9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 11. BÖLÜM

Duygu, sinirle çıktığı otoparktan sonra ayağını gazdan yavaşça çekti. Altındaki arabanın hakkını hız sınırlarını geçerek veremezdi. Sakinleşerek keyfini çıkarmaya karar verdi. Diğer Porsche özel yapımdı, sahibini bekliyordu; ama Duygu biliyordu ki, bu da ondan aşağı kalır modelde bir araba değildi ve yazıcıdan çıktısını alarak fotoğraflarına bakmak dışında yan yana gelmesi mümkün değildi.
Ama...
Gelmişti. Kaderin ona oynadığı türlü türlü oyunlardan bir tanesi daha şu sıralar oynanırken zenginliğin içinde yaşayacağı esareti düşünmemeye çalıştı. Her şeyde serbestlik olması, Duygu için yeterli değildi. Ona göre içine düştüğü durum, tanımadığı birinin himayesi altına girmekti ki, evlilik olmadan bile Burak Özcanlar zor biriydi.
"İyi ki, en başından konuştuk şartları. İçim rahat. Ekrem dedem sen olmasan var ya, çoktan ayağımın altında paspas yapmıştım senin torununu."
Tam bir dinginlik için müzik sistemini açtı ve altında kayan yolların keyfini çıkardı evine giden kadar. Burak ise keyiften dört köşe olmaktan açık ara farkla öndeydi. Sinirden çoktan o dört köşeleri küplere çevirip üzerine binmişti. Arabayı duvara çarpmayı falan mı düşünüyordu? Atladı hemen kendi arabasına. Hızına bakılacak olursa yetişemeyeceği açıktı. Bir delilik yapmayacağını umarak kendi evine sürdü. Yolda Eylem'i aradı.
"Burki, bugün için çok teşekkürler. Kahvaltı harikaydı."
"Lafını etmeye değmez. Duygu'yla nasıl geçti?"
"Konuşmadınız mı? Ben de sen arayana kadar saçma sapan oyalanıyordum."
Al işte. Bir dokun bin ah işit saati geldi. Onun yanında anlatamadı demek ki.
"Hayırdır inşallah. Zorlandın mı onunla?"
Eylem hayatındaki en kolay alış verişi belki de Duygu'yla yapmıştı. Kendisine bile böyle kolay bulamıyordu bir araya getirmek istediği parçaları. Göğüsleri fazla büyüktü, beli inceydi ve belinden yontulan parçalar genetik bilimine küfretmedikçe rahata ermediği şekilde halaları gibi kalçalarında toplanmıştı bok varmış gibi. Duygu ise, idealdi her şeyiyle.
"Deli misin? Daha güzel geçemezdi. Dene diye verdiğim her şeyi itiraz etmeden denedi, ne denediyse uydu üstüne. Avuçlarını dolduracak kadar meme, kasıklarına yaslamak için tutacak kadar kalça, elini atmak için oyulmuş bel... Yok böyle bir afet. Ne uzun ne kısa, fit vücut, sıkı ve kalkık popo..."
"Kızım ne anlatıyorsun sen? Alış veriş yerine gelin hamamına mı gittiniz? Zorladı mı seni diyorum, Duygu'yu anlatırken ağzının suyu buraya kadar damladı, ıyyyk."
"Zorlamadı işte, anla. Senin de işin zor gerçi be Burki."
Zor tabii. Aldı arabayı gitti, hareket çekerek. Ölürse sorarım ona.
"Zor olmaz mı hiç benim işim de, hangi işim zor bir de sen söyle."
"Valla yerinde olsam benden bile kıskanırdım, doğru yoldasın yani. Şahsen ben kıskanmaya başladım. En yakın arkadaşı ben olayım ne olur? Çok matrak kız. Karnıma ağrılar girdi gülerken ve biliyor musun, göbeği açık bir model denedi of, Allah vakit ayırmış yaratmış ya, o belindeki gamzeler nasıl da tam yerinde, bu akşam ilk iş o aldığımızı denesin de gör, boş geçmez sizin geceler, regl olmasın diye dua edersin."
Belinde gamze ne be? İnternet'ten görsellerine bakayım. Boş  geçmez derken... Düşündüğüm şey mi?
"Eylemko sen beni çok yanlış anladın; ama ben anladım, sorun çıkmadığına sevindim. Duygu biraz, nasıl desem.."
Nasıl diyemesem...
"Burki, bana anlatma. Duygu biraz bizim gibi değil, belli zaten bu. İlk gördüğümüzde sana gülüşündeki o içtenlik bitirdi bizi Teo'yla. İki dakika boyunca izledik yanınıza gelmeden. Ellerini senin ellerinin üstüne koyuşu bile şefkatliydi."
Bana acıdı da ondan o şefkat. Çok alay etti benimle Eylemko, bir bilsen.
"Sağol Eylem yardımların için. Sen olmasan ben ne yapardım?"
"Ben olmasam da hallederdiniz, dertsiz hatun. Bana Duygu de canımı ye. İki elim kanda olsa gelirim. Söz verdin en yakın arkadaşı ben olacağım. Bize de gelin. Düğün ne zaman bu arada?"
Ne zaman söz verdim ya? Sanki bana bağlı onunla arkadaş olman.
Düğün konuşulacak konular arasındaydı. Duygu'nun hayallerindeki gibi bir düğün için gayret göstermesine gerek yoktu. Bir düğün olması bile bu saçmalığa fazlaydı. Dedesi başka türlü ikna olsa kısa yoldan dönerdi; ama düğün olması şarttı şimdilik.
"Dedemle tanıştırdıktan sonra karar veririz. Bu aralar bekar tüm kuzenler evlenecek gibi. Ne zaman boşluk bulursak biz de ara yerde evleniriz artık."
"Nasıl ya? Niye?"
"Dedem istedi. Ölmeden görmek istiyor mutluluğumuzu."
Eylem Ekrem dedeyi severdi ve Burak'ın kuzenlerini ve eşlerini tek tek düşündüğünde, gelinler arasında Duygu'nun açık ara farkla en sevilen olacağına kalıbını basardı. Canına minnetti, en yakın dostuydu artık. Konuştukları konular, eğitim görme hayalleri, hafif argo kokan cümleleri ile Eylem, uzun zamandır geçirdiği en güzel beş saati geçirmişti onunla birlikteyken.
"Demedi deme, Duygu'yu bir görsün Ekrem dede, ölmeyi falan unutur. O derece. Bazı kuzen eşlerini de biliyorum ben. Deden Duygu'yu senden çok sevmezse gel yüzüme tükür. Hülya'dan sonra bir çağı kapatmışsın yeni bir çağı açmışsın."
Deme ya. Küfür. Tövbe tövbe. Allah uzun ömür versin tabii dedeme. 
"Sen öyle diyorsan, hayırlısı."
Eylem zaten zor beğenen, kusur arayan bir tip değildi, herkesle arkadaş olabilirdi de Duygu için fazla mı yükselmişti ne? Resmen ev oturmasına çağırmıştı onları. Yakında altın günü yaparlarsa şaşırmayacaktı. Duygu nasıl sevdirmişti kendini hiç anlamadı Burak. O sivri dilli, hırsız kız mı güldürmüştü yani Eylem'i ya da Eylem görüşmeyeli değişik zevkler mi edinmişti?
Telefonu kapattığında eve de varmıştı. Duygu ne haltlar karıştırıyordu acaba? Yeni bir telefon ve yeni bir hat almıştı ona; ama onun bunu ne zaman kullanacağı, hatta kullanacağı bile meçhuldü. Kendi telefonuna Duygu'ya aldığı yeni numarayı kaydetmişti. Bir iki saat sonra yarın başlayacak kurs için bilgileri atardı.
Duygu da o sırada evin önüne gelmişti, ancak geldiği gibi pişman oldu. Arabayı park etmeden devam etti sürmeye. Nereye hangi arabayla gelmişti? Sabaha ne lastikleri kalırdı ortada ne teybi. Teyp de olmadığına göre araba toptan nalları dikerdi artık. Hayır Burak Efendiyi de inandıramazdı çalındığına. Kendisini iyi ki bir hırsızlık yapa yazarken yakalamıştı, arabayı okuttuklarını düşünürdü.
"Gerçi, şimdi düşününce bu araba en az üç trilyon. Villayı soysak o kadar kaldıramazdık belki. Saçmalama Duygu ya! Hırsız mıyım ben? Yani hırsızım tabii de onursuz değilim. Bir söz verdim mi tutarım, tutacağım."
Arabayı iki üç sokak arkaya sürüp Cihan'ın kamyonetinin yanına park etti. Onun arkasından aldığı brandayı Porsche'un üstüne örttü. Göz önünde bırakılmayacak kadar değerli, ama zan altında kalmak istemeyeceği kadar değersizdi araba. Her şeyden önce emanetti. Emanete ihanet yakışmazdı ona.
Arabadan çalıntı olmayan telefonu alarak indi ve eve doğru yürüdü. Bu son işteki amaçları artık çalmadan yaşayabilmekti. Belki de bir yerden başlaması için işaretti bu yakalanma. Adımlarını hızlandırdı. Saatlerdir hem görmediği hem konuşamadığı Cihan'daydı aklı. Hikmet bir şeyler çakozlamış mı diye deli gibi meraktaydı.
Sabahki tehdit konuşması ise, tüylerini diken diken ediyordu. Cihan bile zor durumda kalınca Duygu için birini vurmuştu, tanımadığı birileri para için neler yapmazdı? Her gün neler olup bitiyordu bu güzel ülkede hiç olmayacak sebeplerden ötürü. Para yanında bir amaç gibi kalıyordu.
Eve girdiğinde Cihan yoktu. Hemen telefonun paketini açtı parçalarcasına. Kendi hattını o aptal küçük iğnesi yanında olmadığı için açamadığı telefondan alamamıştı ve yeni hattı açılmak için ne kadar zamana ihtiyaç duyuyordu acaba? Tam kartı kırıp yerine takmıştı ki kapı açıldı.
"Duygu, küçüğüm geldin mi?"
Duygu koşarak boynuna atladığı adamın üstüne tırmanmadan hemen geri indi. Her yerini incelemeye başladı. Hasar tespiti yapıyordu.
"Sen iyi misin? Tüm gün aklım sende kaldı. Telefonum da yoktu, o hıyardan aramak istemedim seni."
"İyi düşünmüşsün. Nasıl geçti günün?"
"Fena değil. Burak'la değildim zaten. Bir kız arkadaşı yardımcı oldu bana. Görsen çok tatlı bir kız. Adı Eylem. İşi kıyafet seçmekmiş, bir dizide de çalışıyormuş styling olarak. Burak rica edince onu hayatta kırmazmış ve gelmiş."
Kızın saçlarını karıştıran Cihan onu kendine çekti.
"İyi geçmesine sevindim. Karnın aç mı?"
"Çok olmadı yiyeli; ama seninle de yerim."
"Kurt var senin içinde, biliyorsun değil mi? Ne yiyelim?"
Cihan özellikle mi Hikmet konusunu açmıyordu, yoksa Duygu'ya mı öyle geliyordu? Kötü geçtiği için mi konuşulacak kayda değer bir şey olmadığı için mi bahsi geçmiyordu?
Kafanda kuracağına sor işte. Ya kızarsa? Cihan kızmaz ki bana. Bence de sorayım.
"Canın mı sıkkın senin? Hikmet bir şey duymuş mu?"
"Yok, duymamış. Acillik olmuş sıçmaktan."
Duygu normal bir günde olsalar buna gülmeden geçmezdi. Yarılırdı hatta kahkaha atarken. Aklı diğerindeydi.
"Peki sabah konuştuğun? Benimle tanıştırmak istemediğin, o tekrar aradı mı?"
Gerilen Cihan buzdolabından çıkardı kafasını. Duygu o adamın bahsini ne kadar az ederse Cihan o kadar fazla huzurlu olacaktı; ama Duygu'nun fil hafızası vardı. Kelimesi kelimesine duyduklarını söyle dese, eksiksiz söylerdi. Şifreler, banka hesap numaraları, telefon numaraları, film replikleri, her türlü ezberlenmesinin çok da lüzumu olmayan ayrıntıları öldür Allah unutmazdı.
"Çocuk oyuncağı değil işimiz Duygu. Zırt pırt arayamaz. Süre daha dolmadı. Bu işin de bir raconu var."
Hiiii! Ben Burak'tan avans isteyecektim, unuttum. Kıyafetleri satsam gerçi adama olan borcumuz kapanır galiba. Süre ne zaman doluyor ki?
Duygu Cihan'ın sözlerinden sonra konuya ilgisini kaybetti. Cihan kadının ani değişimine anlam veremese de telefonunu çıkardı yemek siparişi için. Duygu tok karınla yemek seçimi yapmak istemezdi. Ne olsa yerdi. Ne zaman olsa yerdi. Sessizliğini koruyup baş parmağının tırnağını dişleyen kadına bakarak sipariş verdi. Sonra gidip tam karşısında durdu. Mutfak tezgahına yaslanmış halde dalgındı Duygu.
"Bugün bir şey olmadığına emin misin? Hikmet en az dört kilo zayıflamış ishalden. Gülmedin bile."
"Bir şey olmadı ya. Kıyafet alış verişi işte. Normalde işim olmaz öyle yerlerde."
"Keşke işin olsa bu tür şeyler. Her şey daha kolay olurdu. Güzel şeyler almışsınızdır eminim. Hepsi de çok yakışmıştır sana."
Cihan onun her şeyin en iyisini hak ettiğini düşünmenin yeterli gelmediğini ilk elden tecrübe ediyordu yıllardır. Ona dünyaları vermek isterken verecek bir dünyası bile yoktu. Cihan ona sağladıklarıyla yetinen kadının mutluluğuna sevinmekten çok sağlayamadıkları için eseflenirken Duygu Cihan'a baktı çattığı kaşlarla. Güzel ve pahalı kıyafetlere tamah edeceğini mi düşünüyordu? Bir tanesini bile yanına almamıştı Burak teklif ettiği halde. O, yırtık tişörtü ve yırtık kotuyla mutluydu. Yanında Cihan vardı. 
"Güzel şeyler alınınca ne oluyor Cihan? Ayrıca senin de Hikmet armuduna sevinmekten çok üzülmüş gibi bir halin var."
"Üzüldüğüm şey senin evlenmek zorunda olman olabilir mi Duygu?"
Olabilir. Ayy!
Kapı çalınınca muhabbet yarıda kaldı. Duygu derin bir nefes çekti. Konunun uzaması işine gelmeyeceği için gelen yemeklere duacı oldu. Yemek kısmen daha sessiz geçti. İkisi de kendi düşünce sellerinde debelenirken öten bir telefon sessizliği bozdu.
"Ne çalıyor böyle?"
"Bilmem, komşunun telefonu falan mı?"
"Ne komşusu küçüğüm, evin içinde çalıyor."
Evin mi içinde?
Cihan aralıklarla çalan telefona ulaştığında ekranda görünen mesaj sayısının arttığına şahit oldu. On üç tane mesaj gelmişti. Mesajları açtı. Burak'tan Duygu'ya gelmişti. Yarınla ilgili bir takım bilgiler vardı.
"Ne kursu bu Duygu? Bu telefon nereden çıktı?"
"Yuh! O telefon mu çalıyormuş? Bugün almış, bana verdi Burak, diğeri kırıldı diye. Kartı taktım; ama zil sesini falan bilmiyordum."
"Ne kursundan bahsediyor bu ibne?"
Hanımefendilik kursu.
"Ben onunla evlenmek için uygun değilmişim. On günlük adab-ı muaşeret kursu ayarlamış bana."
Cihan'ın burnundan soluması üzerine hatalı konuştuğunun farkına vardı Duygu. Çok açık konuşmuştu ve bunun Cihan'ın hoşuna gitmediğini anlaması için Einstein olmasına gerek yoktu. Nasıl sakinleştirmesi gerektiğine kafa yorarken söylediklerini geri almasının mümkünatı yoktu. Telefonda birkaç tuşa basıp cihazı kulağına götürdüğünde Duygu son anda aldı onu elinden ve kapatma tuşuna bastı. Kapatana kadar en az bir kere çalmış olmalıydı ki, Burak geri arıyordu. Reddetti aramayı. Ne konuşacaktı onunla? Sonra okurdu gelen mesajları.
"Cihan önemli değil. Zengin insanlar bunlar. Haklı aslında. Dedesi de önem veriyorsa demek..."
"Sikerim onların zenginliğini. Seni aşağılamaya hakkı yok hiçbir şekilde."
Ben de sikerim de sikemiyorum işte. Daha iki saat önce suç aletini gösterdi bana.
"Sen beni düşünme. Burak benim için tehdit değil. Bir şeyin ortasına düştük bir şekilde ve ben bundan da tat alacak bir şeyler bulabilirim. Kursa gitmek, yeni bir şeyler öğrenmek ne kadar kötü olabilir ki?"
Cihan Duygu'nun iyimser hallerine zaman zaman hayran olsa da bu zaman o zamanlardan değildi ve patlayacak yer arıyordu. Duygu'nun kalbini kırmak istemese de dünden beri her şeyi kabullenmesi öfkeden kudurtuyordu adamı. Her ne kadar kendisi için olduğunu iddia etse de, onu bahçede bırakıp adamın yanına giden yine Duygu'ydu. Bu kadar merhametli olması bir gün bir yerde patlak verecek ve küçüğü çok üzülecek diye aklı çıkıyordu.
"Ben seninle ne yapacağım Duygu? Başkasının karısı olacaksın ve bundan tecrübe edineceğini düşünebiliyorsun."
"Cihan ben evlilik için değil..."
"Biliyorum. Bana seni anlatma. Ezilme o adamın önünde. Eğilip bükülme. Sana her şeyi benim üzerimden yaptırmasına müsaade etme. Beni ikna ettin, bazı şeylere razı geldik; ama şimdi gider yatarım o hapiste. Bunu aklından çıkarma."
Biliyordu Duygu. Bunun için Cihan eşsizdi. Sarıldı adama belinden. Cihan'ın kendisi için endişelenip deli deli hareketler yapmasını istemiyordu. Burak'la yaşayacağı her türlü olumsuzluğu içinde çözebilirse eğer iki taraf ya da kaç taraf varsa hasar almadan sıyrılırlardı bu işten. Her şey yolunda giderse hele ki, sıyrıldıkları yerde ellerinde onların bir arada asla göremeyecekleri kadar para da olurdu.
"Sana bir şey söylemem lazım."
"Sinirlenecek miyim?"
"Bilmem."
Çalıntı araba yerine Porsche'a binmesine arıza çıkarmazdı galiba. Sahibi çalıntı ihbarı yapmıştır mutlaka aracı için. Olası bir polis kontrolünde yakayı ele vermesindense çok lüks bir araba kullanması neden dert olsundu Cihan için?
"Söyle bakalım. Görünüşe göre ben karar vereceğim buna."
"Bana Porsche verdi. Senin kamyonetinin yanına park ettim."
Cihan serçe parmağını kulağına sokup kaşıdı bir süre. Yanlış duyduğundan emindi. son model telefon neyse de, Porsc... Yok, kesin yanlış anlamıştı.
"Ne verdi dedin küçüğüm? Bir an Porsche dedin sandım."
"Galeri sahibiymiş Burak. Binme dersen binmem. Araçla gitmemiştim, anahtarı verince binip geldim. Kızdın mı?"
"Kızmadım. Beynini kullanabilmesine şaşırdım sadece. Araçların çalıntı olduğunu anlaması takdire şayan."
"Teşekkür ederim geri ver demediğin için. Araba süper. Gezdireyim mi seni? Uçuyor resmen Cihan. Bir görsen o içini, adamlar yapmış ya. Nasıl verdi bana ona da şaşırdım gerçi. Hadi çıkalım mı? Doydun mu sen?"
Çoktan kot ceketini giyip kapının önüne doğru elinden tuttuğu adamı çeken Duygu olumsuz hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğinin kanıtı gibiydi. Heyecanına ortak olmamak katil olmak demekti. Bu hevesi öldürmeye seri katillerin bile gönlü elvermezdi. O cani yürekler pamuk gibi olurdu. Nitekim çıktılar dışarı.
Attığı mesajlara cevap alamayan, aradığı halde açılmayan telefonu elinde sinirden köpüren Burak ise, çatacak yer arayıp bulamıyordu. Gelecek miydi bu kadın yarın dediği saatte, dediği yere emin olmak zordu. Biraz sakinleşmek için Hülya'yı aradı. Villadan beri ses seda çıkmamıştı ondan. Burak da aramayı akıl edememişti, hayret doğrusu. Hülya da aramamıştı tüm gün. Trip mi atıyordu, kızgın mıydı nabız yoklasa iyi olurdu.
"Efendim tatlım?"
"Nasılsın sevgilim? Görüşemedik dünden beri."
"Seni evlilik arifesinde rahatsız etmeyeyim dedim. Düğününe davet edersin nasılsa diye düşündüm."
"Hülya, yapma böyle. Geçici, anlamsız bir şey."
"Valla, bilemiyorum tatlım. Annem beni evlenip boşanmış bir adama verir mi acaba?"
Oooo!
Burak bunu hiç düşünmemişti. Hülya'yı birilerinden alma seromonisini ise hayal bile etmemişti. Onunla evlilik ne konuşulmuş ne düşünülmüştü. Sanki hep birlikte olacaklarmış; ama bunun için evliliğe ihtiyaçları olmayacağından aynı derecede emin olarak başlamıştı her şey. Öyle de devam ediyordu.
Duygu'ya kadar... Dedesine kadar...
"Hülya dünden beri ne değişti? Şartları benden çok sen konuştun, kabul ettin, Duygu'nun zararsız olduğuna kanaat getirdin."
Tüm bunlar, Burak'ın hırsızlıktan bahsedemeyeceği için o an uydurduğu üniversiteden bir arkadaşının Burak'tan para istemesi ve Burak'ın da bu para karşılığında güya geri ödeme yerine dedesinin gönlünü yapmak için o arkadaşın kuzeniyle sahte evlilik yapacağına inandığında geçerliydi. Bahsi edilen paranın boyutunu saçma bir merakla öğrenmek istediğinde duyduklarını duyduğunda değişmişti her şey. Tabii, şimdilik bunu Burak'ın bilmesine gerek yoktu. Elinde tuttuğu hazineyi yok pahasına elinden çıkarmaya gönlü el vermezdi. En yüksek değere ulaştığında istese de tutamayacaktı zaten. Her şeyin bir zamanı vardı.
"Şaka yapıyorum. Anneme geldim. Canı sıkkın biraz. Son sevgilisi boynuz takmış. Dünden beri içim şişti; ama yalnız bırakmak da istemiyorum. Bana mı gelecektin?"
Gelebilirdi; ama dedesine gitmeliydi. Tanıştıracağı biri olduğunu bilmesi, bunun beklentisine girmesi gerekiyordu. Hemen ertesi gün habersiz birini götürürse diğer aptalların yaptığı gibi, dedesi hayatta inanmazdı gerçek evlilik yaptığına. Sonra bir ara Merve ile de konuşmalıydı. İki hafta önce tanıştırdığı zırtapoz her kimse bunun hesabını soracaktı daha. Hülya'dan öğrendiği günün ertesinde aramıştı; ama Aynur ablasının yanına Belçika'ya kaçmıştı kırmızı bültenle aranan suçlu gibi. Villada parti gündeme gelince orada sıkıştırırım diye düşünmüştü on gün sonra döndüğünü öğrendiğinde; bu kez de hanımefendinin biriyle kendi evliliği gündeme gelmişti.
"Evde yoksun, gelemem artık. Dedeme giderim. Bu evlilik meselesiyle ilgili kulağına su kaçırmam lazım."
"Aman geç kalma. Öğrensin deden. Öğrensin de havalara uçsun."
Bu havalara uçma tabirinden hoşlanmadı Burak. Her şeyi gerçek anlamında kullandığını düşünürdü sevgilisinin. İsveçli bir babaya sahip olduğundan olsa gerek, güzel Türkçemiz'in deyimlerini hakkıyla değil de, yazıldığı gibi okumasının yanı sıra yazıldığı gibi de anladığından emindi.
"Hülya! Dedem hakkında sözlerine dikkat edeceksin. Kaç defa söylemem gerek?"
"Ne dedim ki? Adamın mutlu olacağını düşünmesen bir hır... hırlı mı hırsız mı ne idüğü belirsiz, hiç tanımadığın birini evine almazdın. Nikahına hiç almazdın."
Hırsız mı? İçine mi doğdu ne, saf sevgilimin? Bir an önce kurs başlamalı bitmeli. Açık verirse sıçtım.
"Arkadaşımı tanıyorum ve bana yamuk yapmayacağından eminim Hülya. Benim sözüm senin için yeterli değil mi?"
Yalan olduğunu keşfedene kadar yeterliydi elbette. Ona dürüst davranmadığı için Burak'a düne nazaran güven katsayısında bir azalma meydana gelmişti. Neyse ki, kandırılan sadece o değildi. İkisi de farklı konularda gizledikleri durumların, ilişkilerini ne yönde etkileyeceğini gelecek günlerde anlarlardı nasılsa. Tek sıkıntı, ülke sınırları içinde yalan söyleyen Burak'ın mumunun günün hangi zamanına dek yanacağıydı. Tabii, bu yalana neden ihtiyaç duyulduğunu öğrenmek de Hülya'nın boynuna borçtu. Borcunu öderdi her nasılsa.
"Yeterli diyelim şimdilik. Annem yine histerikleşti, ben bakayım ona tatlım. Görüşürüz sonra."
Telefon kapanınca halen gelen giden mesaj yoktu Duygu'dan. Arabayı da vermişti.
"Bendeki nasıl bir süzme salaklık ki, bu duruma düştüm? Bugün hadi geldi. Altında üç trilyonluk araç varken bana bile ihtiyaçları yok. Motorunu satsalar köşeyi dönerler. Ah dede ya!"
Bir şeyler atıştırıp dedesinin evine gitti. Saat daha yediydi ve konuşup derdini anlatmak için epey vakti vardı. Giderken dedesinin sevdiği elmalı kurabiyelerden aldı. Diyalize girdiği için belli bir diyet programı vardı ve bu elmalı şeyler serbestti.
Kapıyı açan yardımcının ardından upuzun koridorda ilerlerken gözleri sulanmaya başladı. Havanın sıcağı mı, içinin sıkıntısı mı, evlilik parodisi mi bilinmez canını sıkan şeyler böyle yapardı onu. Her üçü de canını sıkan şeyler arasındaydı.
Bitmek bilmeyen koridorun ortasına geldiğinde kaçınılmaz gerçeğin ne olduğu ayyuka çıkmak üzereydi.
Hapşu.
Siktir. Dedeme diyemem bunu. Küfür o zaman.
Adımlarını hızlandırıp salondaki büyük masada yakın gözlüklerini takmış, bulmaca çözen adama iyice yaklaştı. Tüm ailesini aynı anda ağırlayacak kadar devasa bir masa olmasa da üçte ikisi için kafiydi ve o masada tek başına olan yaşlı adama üzülmekten kendini alıkoyamadı Burak. Ama konuşulması gereken konu ölümcüldü ve acil müdahale gerektiriyordu.
"Dede kedileri içeri mi aldın? Hapşu."
"Selamsız deyyus, içeri aldım. Ne var?"
"Selamün aleyküm. Biliyorsun alerjim olduğunu dede. Aaah! Öleceğim şimdi."
Burnunu tırmalarcasına kaşırken bir yandan da etraftan gelecek miyav seslerine kulak kabarttı. Gördüğü yerde ensesinden tutup fırlatacaktı dışarı ikisini de.
"Ne bileyim ben, sen ne zaman geleceksin? Sanki bir rutinin var da ben inatla soktum kedileri eve sen geleceksin diye. Ah bu gençlik."
"Hapşuu. Haklısın dede, ama çıkarsan mı artık? Mefta olacağım yanında iki saniye içinde."
Dedesi, iki kediyi de Burak'ın dikkat etmediği, diğer yanında ayaklarının dibinden alarak balkona çıkarırken Burak en yakın tuvalette yüzüne gözüne şu çarptı. Burnu şişmişti sanki? Gözleri kızarmış da olabilirdi. Ya da artık kafayı yiyordu ve yedikleri onda bu etkiyi oluşturuyordu. Salona döndü.
"Neredeyse gündüz vakti bu yaşlı bunağı ziyeret etme sebebin ne bakalım?"
Saat yediyi geçti dede. Ama en erken dokuzda gelen biri hak eder bunu. Of!
"Aşk olsun dede, sen de bunaksan artık."
"Hee, yaşlıyım yani?"
Seksen genç mi yahu?
"Yok, değilsin de..."
"Tamam tamam. Nasıl işler? Birikim yapıyor musun? Hepsini harcamayın. Hep böyle dipçik gibi yirmi beşte olmayacaksınız."
Yirmi yedi oldum ben.
"Haklısın dede. İyi işler şükür. Kenara atıyorum üç beş bir şey. Konuşmaya geldim aslında seninle."
Ekrem Zengin balkon kapısını açık bırakarak masaya dönmek yerine karşısındaki koltuğu Burak'a gösterdi ve geniş camın önüne yerleştirilmiş gösterişli iki koltuktan birine kuruldu. Yakın gözlüklerini çıkarıp ortadaki sehpaya koydu. Aynı yerdeki ilaç kutusuna uzandı ve Burak'ın ne olduğunu bildiği hapı yuttu bir bardak suyla ve abartılı bir yavaşlıkla.
Sabırla bekledi dedesini. Bir tahmini mi vardı da geciktiriyordu, yoksa Burak dünden beri hiç olmadık biriyle evleneceği için gerginlikten ona mı öyle geliyordu düşünmeyi reddetti. Yardımcı elmalı kurabiye getirip odadan hızla çıktığında ilk kelimelere sıra gelmesi için dedesinin iki kurabiyeyi bitirmesi gerekti.
"Seni dinliyorum."
Nihayet önem sıralamasında sıra gelebildi bana.
"Seni kız arkadaşımla tanıştırmak istiyorum dede."
Dedesi üçüncü kurabiyeye uzanmış, eli hala uzanmış halde dikkatle baktı Burak'a. Belli ki, cevap vermesi zaman alacaktı. Burak da bu arada bir kurabiyeye uzandı. Dedesi konuşana kadar ağzına attığı gevrek ve ağızda dağılan tatlının tadını çıkarabilirdi.
Tatlıdan önce kendisinin dağılacağını hesap edemedi.
"Sen de mi diğer açgözlüler gibi sahte evlilik yapacaksın?"
Öksürmemek adına arka arkaya yuttuğu, olmayan tükürüklerinin bittiğine ikna olunca konuşabildi. Renk veremezdi.
"Diğerleri sahte evlilik mi yapıyor? Bunu nasıl anlayabilirsin ki?"
Ekrem Zengin'in bunu nasıl anladığı meslek sırrıydı, hayatta canlı olarak geçirdiği seksen senenin olumlu bir getirisi olan yaşam tecrübesiydi ve bu sorunun cevabı çok da önemli değildi. Yine de yanıtlayacaktı. Diğerleri gibi değildi Burak. En azından umudu bu yönde sıcaktı.
"Getirdikleri embesiller, sorduğum nasılsın sorusunu bile Zengin'lere bakmadan yanıtlayacak kapasitede değildi. Tek gözleri bana bakarken diğer gözleri vahşi doğada av olmamak için çok başka yöne yani Özer, Nesrin, Merve'ye bağımsız bir şekilde bakabilen bukalemunlardı. Sen de mi bukalemun getireceksin? Öyleyse zahmet etme."
Bukalemun şu anda ihtiyacı olan tek şeydi ve dedesinin istemediği tek şey olabilme becerisini nasıl kazanmıştı? Her renge girebilen birisi nasıl olur da Ekrem Zengin'in gözünden kaçmazdı? Bu adam tüm gün belgesel mi izliyordu ayrıca? Burak bile bilmiyordu bu sürüngenlerin bağımsız çalışabilen göz detaylarını.
Neyse ki konu bu değildi. Ya da tam buydu. Duygu bukalemun olmadan nasıl bukalemun olacağını bilebilir miydi ki? Hırsızdı o. Dürüst olması şaşılacak derece abesle iştigal olan bildiğin hırsızdı. Biraz daha susarsa yanında tek gözüyle bakabileceği biri olmayan Burak, işte o zaman ebesini görecekti rengarenk. Duygu'ya karşı, onu övecek materyallere, hislere sahip değildi.
Teşekkürler Eylemko. Hayatımı kurtardın ve umarım haklısındır.
"Aşk olsun dede. Duygu'yu benden çok sevmezsen gel yüzüme tükür. Resmen bir çağ kapandı, yeni bir çağ açıldı şu kısa ömrümde onunla."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder