9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 6. BÖLÜM

"Nerede benim telefonum? Ambulansı aramam gerek. Tahminimden de hızlı yayılmış enfeksiyon. Sayıklıyorsun. Ateşine bakayım."
Elini uzattığında Burak izin vermedi dokunmasına. Kadın iyiydi hoştu da geç anlıyordu biraz sanki. O vuruldu diye dönmüştü; ama dinlemiyordu bu sefer. Üstelik yakın dönem  hafızası da oldukça nanaydı. Burak telefonu elinden çekip fırlatmıştı bir yere, kim bilir neredeydi, kırılmıştı belki.
"Biraz odaklanır mısın? Şartım bu. İkinizden şikayetçi olmayacaksam benimle evlenmeyi kabul etmelisin."
Duygu Cihan'ın yüzüne kapıyı kapattığı için iç hesaplaşmasını bitirememişti hala. Polisler evin etrafında konuşlanmaya başlamış olmalılardı. Madem onu dışarıda bırakmıştı, bari bir işe yarasın diye adama yardım için cebelleşiyorken saçmalıklara ayıracak bir saniye vakti yoktu.
"Sen ne dediğinin farkında mısın? Daha on beş dakika önce kız arkadaşın bile olamıyordum, ne çabuk terfi ettim?"
Laf mı çarptı şimdi bu?
Geç anladığı falan yoktu. Hafıza da zehir gibiydi, maşallah. Söylediklerini unutmamıştı işte. İşine gelmiyordu sadece. İşine gelmeyeni önüne getirmekten usanmazdı Burak o zaman.
"Ne o alındın mı?"
Etrafına bakınan Duygu başka telaş içindeydi. Alınacak vakti yoktu. Ekranı kırılınca kapanan telefonunu gördü o anda. İpek eldivenini çıkartıp eline aldı, ama iflah olmazdı cihaz.
"Of! Benimkini yere fırlattın sen. Kırılmış işte."
"Yenisini çalarsın, sorun mu senin için? Üzüldüğünü söyleme sakın."
 "Telefonunu çalabileceğim en yakın kişi sensin. Şarjı var mı seninkinin? Aramak için şarj lazım."
Burak baktı telefonuna. %2 vardı. Ambulansı arayamadan kapanırdı.
"Önceliğin ben miyim şimdi? Sevgilinin, elinde beni vurduğu tabancayla polis tarafından yakalanmış olması muhtemel. Sen hala ambulans diyorsun."
Yakalanmamıştır ki.
Kaçmıştır ki.
Ona git demişti neticede. Burak da kurşun bedeninden çıkartıldığında daha makul olan şartını dile getirme zahmetine katlanırdı galiba. O zaman da şikayet mikayet kalmazdı ortada. Cihan ve Duygu özgür olurlardı yine.
"Cihan bugüne kadar hiç enselenmedi polise. Başının çaresine bakar o."
"Sen peki? Daha önce hiç ev sahibi tarafından yakalanmış mıydın? Yanında sen olunca gitmesi kolay. Şimdi sen yoksun ve eğer gittiyse bu hapse girmekten daha acı olmalı bence senin için. Sevgilin seni bırakmış oluyor hanımefendi."
Basılmamıştı, evet. Her defasında her eve birlikte girip, çıkmışlardı. Birlikte sevinmişler, Hikmet'e verecekleri pay için yine birlikte küfür etmişlerdi ona ana avrat, dümdüz.
Gittiyse bırakmış olmazdı ki.
Akıllılık edip Duygu'yu dinlemiş olurdu. Kendini tekrar ettiğinin farkındaydı; ama eğer yakalanırsa onu kurtarma şansı kalmazdı, ama kaçmışsa ne olursa olsun kendisini almaya gelirdi. İçi rahatladı Duygu'nun. Cihan onu asla bilerek terk etmezdi. Sabahtan beri ikna yetenekleri sınır tanımıyordu. Şimdiye dek ikna ettiği tek kişi, hep kendisi olsa da, bir çılgınlık yapıp Burak'a kendini dinletebilirdi belki.
"Ben de gitseydim sen ne bok yiyecektin acaba şarjı bitmiş telefonla? Kaldım, yardım etmek istiyorum; ama nedense hiç vurulmamış gibi işi yokuşa sürüyorsun."
"Ölürdüm, siz de yakalanmamış olurdunuz, ne hoş değil mi?"
"Şanslı günündesin, ölmeyeceksin."
İşte bu doğruydu. Ölmezdi bu yarayla ve kesinlike şanslıydı. Anlamamış olsa bile, öğrenecekti nasılsa ne kadar şanslı olduğunu.
"Boş yapma. Teklifime cevabın ne?"
Kan akışı yavaşlamıştı. Sevindi Duygu. Yine de bir an önce hastane için yola çıkılmalıydı.
Burak sorduğu soruya cevap alamadan kapı vurulmaya başladı. Duygu yerinden sıçradı. Tam ayaklanacakken Burak bileğinden yakalayıp kendine çekti onu. Duygu titremeye başladı. Gözyaşlarının ne zaman yuvalarından yuvarlanıp Burak'ın yakaladığı bileğine damlamaya başladığını hiç anlamadı.
"Kiler camından kaç istersen. Gerçi orada da polis vardır. Ama bana sorarsan kapıyı aç. Cevap vereceğin yok senin. En azından sevgilin bir ihtimal kaçmadıysa, onu karşında görürsen sevinirsin belki. Hapse girecek olsa da seni bırakmadığı için teselli olursun. Belki aynı araçta götürürler sizi hapse."
Nereden vurursa kanatacağını öyle iyi biliyordu ki. Kevgire dönmüştü, kan akıyordu her bir deliğinden sanki.
"Niye evlenmek istiyorsun benimle? Evini soymaya girdim, hiç mantıklı değil şartın. Üstelik yoldan döndün hırsız olduğumu anlayınca. Aklında olan bir şey değilmiş ki."
"Ooo, öyle bir aklımdaydı ki. Mantığını açıklayacağım, dert etme. Yalnız daha ne olduğunu bilmeden, ne istersem yapacaktın. Ne değişti?"
Duygu yanlış duydum herhalde diye kendini telkin edecekti halbuki, ne kadar meyilliydi buna. Adamın evlilik teklifini yinelemesi gerçekliğinin beyin bariyerlerinden yavaşça süzülmesiyle son buldu.
Şartı buydu.
Mantığı var diyorsa vardı mutlaka. Anlaşmalı olduğundan şüphesi yoktu. Soyadı bile Zengin olan bir dedenin torunu, hiç tanımadığı, hırsız olduğu ve sevgilisi olduğu kesin olan bir kadınla dillere destan, Küçük Su Kasrı'nda düğün yapacak değildi ya.
Sadece kararsızdı. Burak'ın yanına dönerek Cihan'ı ezip geçmişti, bir de şartını dinlemek istememesine rağmen o şartı kabul ederse araları nasıl olurdu düşünmeden edemedi.
"Polis, açın kapıyı."
"Burak, evlilik çok saçma. Başka bir şey iste. Bu kez ne istersen yaparım, yemin ederim."
"Başka bir şey istemiyorum. Benim bir evleneceğim bir kadına ihtiyacım var en başta da söylediğim gibi."
Duygu ayaklandı. Burak Efendi'nin fikri değişecek gibi değildi. Kapıyı açmakla kaçmak arasında kalsa da, Cihan'ın gitmemiş olma ihtimalini göz ardı edemedi. Ayakları kapıya kadar olan on adımlık mesafeyi ağır ağır kapatırken polislere kapıyı ne sıfatla açacağını bile bilmiyordu.
"Hey!"
Burak'a döndü Duygu o seslenince.
"Kapıyı açtığında karşında göreceğin her kim olursa olsun, ona seslenme biçiminden teklifime verdiğin cevabı anlayacağım. Beni anladın mı? Şartımı kabul edip etmediğini belirtecek olan evet ya da hayır demeyi bir türlü beceremedin çünkü."
Anlamıştı. İlk defa bir şeyi bu kadar anlamamak istemişti; ama kahretsin ki, beyin gelişimini ilk yıllarda çok iyi tamamlamış olmalıydı. Netti Burak'ın uyarısı. İlk kez çıplak ellerle, hırsızlık yaptığı bir villanın kapı koluna uzanıyordu. Eli kapının kolundayken bir kez daha vuruldu kapı. Duygu arkasını dönmeden Burak'a hitaben konuştu, sonra kapıyı açtı.
"Benim adım Duygu. Hey değil." 
Arkasını dönmediği için de Burak'ın yüzüne yayılan zafer sırıtışını görmesi mümkün olmadı.
Açılan kapıyla birlikte iki polisin kolları arasındaki Cihan'ın boynuna sarılmamak için zor tuttu kendisini. Zaten ağlamaktan şişmiş gözlerini kırpıştırmaktan karşısındakilerin yüzlerini seçmek bile zorken yanlış kişiye sarılacak olma riskini göze alamadı. Gitmemesine sevinse mi, tenhada kıstırıp kaçmadığı için sert karnını yumruklasa mı sonra karar verecekti.
"Buyrun memur bey." dedi.
"Bu ev için hırsızlık ihbarı aldık. Bahçede isminin Cihan Kalender olduğunu öğrendiğimiz bu şahsı yakaladık. Ekrem Zengin'in mülkü, değil mi?"
"Evet, dedemin villası memur bey. İhbarı ben yaptım."
Burak ayaklanmış ve havlu bastırılmış yaralı omzunu tutarak Duygu'nun yanına gelmişti. Sol elini onun beline atarak kızın yerinden sıçramasına neden oldu. Kendisine öldürecek gibi bakan Cihan'dan hiç etkilenmedi. İki polis Cihan'ı tutmak için kafi değildi, Duygu biliyordu; ama içinden bir delilik yapmaması için dua etmekten alıkoyamadı kendini. Gerçi kudursa da yapmazdı. Duygu da biliyordu ki, Burak şu an kararını değiştirse bile Cihan, Duygu diyerek onun işin içinde olduğunu belli etmezdi.
"Siz vuruldunuz mu? Bu adam mı sizi yaralayan ve hırsızlık yapmaya kalkan kişi? Yüzünü gördünüz mü?"
Burak Duygu'ya, Duygu Cihan'a baktı saatler süren beş saniye boyunca. Burak inatla ona yüzünü dönmeyen kızı belinden kendine çekti biraz daha. Şakağına bir öpücük kondururken laf dokundurmayı ihmal etmedi sessizce. Emin olmak istiyordu.
O evet'i alacaktı.
"Evet mi?"
Özgürlük.
Ayrı hapislerde Cihan'la mı?
Dışarıda Cihan'dan ayrı mı?
Hayır.
Bu düpedüz çaresizlikti. Duygu yine çaresizdi. Yedi yıl kadar önce Cihan'a çaresizlikten uzattığı elini, bu kez de çaresizliğin farklı çeşidiyle Burak'a uzatabilir miydi? Bir fark daha vardı. Cihan yıllardır ondan hiçbir şey talep etmezken bu adam, nikahına almak istiyordu.
Yapması gereken seçim basitti. Ya yıllar boyu sürecek hapishane, ya zenginlik içinde ev hapsi.
Seçim basit, seçmek zordu.
Duygu için özgürlük tanımadığı bir adamın boyunduruğuna girmek olabilir miydi?
Olmalıydı. Olacaktı. Başka çaresi yoktu. Başı oynadı adamın dudakları arasında. Aşağı yukarı... Burak polislere döndü yüzünü. Duygu'nun narin bedenini iyice yapıştırdı kendine. İstese bile kendini kurtaracak durumda değildi. 
"Cihan Kalender miymiş adı? Evet. Hırsızlık için evime giren ve az önce kaçmaya çalışan kişi bu adam. Ama beni o vurmadı. Biz kız arkadaşımla film izlerken kavgaya tutuştuk. Cam battı omzuma."
Duygu kendini çekmek istese de çekemedi hışımla ona bakarken. Piç herif, sözünü tutmamıştı işte. Vurulduğunu değil; ama hırsızlık yaptığını söylemişti. Hiçbir güç onu burada tutamazdı artık.
"Yalan söylüyor. Ben..."
"Evet, ben girdim. İtiraf ediyorum. Tek başıma."
"Aynen. Sadece onu gördük, değil mi Duygu? Biz de tam hastaneye gidiyorduk. Siz gerekeni yapın memur bey. Bizlik bir şey varsa tedaviden sonra yardımcı olmak isteriz kız arkadaşımla. Hadi Duygu. Volvo'ya atlayıp gidelim hastaneye bir an önce. Benim kamyoneti bırakalım burada."
Volvo tınısını sevmedi Duygu; çalıntı olduklarını anlamıştı öküz. İkisinin cinsini de bastıra bastıra söylemişti. Burak'ın elindeki küçük bir cihazla demir kapının sistemini etkisiz hale getirmesiyle büyük demir kapı yana doğru kaymaya başladı. Cihan'ı polis arabasına binidirirlerken Duygu arabanın anahtarını eline almıştı. Bir kez daha Cihan'ı ezmek istemedi. Tek başına olduğunu söylemişti polislere. Duygu kendini öne atarsa çok daha fazla sinirleneceğinden şüphesi yoktu. Gözünü ondan alamamıştı Cihan'ın aksine. Cihan ise, ona hiç bakmamıştı.
Deli gibi akan gözyaşlarıyla şoför tarafına geçip arabayı çalıştırdı. Öne geçen Burak'ın kapıyı kapatmasıyla ona doğru döndü ve yaralı omzuna vurmaya başladı. Burak sıkılı dişler arasından sadece inlerken Duygu sessizlik konusunda onunla aynı fikirde değildi.
"Şerefsiz. Aşağılık adam. Söz vermiştin şikayetçi olmayacağına. Götürdüler işte. Hem de itiraf etti suçunu. Keşke geberseydin. Geri döndüğüm o an, ayaklarım kırılsaydı da kalsaydım yerimde. Ne bok yersen yeseydin. Onun bunun çocuğu."
"Yeter Duygu. Annem babam öldü benim. Küfürlerini sadece çocuk kısmıyla sınırla."
Duygu ara vermediği ağlama nöbetine öfke patlaması yaşarken de devam etmiş ve vurmayı bıraktığında ellerini yüzüne kapatarak sarsılmaya başlamıştı. Annesi babası olmadığı için küfür de edemeyecekti şimdi bu piçe.
Tövbe tövbe.
"Niye söyledin. Bu yaptığın şerefsizlik. Evet dedim sana. Şartını, evlenmeyi, başka her ne mantıksız bok isteğin varsa kabul etmiştim. Niye ya, niye?"
"Şerefsizlik değil yaptığım. Yapmaya alışık olduğum iş sadece. Karşılığını almadan vermek Allah'a mahsus sadece. Bilmem farkında mısın?"
"Ne karşılığı bu? Benim anladığım anlaşmalı bir evlilikti. Ben hırsız sen zenginken başka türlüsü aklıma gelmedi. Senin aklından geçenle benim aklımdan geçen arasında bir farklılık varsa eğer, kendi aklımdan geçenler geçerli olur. Yoksa şimdi karakola gider teslim ederim kendimi Cihan yerine. O da seni bir güzel gebertir, adam akıllı bir suçtan yatar paşalar gibi."
Hem bağıra bağıra hem direksiyona yumruk geçirerek konuşan Duygu lafı bitince döndü Burak'a. Omzunda kuruyan kanlar yerini ıslak olanlara bırakırken aklı biraz selimledi. Çevirdi kontağı.
Gözü karaydı bu kızın. Burak bir kereye mahsus alttan alacaktı. Ürkütüp kaçırmadan kendi çıkarını gözetecekti.
"Beni, senin sevgilinin vurduğunu söylemedim Duygu. Bununla yetin şimdilik. Eğer söyleseydim, yağmanın aksi bile olsa derdini anlatana kadar tutuklu yargılanırdı. Elbette çaldığı bir şey olmadığı anlaşılınca serbest kalırdı; ama zaten bu kez de kasten adam yaralama suçu olurdu ki, bahsini ettiği nefsi müdaafa söz konusu olamazdı. Bende silah yoktu, nasıl nefsi müdaafa olsun?"
"Niye hırsızın o olduğunu söyledin? Onu da demeseydin? Görmedim niye demedin?"
"Dediğim gibi iş yapıyorum ben. Sen teklifimi kabul ettin; ama şartları konuşmadık. Şartlarda anlaşana kadar sevgilin biraz nezarette kalacak. Sen de benim iyileşmem için dua edeceksin."
Patla. Amin.
Navigasyona en yakın hastane diye girince, oraya varana kadar bir daha ağzını açmadı. Burak dua ettiğini düşünedursun onun aklı Cihan'daydı.
Siciline işler miydi bu durum? Hikmet'in haberi olur muydu?
Cihan'dan başka biriyle evlenecek olması başlı başına bir komediyken Duygu'nun içinden nedense sadece ağlamak geliyordu.
Beş altı kilometre gittikten sonra ilk konuşan Burak oldu.
"Gir buradan."
"Navigasyon öyle demiyor."
"Ben öyle diyorum, girsene buradan. Kestirme bu yol. Kırk yedi numarayı nasıl da kolay bulduğunu hatırla bana inanmıyorsan."
Duygu adamın sesinin kesilmesi için uzatmadı. Dediğini yaptı. Yol biraz bozuktu; ama gidecekleri fazladan dört kilometre olmayınca daha çabuk gelmişlerdi. Arabayı park ederken saat çarptı gözüne. On bile değildi.
Villa'nın önüne gelip de kiler camından girdiği an ile Cihan'ın büyük talihsizlikle vurduğu Burak'ı hastaneye getirip kontağı kapattığı an arasında yarım saat olması şakanın içindeki tüm harfleri boğma isteğiyle doldurdu Duygu'nun içini.
İkisi de arabadan inince acil girişine yöneldiler. Küçük bir yerleşim yeri olmasından yararlanarak hemen hemen boş olan hastanede müşaade altına alındı Burak. Duygu vicdan azabını bastırmaya çalışsa da sığmıyordu içine. Kendisi yüzünden vurmuştu Cihan onu. Onun saçını çekti diye. Çektiği de kendi saçı olsa gam yemeyecekti.
"Siz perdenin dışında kalın hanımefendi."
"Ama..."
Ne diyecekti ki?
Ben kız arkadaşıyım mı?
Siz kurşunu çıkarırken sevgilimin elini tutmak istiyorum mu?
Diyecek hiçbir şeyi yoktu akacak gözyaşlarının aksine. Onlar hep vardı son yarım saattir. Göremiyor olsa da içerideki işlemin sancılı sürecini az çok tahmin edebiliyordu. Dahası çıkan seslerden dolayı yeni bir çaresizlikle doluyordu. Bir onu bir anlaşmayı düşünüyordu şimdi.
Anlaşma şartları neydi ki, Cihan'ı kontrol altında tutmak için gayret göstermişti Burak Efendi?
Şimdi yine Burak'a geçti.
Tişörtün kesilmesi, Burak'ın inlemesi, yaranın temizlenmesi, Burak'ın derin nefesleri, kesilen bandajlar, baticon kokusu, flasterin yırtılma sesi, Burak'ın oflaması... Ve...
Cımbızla çıkartılan kurşunun metal kapta yankılanan tiz sesi...
Hepsi Duygu perdenin dışındayken eziyetti. Yine de hiçbiri Burak'a duyduğu acımanın ötesine geçemedi. Yerinde olmak istemezdi. Vurulmasını da istemezdi. Fevri davranmıştı Cihan ve şimdi ikisi de kendi lastik değiştirme sevdasının bedelini ödüyordu ayrı ayrı. Ayaklarını hızlı hızlı yere vurmaktan ökçeleri, tırnaklarını kemirmekten etleri acıdı. 
Burak omzundan vurulmuştu; ama en sonunda duyduğu sesle beyninden vurulan Duygu oldu.
"Kurşun adli vaka Burak Bey. Polise haber vermemiz gerekir."
Duygu az daha perdeyi çekip koparacaktı kornişten. Ne polisiydi yine bu? Burak bu konuda da yamuk yaparsa, katil olup Cihan'ın yüzüne nasıl bakması gerektiğini düşünen taraf Duygu olacaktı bu kez. Hiç şakası yoktu, bu defa tırnaklarıyla gözlerinden beynine kestirme yol açacaktı. Kemirmeyi kesti anında. Uzun lazımdı tırnakları Duygu'ya.
"Bakın, durumu adli vaka olmaktan çıkaralım. Çok rica ediyorum. Dedem kahrolur bunu öğrenirse. Aramızda halledelim."
"Burak Bey, Ekrem dedenin üzülmesini biz de istemeyiz; ama ciddi bir mesele. Sadece ifadenizi alırlar. Sizin bir suçunuz yok neticede, değil mi?"
Yoktu tabii. Tüm suç Duygu'daydı.
Çaresiz kalmışların onlardan daha çaresiz kalmışı... Bahtsız Duygu'ya yazın hepsini.
"Benimle gelen kadın, kız arkadaşım. Yakında evleneceğiz ve açıkçası ona hedef vurmayı öğretirken oldu. Kurşunun bittiğini sandım. Yanlış saymışım. Omzuma doğrultan, onu cesaretlendiren bendim. Delirdi o da zaten. Korkmasın daha fazla, Lütfen."
Hayaller, hayaller. Duygu'nun on saniye öncesine kadar ne hayal ettiğini bilse kendisi kaçacak delik arardı. Değil ki, korkan kız arkadaşını savunsun.
Hıyar.
"Hayırlı olsun Burak Bey. Bu seferlik farklı bir operasyon olarak girelim Ekrem Bey'in üzülmemesi için; ama dikkatli olacağınıza söz verirseniz. Silahlar oyuncak değiller neticede."
"Cam batmış gibi mesela. Ayrıca çok haklısınız. Gösterdiğiniz anlayış için ayrı duyarlılığınız için ayrı teşekkür ederim size. Bir daha elime almam, Duygu'ya da aldırmam."
Sosyal mesajına kuşlar sıçsın.
Perde açılır açılmaz Duygu ayaklandı. Bölgenin tanınan ve hatırı sayılır simalarından olmalarına sevinse mi üzülse mi bilemeden Burak'a baktı. Oyununa hastaneden çıkana dek katılmak zorundaydı.
"Nasılsın? Çok ağrın var mı?"
Onun bu kan bulaşmış saç baş, üst başıyla, gözlerinden akan yaşlarla akan makyajlı yüzüyle sevgilisi için endişelenen zavallı bir kadın olduğu kim baksa şüpheye yer bırakmazdı. En azından sevgilisine çok üzüldüğü doğruydu. Sonuçta kimse ondan isim istememişti.
Üst kısmı omzuna yapıştırılan bandaj dışında çıplak olan Burak gülümsedi ona. Hemşire gözlerini dikmiş, ikisinin ne zamandır birlikte olduklarını çok dikkatli bakarsa gün, ay, yıl cinsinden tayin edebilecekmiş gibi süzüyordu sırayla gençleri. Şimdi ağzından çıkacak olan yarım saat on yedi dakika otuz sekiz saniye tahminini bekledi Duygu. Onun yerine Burak konuştu.
"Üzülme artık sevgilim. Kazaydı. İyiyim merak etme. Bak bunu da boynuma kolye yapmayı düşünüyorum. Ne dersin? Bakıp birbirimize olan mecburiyetimizi hatırlarız. Benim unutmam mümkünsüz gerçi."
Duygu Burak'ın elindeki tanıdık; ama bu kez kanla kaplı kurşuna baktı. Cihan silahına bunları yerleştirirken Duygu her seferinde tedirgin olur ve odadan çıkardı. Sonra olası bir kazaya karşı acil müdahale için tekrar Cihan'ın yanında yerini alır ve adamı da güldürürdü. Şimdi kaza değil, kasıtlı şekilde ateşlenmişti silah ve Duygu Cihan yerine Burak'ın yanındaydı.
Burak'ın imaları dozunu aşarak almış başını giderken Duygu işin uzmanından bilgi almayı denedi. Hemşireye sorduğu nasıl kısmını kadın alayla gülümsedi. Sanki anlayacak gibi soruyorlardı. Yine de karşısında Ekrem Zengin'in müstakbel gelini dururken sabırla yanıtladı. Tabii basit bir şekilde.
"Kurşun uzak mesafeden saplandığı için hem derine saplanmamış hem de dokuyu parçalayarak dışarı çıkmamış. Çıkarmamız kolay oldu. Birkaç gün pansuman yapılıp yara yeri temiz tutulursa enfeksiyon kapmaz. Geçmiş olsun."
Çocuğa anlatır gibi hiçbir bilimsel terim kullanmadan anlatmasını takdirle karşılasa da Duygu kurşun yarasının hafife alındığını düşündü. Gerçi düşünen vicdanı da olabilirdi. Hem düşünüp hem de durmadan konuşmayı başarabilen yegane oluşumdu Duygu'nun vicdanı ne de olsa.
Çaresiz olun ve Duygu'nun vicdanına oynayın. 
"İyiymişim işte. Dikildin kaldın, hadi gidelim."
"Nereye?"
"Villaya dönelim. Bir zahmet yerdeki kanları temizle. Hem de konuşalım. Kıçınızı kurtardım malum."
"Kıçınızı derken... Cihan karakolda, kim bilir ne halde, ben sana mecbur. Kurtulan ne acaba? Bahsi geçen kıçların arasında benimki olmadığı kesin."
Hızla arabaya doğru yürümeye başladı Duygu. Biner binmez de karakola nasıl gidileceğine baktı. Kesilmiş, kanlı tişörtü omuzlarına asmış yanına oturan Burak, son model teknolojiye sahip, akıllı arabayı kullanan, cahilliğine hayret ettiği kıvırcık saçlı kadını izledi bir süre. Kontağı çalıştırıp gideceklerini sandığı karakola hareket etmeden önce bombayı patlattı.
"Şimdi karakola gidersek vuranın sevgilin olduğunu söylerim."
"Ne diyorsun sen be... Aaa! Küfür. Küfür. Küfür kere küfür."
"Küfür mü?"
"Evet, küfür. Rahmetli annen baban için sen kendin münasip olanı içinden seçersin diye geniş bir yelpaze sundum sana."
Kahkaha atan Burak, kızın sinirlerini bozmaktan başka bir halta yaramazken Duygu çoktan karakol yoluna sapmıştı. Küçük bir yerdi zaten. On dakikalık mesafe sonucunda karakolun önünde durdu. Emniyet kemerini çıkarırken Burak'ın elinde çevirdiği kurşuna dikti gözlerini. Burak istifini bozmadan onu izliyordu.
"Eve sür Duygu. Biz evlilik şartlarını konuşmadan çıkmayacak sevgilin buradan."
"Nasıl bir adamsın sen ya? Birinin muhtaçlığından yararlanarak ona eziyet çektirmekten sadistçe zevk mi alıyorsun?"
Burak'ın zevkleri çok başkaydı. Şimdi dile getirmesine gerek yoktu. Ayağına kadar gelen fırsatı kaçırırsa nasıl rahat uyurdu gece yatağında sonra?
"Siz peki hanımefendi? Boş evler de size göre soyulmaya mı muhtaç? Evlerine girdiklerinde alın teriyle kazandıklarını bıraktıkları yerlerde göremeyen insanların üzüntülerini, evinizde onların paralarını sayarken hayal ederek aldığınız zevki nasıl tanımlıyorsunuz? Sadistçe mi, şehvetlice mi? Ha?"
Duygu seçmemişti hırsız olmayı. Cihan eve kendisi yüzünden daha az yaralı gelsin, uzattığı eli tutan kız çocuğundan vazgeçmesin diye mecbur kalmıştı bu işi yapmaya. Son son diye çıktıkları bu işte başlarına hiç ummadıklarının geleceğini hesap etmiş olabilseydi, yıllar önce annesi ve babası üzerine ettiği yemini tutardı Duygu.
Eli hala emniyet kemerinde olan Duygu kapıyı açıp da gözü karalıkla inememişti arabadan. Gözyaşları pıt pıt bluzüne damlarken hayatını bu hale getirenlere bir kez daha bela okudu. Sonra tövbe etti. Sonra o tövbeyi tövbeledi. Artık hangisi kabul olursa olsundu. O kimdi ki, Allah'ın işine karışacaktı.
"Duygu bana bak." Baktı.
"Bu berbat halde, suçunu itiraf etmiş birinin yanına girmek istemen sadece seni de şüpheli yapar. Gidip adamın dudaklarına yapışacak gibi bir halin var. Villaya sür. İki saat sonra ben gelir ifade veririm. Çıkar sevgilin. Tabii..."
"Şartlarını sorgu sualsiz kabul edersem."
"Bingo, kıvırcık. Şartlarımı sorgusuz sualsiz kabul edersen."
Derin nefes alarak yerine taktı göğsünden bir türlü çekemediği kemeri Duygu. Villanın önüne geldiğinde Cihan geldi yine gözünün önüne. Ona gidelim diye yalvaran bakışları, konuşmaları...
Şimdiki aklı olsa...
Öncekiyle aynı olurdu. Bırakamazdı ki yaralı birini. Yardım etme fırsatı varken yardım edemediği herkes için suçluluk binerdi ruhuna.
Evin kapısından içeri girdiğinde bunun bir saat önceki yardım girişinden çok farklı olduğunu hissetti. O, bu tür yerlere ya kiler ya tuvalet camından girmeye alışkındı. İki ayağının üstünde girdiği az önceki villanın giriş kısmı ne önceki gibiydi ne çok farklıydı. Aynı şatafat şimdi Cihan yokken değersizleşmişti gözünde. Son son dedikleri kendi sonları olmuştu.
"Takip et beni, temizlik malzemelerini göstereyim. Yerlerini öğrenince de, işe koyulmadan önce bir çay koy. Temizlik bitince, içerken konuşuruz."
Duygu baktı kaldı. Hizmetçisi var sanıyordu karşısında galiba Burak Efendi. En çok da içinden geçen tüm küfürlere rağmen hem küfür edemeyecek olması hem de yine içinden ettiği tüm itirazları bir de dışından edemeyeceğinden Burak'ın her dediğini, seve seve ya da s ile başlayıp e ile biten arada ik olan, dört harfli ikileme olduğu belli olan eylemle yapacak olmasıydı.
Takip ettiği Burak banyoya girince gösterdiği yere baktı. Aldığı malzemeleri girişe taşıdı. Burak gözden kaybolunca yerini bildiği mutfağa gidip üç beş dolap karıştırdıktan sonra bulduğu malzemelerle çayı ocağa koydu. Çay demlenirken dün kendi evinde yaptığı temizliği buraya taşıdı. Yerde gördüğü her bir damla kan izini Burak'ın yüzünü tırmalar gibi kazıdı bezle. Defalarca üstünden geçtiği zemin aşınmaya mı başlamıştı ne?
"Magmaya kadar ineceksin galiba. Sildiğin yerlerde kot farkı oluşmuş."
"Çok komiksin."
Burak üstünü değiştirmiş, az önceki sefil halinden kurtulmuştu. Duygu ise külkedisinden hallice olmalıydı. Saçlarını süpürge etmişti resmen. Elindekileri banyoya götürüp kendini temizledi biraz. Mutfağa geçtiğinde Burak sandalyeye kurulmuştu bile.
"Benimki çok koyu olmasın. Şekersiz içerim. Kaşık koyma içine."
"Şartları konuşsaydık. Kaç para maaş vereceksiniz Burak Efendi? Sigorta yapacak mısınız?"
Yerli yersiz komik oluyordu bu kız da. Alınma seanslarından biri daha gerçekleştiğine göre asıl meseleye geçebilirlerdi. Neyse ki, soktuğu laflarla birlikte işini de yapıyordu. Çayın rengi harika görünüyordu. Renginden de mükemmel kokuyordu. Tadına diyecek bir şey bulamadı. Gözlerini kapattı. Enfesti.
Bir saat içinde soyulmanın eşiğinden dönüp vurulmuştu. Vurulmanın eşiğinden dönüp soyulsa daha mı iyi olurdu acaba?
Gözlerini açtığında Duygu ona bakıyordu. Konuşmasını beklediği açıktı. Ağzının tadıyla bir ince belli bardak çayı içemeyecekti anlaşılan.
"Elektrik ekiplerini de siz mi ayarladınız?"
"Meşhur şartlarınla alakası var mı bunun?"
"Yok. Merak ettim."
"Senin merakını gidermek için oturmuyorum karşında. Ne zırvalayacaksan bir an önce dökül, sonra git Cihan'ı çıkar oradan."
"Madem Cihan'ı çıkarıyorum, zırvalamama ne gerek var? Kulağa her şeyi kabul ediyorum demek gibi geliyor."
"Çok doğru geliyor kulağına. Zırvala ki, ne yapacağımı bileyim."
Burak da yorulmuştu. Çayından bir yudum daha alıp konuya girmeye karar verdi. Vurulmayan omzuna bağlı kolunu tam havaya kaldırmıştı ki, kapı çaldı yine. Duygu başını çevirse de kımıldamadı. Burak kaş göz edip açmasını belirtince elindeki bardağı sertçe vurdu masaya. Gözlerini devirip kapıya yöneldi.
Nasıl boştu bu ev. Gelenin gidenin haddi hesabı yoktu. Delikten baktı. Polis değildi. Zaten siniri tepesinden başka yerde ikamet etmezken "Ne var?" diyerek açtı kapıyı.
"Sen de kimsin? Burak burada mı?"
"Ben Duygu. Burak'ın kız arkadaşıyım. Asıl sen kimsin?"
"Ben Hülya. Burak'ın kız arkadaşıyım. Memnun oldum."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder