9 Mayıs 2019 Perşembe

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 14. BÖLÜM

Biraz daha oturup dokuz gibi Ekrem dedenin yanından kalktıklarında Duygu anne kedi ve iki yavrusunu kutu içinde arkaya yerleştirdi. Burak ısrarla yirmi defa ellerini yıkamasını buyurunca çıkmaları zaman almıştı.
Yola çıktıklarında hapşurmaktan helak olan Burak, yakaladığı ilk fırsatta bağırmaya başladı Duygu'ya.
"Salak mısın sen?"
Bir yandan bağırıyor, bunun yetmediğine kanaat edince direksiyona vuruyordu. Beklemediği çıkış karşısında yerinden sıçrayan Duygu, başını arkaya çevirmiş mutlu gözlerle kedilere bakarken Burak'ın anlamsız sorusuyla birlikte önüne döndü. Sakin kalmaya çalıştı. Sinirli biriyle tartışmaması gerektiğini, o sakinleştiğinde ağzına sıçmanın keyfinin hiçbir yerde olmadığını okumuştu bir yerlerde.
"Değilim de, niye sordun?"
"Hemşire ne demek?"
"Pek çok tanımı var aslında, meslek erbabı olarak soruyorsan eğer, hemşire, yatan ve ayakta sağlık hizmetleri alan hasta kişilerin çevrelerini iyileşt..."
"Duygu, kes saçmalamayı. Dedemin yanında gerçek bir hemşire var. Sana soru sorsa, şu iğneyi sen yap dese ne bok yiyeceksin acaba?"
Yaparım. Elim de hafif benim. Stajda herkes ben vurayım isterdi.
Burak onu aşağılamakta sınır tanımayan bir insandı. İki günde bunu net olarak anlamış, bundan etkilenmemeyi başarmıştı. Şimdi gücendi Duygu ona. İlk kez. Onu hırsız olarak tanıdığı için okumuş olabileceğini, yurt dışında geriatri alanında yüksek lisans eğitimi maalesef çok pahalı olduğu için gidemediğini, bunun sebebi olarak avantacıya para kaptırmaktan son zamanlarda iyice illallah ettiklerini bilmiyordu. Son son işlerinin batması bu yüzden tüm hayallerini yıkmıştı. Çalışıp Cihan'a gocunmadan bakma isteğini de kapsıyordu hayalleri. Tüm bu hayaller, şu an üstünde olduğu arabanın sağ arka tekerinin altında çiğneniyordu şimdiki zamanda bile.
Başkalarının emeğini bir daha asla çalmayacak, kaldırdıkları son vurgun ile Hikmet'ten, kaçabilecekleri en uzak yere giderek hayatlarını orada devam ettireceklerdi. Gözleri doldu. Kendini Burak'a anlatmaya adamın değip değmediğini tarttı kafasında.
Seni tanımak isteyen insan zaten çaba harcar Duygu bunun için. Yapması, hatta sorması gereken tek bir soru vardı. Gerçekten hemşire misin?
Gerçekten hemşireydi. Bu Haziran'da, yaklaşık bir buçuk ay önce mezun olmuştu. Türkiye'de sıradan bir hastanede gece nöbetli, çok yoğun şartlarda çalışmayı o da çok isterdi; ama Hikmet'li bir Türkiye'de bu imkansızdı. Onlardan beklentilerini hemşire maaşıyla çıkaramazlardı. Bu da, ülkede kaldığı sürece makus kaderi tekerrür edecek, Duygu hep hırsız olacak demekti.
Cihan onu lise üçüncü sınıf yeni başlamışken yedi yıl önce Kasım ayı bulduğunda, güven ortamı kısmen sağlandığı ilk anda bazı bilgiler almıştı ondan. Okula devam etmesini sağlamıştı. Sağlık meslek lisesindeydi ve doktor olmak isterken hemşire olmuştu. Sözel ve sayısal derslerinde hiçbir sorun yaşamadan liseye geçtiğinde, pratik yapmak için seçmişti meslek lisesini. Hafızası zehir gibiydi. Ne gördüğünü, ne duyduğunu unuturdu.
Hikmet gibi adamlıktan nasibini almayı unutmuş bir armudun önünde durmak, ilk bulunduğu yedi yıl ve üniversiteye başladığı dört yıl öncesinde Cihan için oldukça zorken yıl kaybetmeden dört yıl devlet okulu okuması için zor bela anlaşmıştı onlarla. Eğer okursa, evdekilerin ve bilhassa Cihan'ın sağlık durumlarını iyileştirebilecek olması en büyük kozları olmuştu.
Eczacı, diş hekimi de olabilirdi, ama onlar beş yıllıktı. Kaderinde hemşire olmak varsa seve seve kabullenirdi Duygu. Hırsız olmaktansa çöpçü olmayı da seve seve kabullenirdi gerçi. Aklı fazlaydı bunun için.
Olmuştu da. İnsanlara yardım etmek, dertlerini tariflerinden anlayabilmek için gözlerinin içine bakarak onları dinlemek en haz duyduğu şeydi eğitim hayatı boyunca. Hayatının hiçbir evresinde yaşamadığı torunluk açlığını başkalarının nine dedelerinde doyurmaya çalışması bundandı. Özel ilgi alanıydı yaş almış insanlar.
Burak'ın dedesine yardım etmeyi de can-ı gönülden istemişti bu yüzden. Geriatride yüksek lisans için imkan doğrultusunda yurt dışına gideceğini söylemişti Cihan hayallerinden ona bahsettiğinde. Söz vermişti hatta ileri gidip. Hayalleri için tam destekti her zaman. Şimdi bu saçma sahte evlilik biter bitmez, Burak Efendi onlara bu imkanı verecekti. O vermezse Duygu alacaktı.
Hırsızdı, ama kalbi vardı. Acımıştı. Burak acıtmıştı. Kendini anlatmak gayretine girmeyecekti bu yüzden. Gerçeği anladığı zaman gelip özür dilediğinde alacağı zevk ile şimdi arabada onu göt etmekten alacağı zevki karşılaştırdı. İlki daha cazip geldi.
"Affedersin. Bir daha söylemem hemşire olduğumu."
"Söyledin bir kere aptal. Bahanelerle geçiştir bundan sonra. Yeniyim de, bir bok bilmiyorum de. Mümkünse yalan söyleme bir daha. Dedem sevdi zaten seni, bokunu çıkarma."
Çok bok biliyorum da çoğunu ağzına sıçmak için kullanacağım, az sabret.
"Ben de onu sevdim. Yanındaki kadın onun ömrünü kısaltır. Değişmeli bana kalırsa. İki güler yüze hasret kalmış adam. Çalışanından medet umuyor."
Burak da bu lafa içerledi. Duygu iki saat gördüğü adamı çözümlemeyi nasıl başarmıştı? Burak zaten bundan dert yanıyordu, fırsatını bulduğu zaman uğramayı görev biliyordu; ama çok yoğun geçen ve geç biten çalışma saatleri elvermiyordu sıklığın daha fazla olmasına.
Sinirle gaza bastığı arabayı daha sakin sürmeye başladı. Ara ara hapşırması devam ediyordu, ama şimdi bir de buna küfrederek kısmen sağlanan sessiz barışı bozmak istemiyordu.
En kötü barış, en iyi savaştan yeğdi sonuçta.
Galeriye geldiklerinde Duygu hiç konuşmadan indi arabadan. Daha sessiz şekilde arkadan kutuyu aldı ve park ettiği araca yöneldi. Burak inat etmiş, özellikle konuşmayan kadına bir şey demiyordu. Mesaj mı atacaktı yine? Mesaj atıp dört saat cevap mı bekleyecekti?
Dayanamadı ve emniyet kemerini çözüp indi araçtan dörtlüleri yakıp. Duygu tam binmiş gitmek üzereyken yetişti.
"Yarın gelecek misin?"
"Üstüme düşen neyse yapacağım. İyi geceler."
Gaza bastığı gibi yanından geçip gitti yine Burak'ın. Hızlı değildi; ama sol elinin orta parmağını aradı gözleri. En azından bir iletişim şekliydi o da. Burak'ı kaale aldığının belirtisiydi. Şimdi hepten yok sayılmak kedere sürükledi adamı. Öfkesine yenilmişti ve Duygu'ya aşırı tepki gösterdiğini düşündü.
"Hemşire dedi, ama ya. Yatan, ayakta sağlık, hizmet... Çok ileri gitti."
Kendini sokak ortasında teselli etmek bir işe yaramayınca tekrar araca bindiğinde çalan telefon, bir an için tekrar kendisini görünür hissetmesini sağladı. Dört elle sarıldı. Bakmadan açtı.
"Duygu?"
"Duygu mu? Tüm gün görüşemedik, sen Duygu diyorsun Burak. İsmim de mi çıkmıyor telefonda?"
"Hülya affedersin tatlım. Arabada bir şey unutmuş da, az önce ayrıldık, onu soracak sandım."
Tek ayağımı kaldırsam mı?
"Az önce derken... Ne oluyor ya? Tüm gün birlikte miydiniz?"
"Dedemle tanıştı bugün. Seni aradım birkaç kez, kapalıydı telefonun."
"Konuyu değiştirdin, ama neyse? Uçakta kapattım mecburen. Babamın yanına geldim."
Telefonu bir anlığına kulağından çekip alnına vurmaya başladı Burak. Bu gece sakinleşmesi mümkün görünmüyordu. Ona haber bile vermeden ülke değiştirmişti yine. Habersiz. Burak bihaber.
Yemek yediğini sevgilisine haber veren kadınlar var ya. Onu söyleme zaten, yediğin ne ki; ama İsveç'e habersiz gitmek ne demek? Yine.
"Haber verebilirdin."
"Çok sıkıldım annemden. Tüm gün zırıl zırıl. Babamla biraz eğleniriz annemi konuşup diye düşündüm."
"Bana da gelebilirdin sıkıldıysan. İkimiz gülerdik."
Bunda gülünecek ne var gerçi? Annen aldatılmış. Nerede kadın dayanışması?
"Dedeyle iyi geçmedi sanırım. Senin sahte aday pot üstüne pot mu kırdı?"
Dedeyle.
Dedem.
Hülya hep böyleydi. Babasına gitmek için izin al demiyordu. Sahibi değildi Burak onun, izin almayacaktı elbette. Haber vermemesine daha önce böyle takıldığını da hatırlamıyordu.
Duygu yüzünden. Fabrika ayarlarımı kurcalıyor.
"Aksine çok iyi geçti. Dedem bayıldı Duygu'ya."
Bir kadına başka bir kadını, hele hele anlaşmalı evlilik yapacağı bir kadını övmek için ya çok aptal olmalıydı insan ya da erkek. Burak ikisi birden olmanın getirdiği donanımla doğru söylemek isterken sevgilisini içten içe kaynattığını ön göremedi tabii.
Tek tip kodlar yazılmıştı ona.
Neyse onu söyle.
Değiştirme.
Dümdüz ol.
Hıyar gibi.
Hıyarım ben.
"Öyle mi tatlım? Havalara uçma efektini açmayı mı unuttun? Sesin mutlu olmaktan çok uzak geliyor."
"Mutlu değilim çünkü. Kız arkadaşım bana haber verme zahmetine bile katlanmadan iki bin kilometre uçuyor. Dehşet efekti vereyim ister misin?"
Hülya için sıradan olan bu uçuşlar ne zamandır erkek arkadaşının canını sıkıyordu acaba? Zahmet etmesindi kimse, cevap basitti. İki gündür. Hiç sorun olmamıştı babasının yanına gelmek şimdiye kadar. Hele ki, Hülya sebebini de gayet net açıklamışken, imkansızdı Burak'ın sorun çıkması.
"Sen iyi değilsin bence tatlım. Canını sıkan bir şey olmuş. Öyle belli ki. Yoksa bu şekilde bana çıkışmazdın. Çok özür dilerim haber vermediğim için."
Hülya gidişatı kontrol edemediği yerde kendisini rolüne adapte etmeyi iyi bilirdi. İsveç'e gelmiş, aklı sahte bile olsa, ikinci bir kadındayken gecesinin güzel geçmesine imkan yoktu. Hazır canı sıkılan biri varken kendisininkini ne diye işin içine dahil edecekti ki? Bu gece kendi kurallarını değiştirmiş, daha önce ikinci bir kez birlikte olmadığı son yattığı kişiye hayır diyememişti. Adam oldukça iriydi, basketbolcuydu ve Hülya'yı top niyetine savurmuştu resmen geçen sefer yatakta. Daha üç hafta olmadan İsveç'e gelmezdi yoksa.
Hem annesi hem de Duygu faktörünü, şimdi bir de Burak'ın ergen triplerini aynı anda kaldıramazdı. Nitekim özür dilemesi ve Türk erkeklerinde işe yarayan mağdur kadın figürü Burak'ı da yumuşattı. Telefondaki sesi karasal ton yerine ılıman iklime geçiş yapmıştı.
"Ben özür dilerim. Hazırlıksız biçimde gittik ve haddinden fazla gerildim bir aksilik çıkacak diye. Yanlış anlama, kız umrumda değil. Dedem ve sana karşı sorumluluğum var. Akşamüzeri sen de açmayınca sakinleşemedim bir türlü."
Bir de yalanlar var ki, onu nasıl hale yola sokacağım bakalımHemşire diye yalan mı olur? Antibiyotikli küfür.
"Anladım. İstersen geleyim hemen. Böyle bir ruh halinde olduğunu düşünemedim."
"Yeni gitmişsin. Planını bozma. Ama çok uzun da kalma. Özlüyorum seni."
Biraz daha konuşan ikili telefonu kapattığında Burak direksiyona bıraktı başını. Telefonu yan koltuğa fırlatıp sakinleşmeye çalıştı. Bildiği tüm sayıları da saysa hırsı geçmiyordu. Saat çok geç değildi ve biraz içki mi içse, yatağa girip uyusa mı... Son iki gündür çok fazla ikilemde kalıyordu. Kararları, yapmak istedikleri netti; ama bunu icraata dökmeye sıra gelince hata veriyordu beyni.
"En azından bu gece yalnız uyumam diye düşünmüştüm. Of!"
Arabayı çalıştırıp eve sürdü. Aklında olan iki fikir için de evi makul geldi. İçerse içer, uyursa uyurdu. Kafayı yerse de bir güzel yerdi. Gittiği restoran karnını doyurmaya yetmemişti çünkü. Yemeye bir şey lazımdı.
Duygu evlerinin arka sokaklarına park ettiği arabayı bir güzel kamufle ettikten sonra, elindeki kutuyla eve girdiğinde saat onu geçmişti. Cihan yolda aramış, şarj etmeyi akıl etmediği telefon kapanınca yolda olduğunu haber verememişti.
Duygu'ya ulaşamayan ve eve gelir diye evden de ayrılamayan Cihan çıldırmanın eşiğine gelmişken kapı sesiyle girişe geldi hemen. Elindeki büyük kutuyu elinden bırakmayı akıl etmeden ayakkabılarını tek elle çıkarmaya uğraşan Duygu'yu gördüğünde kalbi normal ritimde atmayı ancak becerebildi Cihan'ın.
"Beni çok mu özledin, kapılarda karşılıyorsun bakıyorum."
"Nerede olduğunu bilsem orada karşılardım. Neredesin sen? Niye kapalı o telefon?"
Duygu nihayet kapı ağzından çekilince, hala elindeki kutuyla Cihan'a karşı tebessüm eden yüzü yerini şaşkınlığa bıraktı. Kapıyı kapattı; ama santim kımıldayamadı. Nerede olduğunu söylemişti. Hem yemek öncesi hem de Ekrem dedeye giderken haber vermişti.
"Burak'ın dedesine gittik. Aramıştım seni."
"Sen aradığında saat altı bile değildi daha, şimdi on bire geliyor. Aklım çıktı Duygu."
Cihan'ı ilk kez böyle görüyordu. Ona bağırdığı hiçbir anı onunla geçen yedi yılda hatırlamıyordu. Ne tepki vereceğini kestiremedi. Hikmet olsa, o hep bağırmıştı ilk bir yıl boyunca, dövmüştü de; ama Cihan geçen gün parmaklıklar ardına girme sebebi olduğunda bile böyle kızmamıştı ona. Hatta gördüğünde sinirinin geçtiğini söylemişti.
"Ekrem dedeyle vakit nasıl geçti, inan anlamadım. Bu kadar uzayacağını düşünmemiştim. Şarjı bitmiş telefonun. İlk açtığımdan beri şarj etmedim."
Duygu'yu sağ salim karşısında görmenin rahatlığına geçiş yapması gerekiyordu Cihan'ın artık. Yemek için aradığında bile elinde telefonu sıkarak sabit ve sakin tutabilmişti ses tonunu. Öfkesini anlamaması için epey çaba sarf etmesi gerekmişti.
Kapıda kalmış, gözleri dolmuş, elindekinin içinde kediler olduğu miyavlamalar sonucunda artık sır olmayan kadın, ilk kez kendisinden korkuyordu.
Gidip elinden aldı kutuyu. Mama kaplarının yanına bıraktı. Miya yatağındaydı ve getirdiği üç kediden anneleri iki yavrusunu kendisi doyurmak zorundaydı bir süre. Tekrar Duygu'nun yanına gelen Cihan kendine küfretti içinden. Duygu üşümüş gibi kollarını bedenine sarmıştı. Hala kıpırtısızdı.
"Öldüm meraktan küçüğüm."
"İzin vermiştin Cihan."
"Bok vermiştim. Vermek zorunda kaldım. Ne demek öne çekmek, kafasına göre davranmak? Çocuk oyuncağı mı bu? Sana her dediğini her istediğinde yaptıracağını mı sanıyor hayvan?"
Yine yükselmişti sesi. Ama bu kez korkmuyordu ondan. Sarılmıştı çünkü. Saçlarını okşuyordu, kafasının tepesini öperken.
"Telefonda neden konuşmadın böyle? Bu akşam gitmek benim fikrimdi. Burak'ın suçu yok ki. Nasıl izin vermek zorunda kalınır? Ya verirsin ya vermezsin."
Duygu'ya baktı Cihan tekrar. Kızgınlığı sürekli yön değiştiriyordu. Duygu'yu es geçip, yine Burak'a geçiyordu bekleme yapmadan gerçi. Deminki halini göreceğine ölürdü. Özgürleştirmek isterken kapı önünde hareketsiz beklemesine neden olacak kadar öfke kontrolünü kaybetmişti. Burun delikleri alev püskürtmeye hazır ejderha gibi derin nefeslerle açılıp kapanırken bekledi Duygu.
"Hikmet armudu buradaydı. Dünden sonra hemen ayaklanmış pezevenk. Zayıfladığından mıdır nedir bir boku kalmamış. Seni göremeyince bir eğitime gittiğini söyledim. Sen de üstüne arayınca o arabayla eve gelme diye kabul ettim kalmanı; ama bu kadar sürecek diye düşünmemiştim."
"Niye gelmiş?"
Elinden tuttuğu kadını, salondaki kanepeye oturup kucağına çekti. Sabah üstünde olmayan kıyafete takıldı gözleri. Elbisenin eteği dizlerinden yukarı toplanmıştı. Göğüs kısmı pek çok erkek için iştah kabartıcıydı.
"Çok güzel olmuşsun. Yakışmış. Gözlerinin rengi ortaya çıkmış bu elbiseyle küçüğüm."
"Teşekkür ederim. Çok bağırdın bana."
"Özür dilerim. Balkona çıktım sen arayınca, rahat olmaya çalıştım anlama diye; ama Hikmet de mal biliyorsun, senin olmadığını anlayınca daldı eve. Neredeyse üç haftadır iş yapmıyoruz ya, yeni bir şeyler var da saklıyor muyuz diye kontrole gelmiş."
Cihan Duygu'yla konuştuğu sesine yansıtmayı başardığı sakinliği iç organlarına kadar iletememişti henüz. İçi patlamaya hazır yanardağ gibi fokurdarken bir daha Duygu'ya bağırmasının söz konusu olamayacağından emin olunca iyi hissetmeye başladı.
"Tüm bunlar bana bağırmana sebep mi sence? Hem sehven iş yapıyorsun hem de beni mesul tutuyorsun."
Neşesi kadının sözleriyle yerine gelen Cihan, tüm gerginliğini atıp pamuk gibi hissetmenin hazzını yaşadı. Bu kadına değil bağırmak hissettiği pamuklara sarmak istiyordu onu.
"Sehven mi? Duygu ben seninle ne yapacağım? Affedersin küçüğüm. Yine de şarjın bitmesin bir daha. İyi tanımadığım bir adamın yanına gönderiyorum seni zaten, sesini duymam lazım."
"Dikkat ederim. Ama şunu bil, sen bana bağırdığında, sanki evrene olumlu bir mesaj göndermişim de uzaylılar gelip onu yemiş gibi bir gün geçiriyorum."
Uzaylılar mı yemiş?
"Duygu ben sana daha önce hiç bağırmadım ki?"
"Düşün işte. Bir kere bağırmanla bunu hissediyorum. Sık olsa ölürüm galiba."
Kahkahalarını bastıramayan adam, dudaklarını Duygu'nunkilere bastırdı. Elleri omuzlarındaki kumaşı yanlara çekince Duygu eteğini biraz daha sıyırdı yukarı. Minnettar oldu Burak bunu giy dediği için. Kotla uğraşmak zor olurdu. Bacaklarını ayırıp adamın üzerine oturdu.
Cihan'ın dudakları açıkta bıraktığı omuzlara kayınca Duygu çoktan hazırdı onu içine almaya. Cihan her ne kadar devamını, tamamını istese de konuşulması gereken konular vardı.
"Aç mısın küçüğüm? Çorba yaptım."
"Yerim sonra, işimiz bitince."
"Konuşalım biraz, bu kediler kimin?"
Duygu kedi ismini duyunca onları yeni hatırlamış gibi toparlandı. Annelerinin göğsünden emip uyumuşlardı.
"Ekrem dedenin. Yarın bakacak biri olmayınca ben aldım. Görsen çok iyi, çok tonton biri. Sevdi beni bence ve güvendi. Yoksa ne diye kedileri bana emanet etsin, değil mi?"
"Tabii, kediler önemli. Güvenmediğin birine verilmez."
Gözlerine yerleşen gurur görülmeye değerdi. Kalkıp Miya'yı aldı kucağına. Hafif mırıldanan kedi uykusuna kaldığı yerden devam etti Cihan'ın da huzur dolduğu o kucakta.
"Burak niye almadı dedesinin kedilerini?"
"Alerjisi var. Yol boyunca hapşırdı."
Sonra da bana hakaret etti. Kusura bakma Cihan, ama bunu sana söyleyemem.
"Yol demişken, o arabayı geri ver. Seni, hoşuna gittiğini bildiğim bir şeyden mahrum etmek istemezdim küçüğüm, ama anla beni."
"Anlıyorum, sorun değil. Güvenliğim için sonuçta."
"Çok istiyorsa sıradan insanların da binebildiği bir araba alsın sana."
Duygu iki kere bindiği Porsche marka araba için yas tutacak değildi. Çok haz duymuştu binmekten inkar edemezdi. Yine de Cihan'ı tedirgin görmektense yayan giderdi her yere. Dalgın şekilde Miya'yı seven Duygu'nun parmağında yüzük gören Cihan, sessizce yumruk yapıp içindeki yanardağın aktifleşme sürecinin geçmesini bekledi. Olmadı. Geçmedi.
Ayaklanıp balkona geçti Duygu ne olduğunu anlamadan. Bir sigara yakıp gözlerini kapattı. Hemen arkasından gelen Duygu yine yanlış ne yaptığını düşünmekten alıkoyamadı kendisini.
"Sen aç mısın? Beni mi bekledin? Ben yemiştim sana dediğim zaman."
"Beklemedim. Ben aç değilim."
"Çay yapayım mı?"
"Duygu, çay ilaç değil. Çay her şeyin çaresi değil."
"Hasta mısınNeyin var? Bağıracak mısın bana?"
Bağırmayacaktı. İçinin uğursuz seslerini bastıracak kadar sesi çıkmazdı zaten. Duygu'nun parmağındaki efsunlu bir yüzükmüş gibi, nefes alamıyordu. Biraz uzaklaşmaya ihtiyacı vardı evden çıkarak; ama geceleyin onu yalnız bırakamazdı. Korkardı.
"Nişanlandınız mı?"
"Bu mu? Annesinin takı dükkanından. Dedesi için taktı sanırım. Çıkarayım."
"Çıkarma. Süreç başladı Duygu. Bir araya geldiğiniz zaman evde unutman sorun çıkarır sadece."
Bir şeyden nefret etmekle, o nefret edilen şeyin olması gerektiğinin farkındalığı arasında çok ince bir çizgi vardı.
Cihan o ince çizginin araf olduğunu bilse de, hapiste Duygu'ya yardım edemeyeceğini kabullenmişti bütün gün düşünce denizinin içinde. Duygu haklıydı. Hikmet, Cihan dışarıdayken bike yeterince tehlikeli ve rahatsız ediciydi. İçeride olursa, Duygu ikinci bir kez düşünmeden ortak olurdu suça ki, özgürlük kapalı kapılar arkasında olmamalıydı onun için.
"Burak çok zengin. Görmemek için aptal olmak lazım. Düğün duyulacak. Bu düğün için kılıf bulmalıyız. Hikmet yağ tulumu, avantacı armut olsa da, elbet gazete okuyordur zaman zaman. En kötü tırnak keserken denk gelir habere."
"Yoo, Burak sade bir şey istedi. Büyük, kalabalık olacağını sanmam. Gerçi Ekrem dede kabul etmedi, ama Burak ikna edebilir."
"Edemez. Ekrem Zengin'in tüm torunları şaşalı evlenmiş. Burak istisna olmayacak. Üstelik seni sevmiş. En iyisi olsun isteyecek."
Şaşalı mı? Ben ve şaşa? Absürt.
Yine de Ekrem dedenin sözlerini hatırladı. Amerika'dan gelecek birileri söz konusuydu ve Cihan'la birlikte olduğunu, Cihan'ın Duygu'yu sırf o da ölmesin diye ancak ölürken bırakacağını Hikmet bilirdi. Aradaki maddi bağlantıyı er geç çözerdi.
Durduk yere, üstelik tanışmasının imkansız olduğu çok zengin biriyle evlenmesi şüphe çekerdi haliyle. Sonra o şaşaların arasında gördü kendini. Sade, beyaz bir gelinlik içinde, ayakları çıplak... Bahçede düğün. Yanında ona gülen...
"Cihan? Sen benimle evlenmeyi düşünmedin mi hiç?"
Kendi iç hesaplaşmasına dönmüş olan Cihan hesabı kapatamadan gelen soru karşısında afalladı. Duygu'yla evlilik... Sigarasından son bir nefes çekip ona döndü. Baştan ayağa süzdü onu. Çok pahalı olduğu belli olan kıyafetin içinde, ayakları çıplak, eski bir evin balkonunda, onun yanında...
"Yanlış anlama lütfen, seni mecbur etmek veya bir şey ima etmek değil amacım."
Davulun bile dengi dengine çaldığını derdi hep atalar. Cihan bir hırsızdı, Duygu'ya elini uzattığında onun kim, ne olduğunu bilmeden uzatmıştı elini. Mükemmel bir kadına dönüşebileceği değildi ilk önceliği. Hayatta kalmasını sağlamaktı. Hayatta kaldığında kadın değildi yine gözünde. Aileden biriydi. Hırsız olmayı istemeyen, bunun için türlü dayak yiyen yine de çalmayan küçük kızdı.
Çalmadan geçen ayları arttıkça iyi bir anne babanın yetiştirdiği, kim bilir ne sebeple evsiz kaldığını anlamamak zor olmaya başladığında, zaman zaman yaralarına becerikli ellerle pansuman yapan kızın lisede olduğunu ve dört beş aydır yanlarında olduğu için gidemediğini öğrenmişti. Devamsızlıktan sınıf tekrarı ve sonra kazandığı Sağlık Bilimleri Fakültesi ile, Duygu hakkında yanılmadığını görüp sevinmişti Cihan. Onu ancak yurt dışında, hırsızlık yapmak zorunda kalmadığı zaman karısı yapmak isterdi.
"Uzun bir gündü, yatalım küçüğüm."
Duygu için bu cevap beklendik ve beklenmedikti. Cihan evlenmek istemiyordu onunla. Tamam Duygu da zaten evlenmelik kadın imajı çizmiyordu şimdi. Doğruya doğru. Yaptığı yemekleri kedisi biraz büyüyüp ev yemeği yiyecek hale gelse bile yemezdi. Sadece, cevap vermeden gidecek kadar evlenmelik olmadığını düşünmemişti. Tabii Cihan onu kırmamak için böyle yapmış olmalıydı. Hayır deseydi eğer, kahrından ölürdü Duygu.
Yanına gittiğinde arkası dönüktü Cihan'ın. Komodinin üzerinden şarj aletini alıp telefona taktı salona geçip. Açtığında telefon kapalı olduğu zamanın acısını çıkarırcasına ses çıkarmaya başladı. Gece yarısı kim mesaj atardı? Burak'tan başka.
"MerhabaYarın geleceğini söyledin diye yazıyorum. Kurs saati 10.00'a çekilmiş. Haber vermek istedim. Aynı salonda yine."
Eve gelir gelmez attığı ve iletilmeyen mesaj sonrası Burak kriz geçirecekti. Telefonu kapatmıştı ve açmazsa nasıl görecekti mesajı? Bir daha attı. Görülmeyen mesaj sayısı birden fazla olursa sanki Duygu'ya telepatik yoldan ulaşabilirmiş gibi.
"Bizim tek haberleşme aracımızı diskalifiye etme sebebin nedir? Belirsizliğe alışkın değilim ben."
"Konuşacak o kadar şey varken sen ne saçma işlerle uğraşıyorsun kim bilir? Bana ne ya. Bu sondu. Yarın kursta olmadığında görüşürüz seninle."
"Kapalı, kapalı, hala kapalı. Duygu mahsus mu yapıyorsun? Ciddi ciddi soruyorum. Hiç sinirli değilim valla bak. Merak sadece. Beni delirtmek istemenin sebebi evlenince rapor alıp her şeyin üstüne konmak mı?"
Kahkahacıkları ağzından kaçan Duygu eliyle engel olmaya çalıştı. Komikti bu adam. İki saniye cevap alamazsa saatinde almadığı ilaç gibi iyileşemiyordu. Daha fena oluyordu.
Dün gece öldüğünü düşünmesi zaten yeterince evhamlı olduğunu kanıtlar gibiydi, şimdi kapalı bir telefonla düşündüklerini yadırgamadı bu yüzden.
"Merhaba, şarjım bittiğinde rapor aldıracak kadar delireceğin kozunu bana vermiş olamazsın, değil mi Burak? Şarjım sık sık bitebilir. Malum akıllı telefonlara şarj mı dayanır?"
"Bu arada tanıdığım iyi doktorlar var rapor verebilecek, bunu bir düşüneyim ben? Nikah ne zamandı? Evlenelim hemen."
Telefondan gelen ocean's eleven sesiyle anında uzandığı telefon sonrası kahkaha atma sırası Burak'taydı. Uyandıracak kimsesi olmadığı için gerginliği geçene kadar güldü. Hırsız olduğu iması dışında ılımlıydı bu kadın. Espriliydi, terazi burcu olduğundan kesinlikle, kendi ile alakası olamazdı çünkü, kiminle tanıştırdıysa herkes sevmişti onu.
Hülya da olmayınca Merve ile görüntülü konuşma yapmıştı. Başı önünde zar zor konuşmuştu kuzeni onunla.
"Haber veremedim sana Burak, affet."
"Veremedin mi vermedin mi?"
"Ne fark eder? Bir yola girdim. Atilla fena değil, bir dönem çıkmıştık, kısa sürmüştü."
"Neee? Atilla mı? Sen kafayı mı yedin? Hülya haklıymış. Para için bile çekilmez o sümsük. Kızım deli misin? Para derdin mi var senin?"
"Annem ve babam Burak. Bir de doğru insan gelene kadar dedemi mutlu görmek istedim. Diğerlerinin düğünlerinde eğlenmişti. Benim de evlendiğimi görsün istedim."
Merve'ye inanıyordu. Dayıları aç gözlü değildi; tembellerdi yalnızca. Dedesinin verdikleriyle çalışmadan koca adam olmuşlardı. Tabii, o eksik yanlarını eşleriyle tamamlamışlardı. Yengeleriydi fazlasını talep eden. Bir buçuk ay önceki aile görüşmesinde Burak hepsinin memnuniyetsizliğini çok net görmüştü yüzlerinde.
Hülya, Merve de birini götürdü der demez yaşadığı hayal kırıklığı, sırtından vurulmuşluk hissi bundandı. Burak'a en çok benzeyen oydu ve para için evlilik yapmazdı. Dedesi için de yapmazdı, evlenmez kalırdı.
"Yapma Merve, ajanstan oyuncu kiralasaydın bari. Dedem anlamış kızım. Hem Hülya'yı niye götürdün?"
"Anlamış mı? Of yaa! Sence niye Hülya? Atilla arada kaynasın diye."
"Şerefsiz misin kızım? Ben dedemle onu tanıştıracak olsaydım peki, adam üzüntüden yataklara düşerdi. Bunu düşündün mü hiç?"
Merve şimdi bozguna uğramıştı işte. Hülya'nın yıllar içinde değişen tarzı, bazı tutumlarından hoşlanmasa bile fena değildi arkadaşı. Liseden beri en yakını olmuştu. Burak'la olduklarında çok sevinmişti. Hülya'yı çoğu kuzeni ve yengesi az çok biliyordu ve Atilla en sonda kalmasın diye, evet ucundan şerefsizlik yapmış olabilirdi. Dedesi öyle tiplerden hoşlanmzdı; ama konu Burak olunca görmezden gelir diye düşünmüştü. Böylece Atilla da göze girmiş olabilirdi.
"Sen Hülya'yı tanıştırmayacak mısın?"
"Ne o? Tüm senaryo bunun üzerineydi ve şimdi patladı mı? İnanamıyorum sana Merve. Sen benim kardeşimsin ya."
"Özür dilerim. Benim derdim villa falan değil. Biliyorsun değil mi?"
"Emin değilim artık. Sana annemin bir dükkanını verecektim işletmen için. Ailen istemedi, sadaka görüp. Şimdi bu sahte evlilik. O kadar akraba içinden hiç kimsem yokmuş gibi hissediyorum."
"Deme öyle Burak. İki haftadır akla karayı seçtim senden kaçacağım diye. Annem ve babam onlar da maalesef ne yapayım?"
"Dürüst ol. En azından bana."
"Sen peki? Hülya değilse kim? Sahte evlilik yapacaksın işte. Villa umrunda değil senin. Hiç evlenmeyebilirdin."
"Ne zamana kadar? Dedem ne kadar yaşar daha bilmiyoruz. Ailemden sadece, beni mirasa ortak olmaktan öte görmeyen dayılarım mı olsun en mutlu günümde? Benim için gerçekten mutlu olacak insan dedem anne tarafında."
"Ben de varım. Ama sevmediğin biri ile evlenince hangi mutluluk bu?"
Küfür mutluluğu.
Merve haklıydı. Dedesi için, kendi mutlu olmayı es geçiyordu bir nevi. Yani evliyken Hülya ile olmaya devam edecekti, ama kutsal evlilik bağı tanımadığı, hırsızın tekiyle kurulacaktı.
"Anlaşmalı bizimki. Dedemle tanıştı ayrıca bu akşam. Bayıldı ona. Merve sana güvenebilir miyim?"
"Off ya? Ağlayacağım şimdi. Bana bu soruyu sormana neden olduğuma inanamıyorum. Allah kahretsin! Yanındayım Burak. Yanındayım abicim. Özer, Nesrin gibi değiliz biz."
Değillerdi, evet. On yedide iki oranla Ekrem Zengin'in kendilerince doğru olanlarıydı. Her şeyi açıklayamazdı. Anlaşmalı olduğunu söyleyerek bile risk almıştı belki, ama bu durum ne kadar yalnız olduğunu öğrenebilmesi için gerekliydi. Merve'ye bir kez, son kez daha güvenecekti. Hülya'yı ikna etmek için söylediği yalanı ona da anlattı. Bildiğini Hülya dahil kimseye söylemeyeceğine yemin etti Merve.
Özer ve Nesrin'in düğün tarihi bilgisi de geldi konuşmanın devamında. Merve üçüncülüğü Burak'a vermek istedi. Atilla konusunu bir daha düşünmeye karar verdi çünkü.
Burak Merve ile geçen, içine sinen konuşmanın devamında gelen mesajlarla mutlu oldu bu yüzden. Oyun devam ediyordu, Merve ile müttefikti, dedesi halinden memnun, Hülya ile arası iyiydi. Daha ne isterdi?
"Kurs bitiminden sonraki hafta sonu nişanımız var. Ondan bir ay sonra da düğün olacak. Eylem ile haberleş, ne lazımsa halledin. Zamanımız az. Nikah günü alırız yarın ve avukata gidip sözleşme hazırlarız kurs sonrası. İyi geceler."
Gelen mesaja bakakaldı. Ciddi ciddi, halis mulis, buz gibi evleniyordu lastik değiştirmeyi bilmeyen adamla. Aday Duygu Özcanlar yerini asil Duygu Özcanlar'a bırakacaktı bir ay kadar sonra.
Süreç başlamıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder