. Anlaşmamız başlayalı bir saati geçti."
"Anlaşmamız başladığında bir kız arkadaşın olduğunu bilmiyordum. Üstelik ben bir şey imzaladığımı hatırlamıyorum."
"Kız arkadaşımın olup olması ne fark eder? Haberi var. Sahte olacak bu evlilik. Üstelik imzan, parmak izi olarak hali hazırda evin her yerinde kıvırcık, aklını kullan."
"Biz yalandan evleneceğiz diye erkek arkadaşıma hakaret ettirmem. Dikkat etmediysen diye söylüyorum, bana da sürtük dedi; ama onu yutuyorum şimdilik. Yoksa burnundaki halkadan tutup sürüklerdim onu."
Burak'ın arkasından gelen Hülya duyduğu sözlerle Duygu'nun uzun, kıvırcık saçlarına uzattı elini. Burak topuklu ayakkabılarının sesini duyarak tam zamanında araya girdi ve ona engel oldu. Duygu'nun önüne geçti.
"Hülya, kendine gel. Bir iş için buradayız ve bal gibi de yapmak zorunda olduğum şeyi biliyorsun. Ne bu kıskançlık şimdi?"
"Kıskançlık mı? Bunu mu kıskandım ben şimdi? Komik olma tatlım."
"Ben komik olayım hiç sorun değil de, sen sakin kalıp şartları sabote etmeden oturabilecek misin Hülya? Konumuz kimin kimi kıskandığı değil zaten."
Hülya Duygu'ya kızgın gözlerle bakarken Ekrem Zengin'e lanet etti bir kez daha. Yaşlı bunak kabus gibi çökmüştü üstlerine. Merve'yle dün gece konuştuğunda, partiye gelmesi için o da ikna edememişti Burak gibi onu. Diğer kuzenlerini sevmiyordu sevgilisinin. O hepten Zengin soy isimlileri sevmiyordu. Kesin anladı bunu şu anda.
Merve'nin miras için rastgele birini koluna takıp onunla birlikte dedesinin evine sürüklemesine hala anlam veremezken Burak da aynısını yapıyordu. Onun davası biraz daha dedesine minnet ve kazanacağı saygı üstüne olsa bile, Hülya için erdemli değildi. Sahte evlilik adı üstünde sahte bir evlilikti.
Burak'la bu çirkef kız için daha fazla takışmamaya karar verdi. Nefesini topladı. Rol yapmak onun işiydi. Hem Burak tamamen onundu. Çoğu gece onda kalacaktı, onunla yatacaktı ve kadının da korumacı davranmaktan çekinmediği erkek arkadaşı vardı. Sevgilisi her kimse eğer, onunla evliyken birlikte olacağını bilmek içini serinletirdi biraz. Hazır üçü bir aradayken şartları kendi kulaklarıyla duymalıydı.
"Haklısın tatlım. Özür dilerim. Hadi çay içip şartları konuşalım."
Burak hızlı değişimin ardına düşmedi. Kadın beyni gibi çalışmayan erkek beyni kadınların ağzından çıkanı aynen algılarken Duygu için bu değişimin altındaki nedenler gerçek anlamından fersahlarca uzaktı. Hülya'yı sevmedi. Arkadaş olmayacaklardı tabii; ama düşman olmak da işine gelmezdi ve bu kadından, kendisine düşman olacak sinyaller alıyordu.
Havaya bıraktığı, kim isterse üstüne alınsın özrünü hiç beğenmeyen Duygu, yerinden kımıldamadı. Kapı önü dedikoducusu gibi kapı önü donucusu olmuştu. Burak, Hülya onun saçlarını çekmesin diye araya girdiğinden arkası ona dönükken o gidince yüzünü döndürdü ona.
"Hadi Duygu. Bir an önce halledelim şu işi."
"Madem bir kız arkadaşın var, niye onunla evlenmiyorsun? Bana bir kadın lazım diye ortalıkta dolaşacağına şimdi önünde diz çöküp evlenme teklif etmen yeterli."
"Sen küçük aklını benim kız arkadaşımla ne zaman evleneceğime yoracağına, kendi sevgilini hangi çabuklukta içeriden çıkaracağıma odaklan istersen. Dersen ki, benim acelem yok, benim hiç olmaz."
"Öyle gıcıksın ki, sürekli bununla tehdit ediyorsun beni. Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Ben burada durmuş sana ve şartlarına bol keseden evet diyorum da, Cihan hayır dediği an bir bokun olmam senin. Bence sen ayağını denk al. Benim sana mecbur olduğumdan daha fazla sen bana muhtaçsın gibi hissetmeye başladım ve bu hisler hoşuma gitmeye başladı. Benim de şartlarım olacak."
Tam onu geçip mutfağa geçecek olan Duygu'yu kolundan yakaladı Burak. Hissettiklerinin doğruluğunu yüksek sesle onaylayamazdı tabii; ama hafife alınmayacağını, Duygu maç bitti demeden maçın sona ermeyeceğini göstermiş oldu ona. Ne var ki; bunu bilmemesi, umut etmemesi, Burak'tan taleplerinin minimum düzeyde kalması gerekiyordu.
"Senin şartın Cihan'ın hapisten çıkması değil miydi?"
"İlki ve bir tanesi o, evet."
Duygu da, başlarında Hikmet gibi bir bela olduğunu belli edemezdi bu adama. Kuyruğu dik tutma çabalarına rağmen, eğer Burak kuş gibi atan kalbini fark ederse, gireceği altın kafeste nefes almayı bile unutacağından korkuyordu. Bu villa son işleri olacaktı güya ve şimdi avantacı armut gibi bir belayı başlarına sarma olasılığı baş göstermişti. Cihan'ın nezarette kalma süresi uzadıkça, Hikmet'in kesik kulaklarına kuşların haber uçurması için o kadar uzun zamanı olurdu.
Şartlarını söylemek için daha vurulmadan önce kendi elleriyle evdeki değerli eşyaları onlara vereceğini söylemişti neticede. Madem iş yapıyordu beyefendi, Duygu da iş kadını olur, hakkını söke söke alırdı. Burak'ın dediklerini farklı eylemlerle yapmak yerine, adamın kendi isteklerine, gönülden razı hissederek karşılık vermesini sağlamalıydı.
Gerçi bu gerginlikle nasıl olacaktı, kestiremiyordu.
"Şansını zorlama kıvırcık. Sana sunulanla yetinmezsen, o sunulanı da bulamazsın."
"Bırak kolumu. Bana dokunmanı istemiyorum. Bu da diğer şartlarımın ilkiydi. Ayrıca dönüp dolaşıp başa getireceksen mevzuyu, Cihan benim için güle oynaya hapis yatar. Kapıda iki polisin arasında gördüğün kişi var ya hani, senin beni bırakıp gittiğinden emin olduğun; ama beni arkasında bırakmayan adam gibi adam, hah işte o, Cihan. Cihan Kalender. Benim erkek arkadaşım işte o."
Ültimatomunda çok ileri gitmediğini umdu Duygu. Nitekim Burak'ın tek dudağı yukarı kıvrılmıştı. Onu küçümsüyor muydu yoksa ettiği aşırı doz etkili tehdidine karşılık kendisi gibi kuyruğu dik tutmaya mı çalışıyordu, anlayamadı o konuşana kadar.
"Para istiyorsun sen. Merak etme, yapacağınız soygunda kaldıracağınız meblağ kadar olmasa da belli bir ücret olacak elbette. Size ödeme yapacağım. Yalnız bir şeyi hatırlatmama müsaade et. Et ki, beni bir daha böyle boyundan büyük sözlerle tehdit etmeyi düşündüğünde kendimi tekrar etmek zorunda kalmamayım. Müsaade var mı hanımefendi?"
"Ne söyleyeceksen söyle. Müsaade senin Burak Efendi. Senden korktuğumu falan sanıyorsun sen galiba; ama varsayımlarının tutmadığı her seferinde sen de benim Duygu Çetin olduğumu unutma."
"Ya tutarsa... Şöyle ki, polisler benim cam battı yalanıma inandığına göre, seni bırakmayan cengâver, cesur yürek; ama kıt akıllı sevgilin beni vurduğu, üstünden çıkmayan tabancayı, benim bahçemde bir yere fırlatmış olmalı. Emin ol, onu ilk bulan ben olacağım. Vurulduğum kurşunla tam eşleşme sana ne çağrıştırıyor? Şşş şşş. Zahmet etme, ben söyleyeyim. Elveda özgürlük... Merhaba mahkûm Cihan."
Tam konuşacakken onu iki parmağıyla susturan Burak'ın parmakları hala dudaklarının üstünde, yutkundu Duygu. Alt dudağını ısırırken kolunu bıraktı adam. Zafer kazanmış, omuzlara alınmış hali geçti kadının gözlerinin önünden. Yüzündeki ifade öyleydi en azından. Fark atmıştı en yakın rakibine ki, zaten Duygu rakibi olamayacak kadar gerilemişti. Tabanca, kurşun, Cihan üçlüsü elini kolunu sürekli bağlayacaktı bu adam karşısında.
"Güzel. Şimdiden anlaşmaya başladık seninle kıvırcık. Bu arada, Hülya ne soygunu ne vurulmayı bilecek. Yaralı olduğum konusunu es geç bu yüzden. Nasıl tanıştık, nasıl karar verdik senaryo bende. Sen sadece arabalardaki kafa sallayan süs köpeği gibi onayla beni, anladın mı?"
Köpeğe kadar iyiydi aslında.
Alınmadı Duygu. Bu hıyara alınmaya başlarsa katil olurdu. Derin nefeslerle o süs köpeği gibi kafa sallamadı; ama mutfağa doğru yöneldi. Çoktan mutfağa gidip kendine çay dolduran Hülya, bu kez Duygu'nun eski yeri yerine yeni yerine oturmuştu. Duygu çayını tazeleyip eski yerine geçince oturum açıldı. Hülya'nın Burak'tan fazla konuşması canını sıkmaya başladığında içinden geçen küfürleri Burak yerine ona kanalize etmişti. Burak'a öğrendiği gerçekten sonra, ağız tadıyla küfür de edemiyordu zaten.
Sonra içini susturdu birden. Öğrenmesi gereken bir şey vardı. Lanet etti içindeki çaresizlik hissinin ölene kadar ruhunun derinliklerinden çıkmayacak olmasına.
"Hülya senin annen ve baban sağ mı?"
Şartları kendi isteklerine göre sıraladığı konuşmasının en can alıcı yerinde Duygu tarafından susturulan Hülya'nın, Burak'a öyle bir kafa çevirişi vardı ki, akıl hastanesinden kaçtığına Duygu kendisi bile inanırdı. Öyle bir bakıştı yani. Bu kız deli der gibi bakıyordu.
"Ne alakası var ya şimdi benim anne ve babamın bu saçma salak evlilikle ve sana saydığım şartlarla?"
"Ne alakası olduğunu bir bilsen! Sağlar mı değiller mi?"
"İkisi de sağ."
"Oh! Çok şükür. Allah uzun ömür versin. Devam et tatlım. Ben dinliyorum seni."
Yüzüne büyük bir gülümseme yerleştiren Duygu Burak'tan tarafa biraz bakmış olsa, onun gülmek için bile değil, hönkürmemek için elini ağzının burnunun üstüne kapattığını anlayabilirdi belki. Bakmadı. Hülya'yı dinledi. Çok mutluydu. Ağzından çıkamayan her bir küfür, içinde bir damarından diğer damarına, bir lenfinden diğer lenfine saltolar atıyor, aklına gelen gelmeyen daha pek çok sisteminin her bir parçası, Rio karnavalına en önden katılmış hissi oluşturuyordu Duygu'da.
"Anlayacağın tatlım, Bilmem ne Özcanlar yerine Duygu Özcanlar olacaksın işte geçici bir süre. Ne kadar kısa olursa o kadar iyi tabii. Ekrem Beyin ömrü bakalım..."
"Hülya, tatlım teşekkür ederim. Benim yerime senin dilinde tüy bitti, yoruldun. Biz para konusunu konuşurken sen benim odamda dinlen istersen."
Nefret ederdi zaten mali konulardan. Kıza verilecek parada da mirasta da gözü yoktu. Duygu her dediği şartı, gülerek kabul etmişti. Akıllı kızdı, doğrusu. Erkek arkadaşı olması, onu savunması ayriyeten puan hanesine artı olarak yazılmıştı. Burak çöpsüz üzüm bulsa bu kadar gözü arkada kalmazdı. Sevgilisi ve paraya ihtiyacı olan kadından daha iyisi Şam'da kayısıydı.
Üstelik o da sevgilisiyle olan, her nasıl bir ilişkisi varsa artık, kaldığı yerden devam edecekti. Üstüne bir de, kısa süreliğine Özcanlar olmanın ayrıcalığını yaşayacak, Burak'ın vermeyi düşündüğü parayı alacak, sonra da hayatlarından def olup gidecekti. Burak da dedesine olan minnet borcunu ödediği için, vicdan yükü olmadan Hülya'ya kalacaktı.
"Uzun sürmesin Burak. Tamam, işte konuştuk her şeyi. Ne istiyorsa ver. Gitsin evine."
"Ne istiyorsa? Öyle yaparım Hülya. Hadi çık sen."
Hülya'nın yukarı çıktığından emin olan Burak mutfağa döndü. Hastaneden geldiklerinden beri üç saatten fazla zaman geçmişti ve geçen üç saatte Cihan için hiçbir şey yapılmamıştı. Her şeye kafa sallamıştı işte Duygu sallanan başlı süs köpeği gibi. Ortalığı toparladığını gören Burak ne yaptığını sorduğunda şaşırdı bu yüzden.
"Gece yarısı mı gideceğiz karakola? Bir an önce gidelim de şikâyetini geri çek."
"Hülya buradayken gidemem."
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bakkala gidiyorum de, cumaya gidiyorum de, hamama gidiyorum de. Ne dersen de, bana ne? Cihan bugün çıkacak oradan Burak."
"Yoksa?"
Yoksa küfür tabii. Ne yoksa?
"Hani iş yapıyorduk? Hani almadan vermek Allah'a mahsustu? Şimdi her şeyi alan sen olmadın mı? Şartlarını sorgusuz sualsiz kabul ettim. İki saat sonra ifade vermeye giderim dedin hastaneden çıkınca, üç saati geçti sen burada oturup elli bardak çay içerken. Kız arkadaşından sağlı sollu hakaret işittim. Şartları konuşacağız dedin, senin adına avukatın konuştu. Sesimi yine çıkarmadım. Daha ne yapmalıyım?"
"Geleceğini bilmiyordum. Onun benim yerime konuşmasından rahatsız mı oldun?"
"Hiç de olmadım. İçimin yağları eridi her kelimesiyle. Konuşan sen olsaydın şişip patlardım."
Burak bu yağ erimesi ve şişip patlama hallerinin sebebini gayet iyi biliyordu. Sırıtmaya başladı.
"Ben konuşsaydım küfür mü diyebilecektin sadece?"
"Ha şunu bileydin. Lütfen Burak. Rica ediyorum, hatta yalvarıyorum. Elinde pek çok koz var bizi süründürecek. Salak değilim senin aksine, farkındayım her şeyin. Haksızsın diyemiyorum. Vurulman... Soygunun seyrini değiştirdi. Yine de, madem iki tarafın çıkarını gözetecek bir anlaşma yaptık, üstüne düşeni yap. Söz veriyorum, Ekrem dedem hiç anlamayacak benim sahte gelin olduğumu."
"Ben niye salak oldum şimdi?"
Upps. Onca laftan buna mı takıldın sen? Hala arı kovanına denk gelemedim mi ben?
"Kız arkadaşını evliliğe ikna edemediğin için, niye olacak?"
İkna etmeye çalışmamıştı ki. Çalışsaydı olur muydu acaba? Dahası kendisi de evlenmeyi düşünmüyordu ne Hülya'yla ne hiç tanımadığı Duygu'yla. Evlilik tabuda aranan kelimeydi onlar için. Gelin, damat, düğün, takı töreni, balayı da kullanılmaması gerekenlerdi. Tüm bunlar Burak'ı salak yapar mıydı?
"Kendi aklındaki salak kriterlerine uygun olsam da, bunu sesli dile getirme bir daha Duygu. Şimdi, kaç para istiyorsun?"
"Buna Cihan'la karar vermek istiyorum. O, bugün o karakoldan elini kolunu sallayarak çıkıp serbest kalınca."
"Peki, her şey konuşuldu. Sen şartları sorgusuz sualsiz kabul ettin. Ben şimdi gidip onun hakkında olumlu ifade vermeliyim değil mi?"
Yüzü aydınlanan Duygu başını, kursağında kalacağını bilmediği hevesle aşağı yukarı salladı.
"Cihan Kalender, beni vuran adam serbest kaldıktan sonra senin kabul ettiğin şartları aynı olgunlukla karşılamazsa ne olacak peki? Benim kazancım ne? Senin tabirinle kendi adıma gözetilen bir çıkar göremiyorum."
"Ben ikna ederim onu. Bana çok kızsa da dinleyecektir beni."
"Güzel. Önce kendini dinlet. İkna olsun. Sonra ifade veririm."
"Ben ailesi değilim ki, nasıl görüşeceğim onunla karakolda? Konuşturmayı bırak görüştürmezler bile  beni onunla."
"İyi ya, ikna etmeye polislerden başlarsın, pratik olur senin için. Ben Hülya'ya cumaya gittiğimi söyleyeyim müsaadenle. Senin villadan alacak bir şeyin yoksa çıkıyoruz iki dakikaya."
Ayaklanan Burak ile birlikte mutfak kapısından onları dinleyen Hülya da eline aldığı topuklu ayakkabılarıyla hızlı adımlarla geri çıktı Burak'ın odasına. O, sadece bu kızın kendini kaç paraya sattığını öğrenmek istemişti.
Öğrendiği çok başka şeyler olmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder