25 Mayıs 2019 Cumartesi

KALBİMİ GERİ VERİR MİSİN? 19. BÖLÜM

Hülya'yı güç bela gitmeye ikna edip Duygu'nun arkasından yürüyerek iki dedesinin olduğu masaya oturdu Burak. Gözleri, ona hiç bakmayan; ama hala Eylem ve Merve ile gülücükler saçarak dans eden Duygu'daydı. Az önce Hülya ile onu görmesi tercih edeceği bir durum değildi ve Hülya nişan günü yine kötü hissederek içmiş, yoldan geldiği için uğrayamamıştı belki davete.

Başkalarına göre eski kız arkadaşı olan kadın, düğüne davet edilenler arasında değildi elbette, ama neden geldiğini az çok anlayabiliyordu. Sevdiği adam ondan bambaşka bir kadınla evlenirken her kadının bu kadarını yapmaya hakkı olurdu galiba. Hak vermese de anlıyordu.

Bu anlayışlar hiç iyi yere gitmiyordu yalnız. Duygu bir ay önce nişanda, Cihan'ın lafını ettiğinde demediğini bırakmamaya ramak kaldığını hatırlıyordu. Kaldı ki, Cihan'ı kimse bilmiyor, tanımıyordu. Görseler bile üstünü örtmek kolay olurdu.

Ya Hülya'yı biri görseydi? Gelen Duygu dışında biri olsaydı...

Cihan da burada olsaydı mesela ve Duygu'yu o şekilde gören kendisi olsaydı...

Siktir. Ne yapabilecektim ki? Çok kötü oldu bu. Yaptığım bir şey olsa gam yemeyeceğim.

Hülya ile seks yapmamıştı, duvar dibinde. Özlemle öpüştükten sonra Duygu geldiğinde, Hülya her şeyi hazırlamıştı, ancak Burak tamamlamamıştı. Bunu Duygu'ya nasıl söyleyecekti, söylemesine gerek var mıydı dedesini dinlemek yerine iç sesiyle kavga ediyordu.

"Alacağım ayağımın altına artık, düğün müğün dinlemeyeceğim ha!"

"Affedersin dede ne diyordun?"

"Sen ne taktın Duygu'ya, karışıklıkta ben göremedim. Aferin dayılarının hepsi bilezik almış, kıymışlar parama."

Burak ne mi takmıştı? Takmamıştı, ama takacaktı. Ona kalsa hiçbir şey takmazdı. Menekşe ablanın yanına o gün, takıları seçme işi bittikten sonra Duygu'yu almaya gittiğinde cebine bir kutu sokuşturmuştu kadın. Ne olduğuna bile bakmamıştı paketini bozmamak için. Şimdi mecburen açıp dedesine gösterecekti. Saçma sapan bir şey olduğunu düşünmüyordu, hatta en iyisini seçtiğinden şüphesi yoktu; ama aklı Duygu'nun düğün sonrası koparması muhtemel fırtınadayken iyiyi kötüyü ayırt edecek hali yoktu.

"Ben evde takarım diye düşünmüştüm. Size göstereyim dede."

Sabah evden çıkarken son anda hatırlayıp atmıştı cebine. Portmantoda anahtar çanağında bulundurması epey yardımcı olmuştu tabii yanına almasına. İçinden ne çıkacağından bihaber dedelerinin meraklı gözleri önünde açtı kutuyu.


İki dedesi ve babaannesinin memnun bakışları altında eğdi gözlerini kutuya. Menekşe ablası ne yapmıştı böyle? Çok güzeldi. Duygu sanki gerçekten karısı olmuş gibi seçmişti tabii bunu. Bilmiyordu ki, sahte evlilik için aşırı pahalı bir hediyeydi.

"Beğendim, aferin. İyi düşünmüşsün. Pırlanta değil mi bu?"

"Evet dede. Duygu'ya daha azını layık göremezdim."

"Peh! Gümüş olsa da ses etmezdi. Maddi kaygısı olan bir kız mı sence o?"

Babasının babası da takdir eden bakışlarını kaldırdı torununun az ileride eğlenen karısına. İki gün önce tanışmışlardı onunla ve ne yalan söylesinler Burak'tan böyle bir performans beklemiyorlardı. Hele babaannesi ve halası delirmişlerdi Duygu için. Tatlı dili, naifliği birinin ölen oğlu, birinin kardeşi olan kadınlar Burak'la gurur duymuşlardı.

Burak da Duygu'ya döndü tekrar. Evlilik sözleşmesini ikiletmeden imzalamıştı. Bu evlilikten çıkarı vardı kesinlikle, yine de eğer imzalamasaydı daha fazlası için mahkeme yolunu açık bırakmış olur, başının ağrıtabilirdi.

Daha onun yanında olmadan, aldıkları bir kıyafeti bile giymemişti. Hiçbir şey talep etmiyordu. Burak üstüne düşen banka ödemesinin bir kısmı dışında para bile vermemişti ona elden. Sonra Porsche vardı ki, onu ikinci gün gelip iade etmişti.

"Değil dede, hiç değil. Yine de yakışır ona, değil mi?"

Menekşe ablası seçimi kendi yaparak Burak'ı utandırmıştı. Burak'ın aklına gelmeyen, gelse bile böylesini seçemeyeceğini bilen birinin odunluğuyla konuyu burada kapatacaktı kendi içinde.

Saatler gece yarısına yaklaştığında suç üstü yakalanmış birinin ezikliğiyle yanaştı Duygu'ya. Tek başına oturuyordu. Bugün için bir hayali daha vardı. En azından bu yüzünü güldürebilirdi. Yani o zaten gülmüştü tüm akşam boyunca, bu kez güldüren Burak olabilirdi.

"Duygu bakar mısın bir?"

Müzikleri her kim ayarlamışsa Duygu halinden memnun sallanıyordu oturduğu yerde. Denize karşı oturmuş, görmeyen gözlerle denize bakıyordu Burak yanına gittiğinde. Ay ışığının oluşturduğu muhteşem yakamozlar Duygu'nun yüzünü aydınlatan tek ışık kaynağıydı.

Yaş ortalamasının oldukça düştüğü ortamda Burak'ın önceden tembihlediği üzere sadece gençler kalmıştı. Ekrem dedesinde kalıyordu Amerika'dan gelen misafirler. Otelde kalmalarına kat'iyen müsaade etmemişti. Onlar da az önce kalkmışlardı.

"Söyle."

"İlk feneri sen yollamak ister misin gökyüzüne?"

Duygu şimdi döndü ona. Dilek feneri hayali için ayarlama mı yapmıştı yani? Başını salladı hevesle. Bunu kendisi bile unutmuştu. Burak ona elini uzattığında tutmadan kalktı yerinden. Tam ilerleyecekken belinden yakalandı yine.

"Nereye böyle yalnız?"

"Ortamlara akmaya."

Nereye olacak, piste.

"Benimle de akabilirsin. Düğün daha bitmedi."

Duygu'yu istediği yere yönlendirince tesis yetkilileri fenerleri dağıttılar. Duygu çok heyecanlı görünüyordu. İlk önce onunkini yaktılar. Gözleri kapanıp dudakları kıpırdamaya başlayınca Burak bir adanmışlığı izliyordu sanki. Gökyüzüne yollayacağı dilek feneri tüm dileklerinin kabulü için tek şansıymış gibi ne varsa sıralıyordu. Hayır, öyle içten öyle doğal yapıyordu ki, aklına dalga geçmek gelmiyordu.

"Her şey çok güzel olacak."

Olmalı. Olmak zorunda.

Gözlerini açıp ilk söylediği şey bu oldu ve tam karşısında olduğu için gördüğü ilk kişi de Burak'tı. Sözlerinin aksine gözleri bok güzel olacak karşımdaki bu hıyarla diyordu adeta. Görmek istediği son kişi olmasa da, ilkinin Cihan olduğunu anlamak zor olmadı Burak için. Bekletmeden feneri azat etti ellerinden. Biraz daha tutarsa içinde yanan mum gibi eriyecekti sanki dilekleri. Herkes ondan sonra saldı mevcut diğer fenerleri. Gökyüzünde ateşler yanmış, şölen düzenlenmiş gibiydi. Büyülü bir andı. Burak bile her şeyin çok güzel olmasını diledi.


Son davetliler de gidince kiraladıkları limuzine bindiler birlikte. Şoför de yerini alınca Duygu Burak'tan en uzak köşeye geçti oturduğu yerde kalmayarak. Camdan dışarı bakmaya başladığında dışarıdan yansıyan dolunayın aydınlattığı ve saçlarının imkan verdiği ölçüde gördüğü kızın minik yüzünden akan yaşlar dikkatini çekti Burak'ın.

"İyi misin Duygu?"

İyiymiş. Yersen. Başını salladı yalnızca. Dönüp bakmadı. Sessizlik istediği barizdi. Burak şikayet edecek değildi bu durumdan. Sadece bu sessizlik eve giden yol bitmediğinde artık sinir bozucu olmaya başladı. Hülya konusunu açmaya karar verdi. Her ne kadar sahte bir evlilik söz konusu olsa da, Burak haksız taraftaydı. Üstelik hakkı olduğu halde ona çıkışmayan kadına karşı kendini sorumlu hissetti. Ya da sorumsuz... Yaptığı tam bir sorumsuzluktu. Ya yapmadığı...

Of! Özür dile gitsin işte Burak. Saçma bir durumdu, kabul et.

"Duygu, bak, ben gördüklerini hak etmediğini biliyorum. Nasıl olduğunu anlamadım; hızlı gelişti, ama biz bir şey..."

"Hak etmek mi? Komik olma Burak. Yirmi üç yılda öğrendiğim bir şey varsa insan sadece hak ettiğini yaşamıyor bu hayatta. Sence benimle evlenmeyi hak ettin mi sen?

Seninle evlenmeyi hak etmek derken...

Burak tam yumuşamaya başlamışken narsizm, egoizm kıvılcımları çakmaya başlayan kadının açıklama hak edip etmediği aşamasına geri döndürdü zihnini. O pantolon fermuarının nasıl açıldığı hala muamma iken bir şekilde açılmış olduğu gerçeğiyle hala hatalıydı ve bir kez daha denemeye karar verdi.

"Biz Hülya'yla birlikte olmadık Duygu. Bizi o aşamada görmüş olmandan dolayı özür dilerim senden."

"Bana ne Burak bundan? Olsaydın, ne güzel daha kolay bulurdum sizi. O halde, yeterince ses gelmiyordu piste kadar."

"Seninle anlaşmak niye bu kadar zor? Çabalamadığımı söylemeyemezsin."

"Çabalamana gerek yok. Bana verdiğin direktiflerde ve ültimatomlarda artık daha az tutucu olmayı öğretti sanırım gördüklerim sana. İnsan yaptıkları ve yaşadıklarından ders almalı neticede."

"Ne demek bu?"

Sakın Cihan ve seks ve Burak üçlüsünü aynı cümle içinde kullanma.

"Şu demek Burak Efendi, birbirimizin seks hayatına karışmama konusu daha bir netleşti kafamda, yine de merak etme, ben Cihan'la orada da dediğim gibi halka açık alanda sevişmem."

Burak Duygu'nun yanına uçtu adeta. Kolunu sıkıp morartmamak için canını daha az yakacağına inandığı şekilde omuzlarından tutup kendine çevirdi.

"Bir bok netleşmemiş kafanda. Duygu Özcanlar oldun sen beş saat önce. Ona göre davranacaksın kıvırcık. Ona göre yaşayacak ona göre nefes alacaksın."

"Bırak beni kornişon. Senin soyadın değişmedi diye mi fuhuş yapma hakkını veriyor devlet sana. Beni şartları hatırlatmak zorunda bırakma Burak. O şartları koyan da sen ve tatlı kız arkadaşındı. Benim fazladan bir talebim olmadı. Birkaç ay süreyle geceleri senin evinden başka yerde kalmayacağım. Ekrem dedeye daima güler yüzlü davranacağım ki, en kolayı bu zaten. Senden boşandığımda hiçbir şey talep etmeyeceğim ki, bunun için kapı gibi sözleşme imzalattın. Senin Hülya ile olan çarpık cinsel yaşamına da ses etmediğime ve etmeyeceğime göre kimin yatağına girdiğim senin sikinde olması gereken bir mevzu bile değil."

Araba nihayet Burak'ın yaşadığı evin önünde durunca dışarı dar attı Duygu kendini. Burak'la aynı havada soluma yapma eylemi bile uğraş isterken, bir de aynı arabayla gelmek için delirmiş olması lazımdı.

Duygu Özcanlar olarak nefes alacakmışım. Benim şu an ruhumu teslim etmemem bile mucize.

"Ben açacaktım kapını, niye indin hemen? İlk dakikada sukoyuver diye bayılmadım paraları size."

Cevap vermedi ona. Şu an tüm varlığını başka bir şeye adamıştı Duygu. Araba yanaşmaya başladığından beri gözüne takılan imgeye doğru hızla yürümeye başlamıştı bile. Cihan'a aitti binanın dibindeki gölge, emindi. Yürümesi koşturmaya döndüğünde Burak kolundan tutup kendine doğru savurdu gelinlikli kızı.

"Aklını mı kaçırdın sen? Koşa koşa bir herifin boynuna sarılmana izin vereceğimi sandın düğün sonrası? Bir gören olacak, yürü eve giriyoruz."

"Sana ne be? Bırak kolumu. Şanslısın ki, izin isteyen yok senden."

"Duygu evimin önündeyiz. Benimle eve gireceksin. Şimdi."

"Kendi düğünümde ve tuvalet dibinde değilim diye mi sorun oldu bu sana?"

Kolunu bıraktı, ama gözleri yerinden kımıldamaması için yeterliydi. Söylediklerine karşı çıkamıyor olması, ellerini iki yanında yumruk yapmasını engellemese de nesine itiraz edecekti? Kadın bal gibi haklıydı, sakince kelimelerle sıçıyordu ağzına yüzüne. Duygu ise çoktan hırsını gömüp Cihan'ın tepkisini çekmemek için orta yolu düşünmeye başlamıştı. Ayıptı gerçekten, bir gören olabilirdi. Ekrem dedenin kulağına giderse Duygu'nun bittiğinin resmiydi.

"Sarılmayacağım Burak. Göreyim bir. Kaç gündür görmüyorum doğru dürüst, o hazırlık bu tanışma derken."

Burak burnundan solurken onu bu şekilde tutamayacağını biliyordu. Bir şekilde zaten giderdi ki, üstünlüğün kendisinde kalmasını istiyorsa eğer, izin veren gibi görünmeliydi.

"İki dakika sonra salonda ol."

Duygu'nun aydınlanan yüzü karanlık geceye inat kuzey ışıkları gibiydi. Anında Cihan'a doğru, bu kez daha sakin tavırlarla yürümeye başladı. Tam karşısına geldiğinde bir terslik olması ihtimali doldu zihnine.

"Cihan, sen iyi misin?"

"Çok güzel olmuşsun küçüğüm. Canını mı yaktı o hıyar senin?"

İçmiş, iyi de niye?

"Sahte bir gelin ne kadar çok güzel olabilirse o kadar işte... Niye içtin Cihan bu kadar?"

Ondan başkasıyla evlendiği için, bu evliliği daha önce akıl edemediği için, bu gecenin hiç gelmemesi adına artık yapabileceği hiçbir şey olmadığı için, için de için... Ne fark ederdi?

"Gerçekten melek gibi görünüyorsun. Beyaz ne çok yakışmış. Canını mı yaktı dedim? Kolunu tuttu."

"Hayır Cihan, benim canımı yakamaz o. Hem bırak melek gibi olmuşsunları falan. Uzun bir yolculuk öncesi tiradı lazım değil bana. Yarın sabah gelirim zaten evimize."

"Gelir misin gerçekten?"

Nasıl soru bu? Sarhoş bir adamla inatlaşma Duygu. Cevapla, geç.

"Geleceğim tabii. Sen neyle geldin? Lütfen araba kullanma böyle."

Elini yüzüne doğru kaldırdı, ama dokunmadan indirmeye yeltendi. Duygu tuttu, yanağına bastırdı o kocaman eli.

"Git hadi Duygu, dikkat çekiyoruz böyle. İyi geceler küçüğüm."

"Cihan söz ver. Taksiyle döneceksin. Hatta gel bindireceğim seni."

"Söz küçüğüm. Araba kullanmayacağım."

Belinden sarıldı adama. Gelinlikle sarıldığı kişi illa sevgilisi olmak zorunda değildi ya. Kim görürse görsün, kim ne derse desindi. Cihan Hülya şıllığı gibi taşkınlık yapmak için düğün basmamıştı. Evlenen çiftin bir üyesini tuvalet duvarı dibinde becermeye çalışmamıştı. Üstelik becerememişti bile. Cihan olsaydı Duygu çoktan almıştı onu içine kimsenin ruhu bile duymadan; ama her şeyin yeri ve zamanı vardı. Düğün bu adilik için fazla masumdu. Tüm sahteliğine rağmen üstelik. Madem bir anlaşma söz konusuydu, Burak Efendi de üstüne düşeni yapacak, ha unutursa da kafasına vura vura Duygu öğretecekti ona.

"Gece kalamayacağım biliyorsun; ama tüm gün birlikte oluruz. Hem Miya'yı da hazırlarım. Dönüşte alırım."

"Kalsın biraz daha bende. Hepten gitme benden."

Cihan saçmalıyordu. Duygu sineye çekecekti. Yarın soracağı hesabı ayık kafayla hatırlamasını istiyordu. Yanağına öpücük kondurup eve yürüdü ağır adımlarla. Burak eve girmiş, göremediği tarafta kalmış ikiliyi deli gibi merak ediyordu. On dakikadır yukarı çıkmayan kadın adamın delirmesi için gerekli tüm şartları sağlıyordu.

Nihayet açık bıraktığı kapı kapandığında dönebildi boynunu zürafa gibi başarısızlıkla uzattığı camdan. Sakin kalmaya çabaladı. İkisi de öfkeliydi. Öfkenin neler getirebileceğini yıllar önce deneyimlemişti Burak. İçinden ona kadar saymaya başladı.

Duygu ise çoktan ona ayrılan odaya geçmişti bile. Yanına gelmemesi iyiydi bir yerde; ama takısı vardı takılacak. Yarın dedesine kahvaltıya gideceklerini de söylemeliydi. Halası adetten olduğunu söylemişti düğünden ayrılırken. Hem onlar da yarın akşamki uçakla döneceklerdi Amerika'ya. Gitmeden son bir kez görmeleri iyi olurdu.

Odaya girince hemen üstündeki gelinliği çıkarıp kendini duşa atan Duygu, akan suyla birlikte gerilen tüm sinirlerinin buharlı ütüyle müdahale edilmiş çamaşır gibi açıldığını hissetti bir süre. İyi hissediyordu şimdiden. Yatıp hemen uyumak, bugünü, gördüklerini, yaşadıklarını uyku süresince de olsa unutmak istiyordu. Hem kim bilir, belki de bu bir kabustu ve uyandığında Cihan'ın onu sımsıkı saran kollarında olacaktı.

Pijamalarını giyer giymez yatağa girdi ve girer girmez de uykuya daldı. Burak mutfağa geçip kahve koydu. Çay olsa daha iyi olurdu; ama Duygu'ya yap diyemezdi. Hem yap dese de yapmazdı ki, minnet etmek için geç bir saatti.

Uyuyamayacağının bilincinde ruh haliyle aynı renk koyu bir kahve iyi giderdi. Duygu da sakinleşip çıkardı birazdan odadan. O zaman konuşurlardı iki medeni insan gibi. Kahve olurken odasına çıkıp halletti üstünü başını. Hülya arıyordu şimdi. Saat ikiye geliyordu ve bu telefon görüşmesi için yeterince koyu kahve içmemişti henüz. Basiretsizliğinin gizli öznesi oydu ve onu görünür yapmayacaktı bu saatte.

Tekrar mutfağa giderken Duygu'nun sesini duydu. Kapıya yanaştı iyice. Söz veriyorum diyordu. Defalarca yineledi. Cihan'a kim bilir ne için söz veriyordu.

"Biz kalp kırdık diye üzülelim, kız arkadaşımızın telefonunu açmayalım, hanımefendi telefon seksi yapsın."

Hırsla döndü mutfağa ve kahve koydu kendine. Salona geçtiğinde biraz televizyon izlemek için kumandayı eline aldı. Kumanda olduğunu sandığı şey işlevsiz kalınca elinde tuttuğu aygıtın Duygu'ya aldığı telefon olduğunu fark etti. Telefon seksi yoktu o zaman.

Duygu döne döne söz verirken babası hala sürdürüyordu aynı repliği.

"Söz ver Duygu. Söz ver kızım. Dediklerimi unutmayacaksın."

"Söz veriyorum babacım. Asla unutmayacağım. Ezberledim hepsini."

"Aferin benim güzel kızıma. Aynı annen gibisin. Onun saçları da böyle kıvır kıvırdı. Çok güzeldi. Sen ona benziyorsun."

"Biliyorum fotoğraflarından."

"Annen için de söz ver bana. Senden vazgeçmedi. Kendinden geçti; ama seni bırakmadı güzel kızım."

"Tamam babacım, söz."

"Ne olursa olsun, çaresiz gördüğün kim olursa olsun yardım edeceksin. İnsan yaptıklarından çok yapmadıkları için pişmanlık duyar ki, içinde bir acaba oluşmasına hiçbir zaman izin verme Duygu. Acaba yardım etseydim farklı olur mu diye düşünme. Olur güzel kızım. Her şey çok farklı olur çaresiz birine yardım ettiğinde. Söz ver bana."

Altı yaşında, babasının ölüm döşeğinde takılan kaset gibi tekrarladığı bu cümlelerini hiç unutamadı Duygu. On altı yaşında kendisi çaresizliği dibine kadar yaşamışken ona uzanan bir elle değişen hayatı ona arkasında asla birini bırakmamayı da öğretmişti. Babasının sözleri daha anlamlı olamazdı.

"Söz veriyorum. Söz veriyorum. Gitme babacım."

"Hadi gel Duygu."

"Hayır, bırak beni. Babamla kalacağım ben."

"Duygu kalamazsın burada tek başına."

"Kalırım. Bizim evimiz burası. Babam ve annem yine geldiklerinde evde beni bulamazlarsa nasıl girsinler eve?"

Sayıkladığının bilincine kapıya sertçe vurulma sesiyle varabildi Duygu. Ne oluyordu? Yanaklarının ıslaklığını da fark etti o anda. Kapısı hala vuruluyordu. Cihan yanında yoktu.

"Kahretsin evlendim ben. Hem de sana verdiğim sözü tuttuğum için baba. Hani her şey değişirdi? Hayatım alt üst oldu."

Gidip kapıyı açtığında endişeli bir Burak görmeyi beklemiyordu. Sinirli bir Burak, evet o kapı vurulmasına beklediği oydu.

"Ne diye kilitledin kapıyı? Aklım çıktı Duygu."

"Yabancı bir adamla aynı evdeyim. Tabii kilitleyeceğim."

"Hasbinallah... Tecavüz mü edeceğim senin sıska bedenine?"

"Bildiğim iyi oldu. Senin yanında zayıf kalarak namusumu koruyabileceğim demek ki. Sapık küfür."

Burak bir an sapıklık mertebesine layık görülmek için ne dediğini düşündü. Sonra gülmeye başladı. Kadın uyku sersemi bile faka basmıyordu, ağız dalaşından geri durmuyordu. Ailesi işin içine girmeden yedirdi yine küfür kıyameti.

"Haklısın, tuhaf oldu biraz. Ne ara uyudun da sayıklama aşamasına geçtin sen ya? Ağlamışsın, iyi misin?"

"İyiyim. Sayıkladım diye mi kıracaktın kapıyı?"

"Başta telefonla konuşuyorsun sandım. Salondaymış telefonun. Kime söz veriyordun öyle."

"Kendime. Uykum bir kornişon tarafından bölünürse onu öldürmeyeceğime dair kendi kendime ant içiyordum. Şimdi, başka bir şey yoksa güzellik uykuma döneceğim."

"Güzelleşmek için uykudan fazlasına ihtiyacın var kıvırcık."

Ben senin güzellik anlayışının ta... Senin Hülya güzellikte uzay çünkü.

"Kilo mu alayım bir de? Sağol kalsın."

Sabır Allah'ım sabır. Delirme Burak. Daha çok gençsin. Genceciksin. Körpeciksin.

"Kahve yaptım, içer misin diyecektim; ama maşallah çeneni duyan yeni uyanmış demez."

"Ne der peki? Aa bir dakika ne dedikleri hiç umurumda değilmiş meğer. Ayrıca ben uyuyacağım diyorum sen kahve diyorsun. İyi geceler."

Yüzüne kapanmak üzere olan kapıya son anda ayağını uzatarak engel oldu Burak. Takacağı bir yüz görümlüğü vardı. Dedesine evde takarım dediğinde adını öğrendiği şey yaşlı adamın çok hoşuna gitmişti. Sonra sabah kahvaltı işini haber vermeliydi. Yoksa uyanır uyanmaz onu evde bulamayacak hissi beliriyordu içine. Bir saat kadar önce Cihan'a koşmaya yeltenmesi gözünü açar açmaz, yüzünü bile yıkamadan soluğu onun yanında alacağının habercisi gibiydi.

"Kahvem soğudu senin yüzünden. Ayakta yoruldum. Salona gel iki dakika. Konuşmamız lazım."

Yürümeye başladığında Duygu açılan uykusuna mı yansa, açan Burak olduğu için ona mı sövse kararsızdı. Ne konuşacaktı gecenin bir yarısı onunla sanki? Takıları mı isteyecekti? Ya da onları mı sayacaktı?

"Sabahı bekleyemez mi bu konuşma?"

"Salona dedim Duygu. Ben de yanıp yıkılmıyorum bu saatte seninle sohbet etmeye."

Salona geçtiklerinde kocaman esneyerek ne kadar uykusu olduğunu Burak'ın gözüne sokmak istese de adamın pek taktığı söylenemezdi. Yavaş hareketlerle kupasını ağzına götürüyor, ondan da yavaş geri indiriyordu kucağına. Duygu bir ara o kadar zaman geçtiğini düşündü ki, Burak, boş bardağı sırf inadına kaldırıp indiriyor bile olabilirdi. Burak aklındakileri toparlamaya çalışırken Duygu dayanamadı.

"Sabahı bekleyecekmiş işte konuşma, ne diye yatakta sabahlamak varken kanepede eziyet çekiyorum."

"Dedeme kahvaltıya gideceğiz sabah. Halam on gibi gelin dedi."

Ne diye düşünüp kasıyorsam kendimi? Karşımdaki alt tarafı hırsız Duygu.

"Pardon! Bir an gideceğiz dedin sandım. Uykum var ya, ondan olsa gerek."

"Gideceğiz dedim zaten."

"Hadi ya? Durum bildiyorsun yani. Gidelim mi, gidebilir miyiz, gitsek mi gibi soru cümleleri beklemem tamamen benim hatam."

"Senin başka bir programın mı vardı karıcım? Evliliğimizin ilk sabahında hanımefendi yatakta kahvaltı bekliyordu galiba?"

"Ben Cihan'a gideceğim. Kahvaltıyı da onunla yaparım."

Burak elindeki kupayı öyle sert bıraktı ki koltuğun ahşap kenarına, Duygu etrafa saçılan kahvelerle içindekinin bitmemiş olduğunu anladı. Ne diye sinirlendiğine kafa yorması gerekirken o, benek benek olan kumaştaki kahve lekesinin nasıl çıkacağını düşünüyordu.

"Biz seninle ne konuştuk? Salak mısın deyince kızıyorsun sonra. Unut kıvırcık Cihan'ı falan."

"Gece kalmak yok diye konuştuk. Ben o odaya girmeden biraz evvel, ki;  bu da bir saat öncesi oluyor, şartları tekrar bildirim geçmiştim sana. Unutmuş olmak için fazla salak olman lazım. Gündüz istediğim gibi giderim."

"Yarın değil, tamam mı? Dedemler Amerika'ya dönüyor ve düğün sabahı adettenmiş, el öpmeye gidilirmiş büyüklerin evine. Çanta gibi seni yanımda taşımaktan haz duymuyorum ben de. Ama annem babam olmadığı için dedeme gideceğiz. Bitti."

Sesini yükseltince yerinde sindi Duygu. Ona doğru bir hamlesi yoktu; ama yüksek sese tahammül edemiyordu. Küçük harfle konuşulunca da anlardı o, ne diye bağırıyordu ki? Burak son sözünü der demez odasına çıktı. Kalıp cevap beklerse ve Duygu büyük ihtimalle karşı çıkarsa kalbini kıracağını biliyordu. Bir kadına bağırmak bile zoruna giderken Duygu ayarlarıyla oynuyordu. Yoksa ne diye bağıracaktı elin kadınına.

"Bir de Cihan diyor ya. Ben dedem diyorum o Cihan diyor."

Duygu tekrar yatağa girdiğinde döndüğü sağlar sollar bitmek bilmedi. Sabah ise olmak bilmedi. Burak'ın onu uyandırdığı saatte Cihan'ı aramış olsa kafayı yiyeceğinden emindi. Aksine de ispat edemezdi onu. Burak'ı kesmeye gelirdi doğruca. Basit bir kahvaltı için olduğuna hayatta inanmazdı. Yatarken bir de kabusunu düşündü. Babasını görmek kabus değildi elbette; ama sonrasında onu alan kişiye kadar ilerlememişti gördükleri.

"Bu yüzden kabus değil miydi zaten? Bu yüzden unutmadım mı ben her şeyi? Geçmişim ne diye hortladı yine?"

Ne zaman uyuduğunu bilmeden yine kapısının vurulma sesine uyandı.

"Yine mi ya? Lütfen Allah'ım bu sefer kabussa da razıyım. Ses kesilsin ve ben biraz uyuyayım."

"Duygu saat dokuz buçuk hadi, uyan. Fırından bir şeyler alacağız daha, saat on demişti halam."

Bir hışım kapıyı açtığında Burak onun içinden geçeceğini sandı. İyi fren yaptı doğrusu. Çarpmadan durdu.

"Sana da günaydın Burak Efendi. Bir kadın nasıl uyandırılmaz en güzel örneklerini sergiledin dün geceden beri. Ne maharetlerin varmış senin öyle ya?"

"Niye kilitli yine bu kapı? Sakın bir daha kilitleme."

"Dün gece konuştuk bunları. Tekrarlatma bana."

"Duygu ya doğal afet falan olsa, yangın çıksa, hırsız girse, tamam onun için iyi olabilir; ama diğer her şey için risk barındırıyor kilitli kapı. Kilitleme işte. Benden çok korkuyorsan yastığının altına bıçak koy gece yatmadan. Beş dakika içinde çıkıyoruz, hazırlan hadi."

Duygu bir şey diyemedi.

"Bak insan gibi konuşunca nasıl da anlıyorum. Tamam hazırlanıyorum hemen."

Tuvalette işi bitince Burak'ın getirdikleriyle hemen giyindi. Salondan telefonu aldığında hazırdı. İki dakikası kalmıştı hatta. Saate baktığında gelen mesajı fark etmesiyle kanepe çökmesi bir oldu. Cihan mesaj atmıştı.

*Her şey hazır küçüğüm. Fırına gidiyorum. Çay ellerinden öper sadece :)

Gözyaşları şelale olmuş akarken onu arayamayacağını biliyordu. Konuşursa daha kötü olurdu.

"Ne oldu yine kıvırcık?"

"Yok bir şey. Ne kadar sürer işimiz kahvaltıda?"

"Ne bileyim ben? Kahvaltı, biraz sohbet o kadar sürer işte. Havalar güzel hala. Kesin kamelyada hazırlamışlardır. Açık havaları kaçırmaz bizimkiler. Hadi hadi. Yolda sor ne soracaksan."

Yolda hangi birini yapacaktı? Deli gibi ağlayası vardı önce. Sonra ağladığını gittikleri yerde olanlar çakmasın diye bir çözüm bulmalıydı. Bir de Cihan'a gelemeyeceğini söyleyecekti ki, bunu yapabileceğini sanmıyordu. Bugün bitene kadar ölü taklidi yapsa yer miydi acaba? Fırından bir şeyler alınca yirmi dakika içinde gelmişlerdi villaya. Duygu hiçbirini yapamadığı gibi arabadan da inemedi.

Gerçekten de mükemmel bahçeye hazırlamışlardı her şeyi. Ona mükemmel gelmiyordu sadece. Cihan'ın aradığını bildiren melodi çalmaya başlayınca Burak kapısını açmış ona bakıyordu soran gözlerle. Herkes onlara doğru gelirken nasıl cevaplayacaktı ki çağrıyı? Yüzünü gözünü zor toparlamıştı. Yerleştirdiği gülümsemeyi oturtmayı başarmış olmalıydı ki, diğerleri de gülüyordu.

"Aferin vallahi. Diğerleri içinden ilk sabah gelen tek çift sizsiniz. Bir Merve kaldı gerçi evlenmeden, o da gelir mi meçhul?"

"Günaydın dedem, rahatsız etmedik inşallah."

"Duymamış olayım. Gençler hatırımı sayıp evime gelecek ben de rahatsız olacağım, çok mutlu ettiniz bizi."

"Hadi halacım geçin hemen masaya. Ay ne zahmetler ettiniz. Enişten almıştı bir şeyler."

"Olsun hala. Yolda yersiniz."

Dört dörtlük kahvaltı masası ilk kez dikkatini çekmiyordu Duygu'nun. Elleri boş dönüyordu her defasında almak istedikleri üzerinde dolaşıp. Çay da tat vermiyordu. Bir fırsatını bulup tuvalete geçtiğinde midesi gibi kafası da boş olduğundan elinde telefon mahsur kaldı orada bu kez. Son bir gayretle korku ve ecel ikilisinin birbirine olan hasımlığından bastı arama tuşuna.

"Duygu?"

"Cihan çok özür dilerim. Ben dönemedim hemen sana."

"Anladım küçüğüm, dert etme. Müsait olsan dönerdin. Ben dün gece yarın gelirim deyince, öyle kendimce kahvaltı diye düşündüm."

"Uyanır uyanmaz gelecektim; ama Ekrem dede çağırmış kahvaltıya. Sabah Burak uyandırdı, o zaman söyledi."

Burak mı uyandırdı? Öperek deseydin bir de. Burak haklı, salağım ben.

"Orada mısınız şimdi?"

"Evet. Amerikalı dedeler de var. Bu akşam döneceklermiş, birlikte olmak istemişler gitmeden."

"Tamam Duygu. Sesin bu yüzden mi böyle suçlu geliyor? Lütfen saçmalama. Bazı şeyler eskisi gibi olmayacak, bunun az çok farkında olmamız lazımdı."

"Hayır, olacak. Bugün sadece izin ver bana."

Yine ağlamaya başlayan Duygu kapının tıklatılmasıyla yerinden sıçradı. Tuvalette bile bu Özcanlar'dan rahat yoktu.

"Kızım bir sorun yok değil mi? Deden tansiyonunu ölçer misin diye soruyor."

"Tamam hala, çıkıyorum hemen. Cihan?"

"Git sen. Beni düşünme sakın. Sadece daha erken haberimin olmasını sağla olur mu? Daha fazla uyurdum."

"Yalancısın. Yine de seni çok seviyorum."

"Ben de küçüğüm. Miya'nın selamı var. Öptüm. Bekletme hadi."

Çişini yapamadan yüzüne gözüne su çarpıp çıktı tuvaletten. Tansiyon, kahve, kedilerle ilgili sıkıntı derken bir saati de öyle yediler.

"Ya işte böyle. Anası aldı diğerini gitti. Bu Mırnav mı neydi, başıma kaldı. Daha küçük olmasa bakarım da şimdi birini bulmak lazım."

"Ben alırım dedem, düşünme sen."

"Ne yaparsın ne yaparsın? Hapşu. Nereye alıyorsun sen onu?"

"Bizim eve tabii. Nereye olacak Burak?"

"Konuştuk bu konuyu. Kediler giremez benim evime."

"Hatırlıyorum sevgilim. Şansa bak ki, artık bizim evimiz. Yani artık girebilir tüm kediler. Hem Miya'ya da arkadaş olur. Evlenmeden önce eve aldığımda iyi anlaşmışlardı."

"Ay çok tatlı bu gelin hanım, değil mi anne, baba? Keşke daha fazla vaktimiz olsaydı, biletleri mi değiştirsek, bir hafta sonra gideriz. Ne dersin hayatım?"

Sakın böyle bir şey yapmayın. Lütfen. Çok rica ederim. Kahvaltı ettik bitti. Akşam uçağıyla ver elini Amerika. Burada macera falan da yok. Küfürlerim bitti yemin ederim.

"İyi fikir hala. Zaten yılda bir kez ya görüşüyoruz ya görüşmüyoruz. Kalın biraz daha."

Ekrem dede, sonsuz misafirverliğiyle onaylayınca uzattılar mı sana on gün daha? Vallaha uzattılar. Bir hafta oldu sana artı üç gün daha. Kalmaları bir şey değil, her gün yapılan gelişi güzel programlar hem Duygu'nun hem Burak'ın elini kolunu bağladı. Güya balayında olan çiftin zamanı Ekrem dedenin mütevazı villasında geçti neredeyse.

Gidecekleri gün onları hava limanına götüren ikili, dönüş yolunda çoktan birbirlerini gırtlaklayacak hale gelmişti. İkisinin de birbirlerine bağımlı olması yetmezmiş gibi, geceleri de sevgili hasreti çekiyorlardı. Misafirler gitmeden kedileri de alamamıştı. Cihan'ı bir kere, ergenler gibi, bir kafede buluşarak görebilmişti.

Bitti. Sondu bu gece. Ekrem dede hemşiresine ve yardımcısına dünürleri var diye izin vermişti. Bu gece orada kalacaklar, yarından itibaren de özgür olacaklardı.

Akşam yemeğinden sonra rutin ilaç alımı ve kontrollerinden sonra saat on bir gibi uyumaya gitti yaşlı adam. Duygu yavaştan gelen ağrılarla regl olacağını anladı ve tedbirini alıp odaya geçti. Burak'la anlaşmışlardı ve dedesi sabah uyanmadan kalkacaklardı. Tabii kalkmak için önce uyumak lazımdı.

Ağrıları artan Duygu ağrı kesici avına çıktı sabahın beşinde. Telefon ışığıyla çekmeceleri açıp kaparken salon ışığı yandı ve Burak'a yakalandı.

"Ne işin var sabahın bir körü hırsız gibi salonda?"

"Burak yeter artık. Gibisi fazla, zaten hırsızım ben. Dikkat et, senin aklını da başından almayayım. Aa, pardon çalmayayım."

"Ne işin var dedim? Parmak uçlarında geziniyordun."

"Ağrı kesici arıyordum. Karnım ağrıyor. Dedeni uyandırmak istemedim."

"Niye ağrıyor karnın?"

"Kadınsal."

"Gel vereyim. Nerelerde yaşadıysan artık, ağrı kesici salonda olmaz, bir ihtimal mutfakta olur."

Ailenin akıl küpü sensen, vah ki vah!

Duygu önce mutfağa gidip araştırma yapmıştı zaten. Ne mutfak dolabında ne buzdolabında ilaç namına bir şey vardı. Ekrem dedenin odasına girme şansı olamayacağı için bir ümit salon gelmişti aklına.

Burak mutfağa gitmişken Duygu ona aldırış etmeden kendi yattığı odaya döndü. Eli karnını ova ova yatağa girdiğinde inlemelerini el ve ayak uyuşmaları izledi. Daha fena ağrı gelip saplanacaktı ve mide bulantısı kısmına geçmeden uykuya dalmayı diledi.

Hıyar Burak mutfakta bulamadığı ilaçları soksun bir tarafına.

"Ayyy! Çok ağrıyor annecim."

En az on dakika boyunca mutfakta bakmadık yer bırakmayan Burak kendine küfretti. Yine yargısız infaz yapmıştı, yine Duygu'yu hor görmüş, hırsız diyerek incitmişti. Peki neden buraya çoktan baktığını söylemiyordu ki?

"Çünkü bir kere olsun hıyar olmazsın diye umuyordur da o yüzden. Pardon kornişon."

Söylene söylene, salonda bulamadığı kadının yattığı oda kapısının önüne geldi. Tıklatıp kapıyı açtığında, yatakta top gibi iki büklüm olmuş halini görünce ne yapması, ne söylemesi gerektiğini tarttı kafasında. İnliyordu ve ondan gelecek yardımı kabul etmeyeceği açık şekilde, onu bırakarak girmişti yatağa.

"Duygu, ne kullanıyorsun normalde? Nöbetçi eczaneden gidip alayım."

"Böyle zamanlarda genellikle empati duygumu kullanırım peşin hüküm vermeden önce. Onu da nöbetçi eczanede bulamazsın. Ayyy!"

"Tamam, söyle işte. Dedemde yoktur ihtiyacın olan şey. Ne lazım?"

"Biraz huzur. Git uyu Burak. Ağrır ağrır geçer."

İnatçı kıvırcık.

"Cihan böyle yapmıyordur tabii. Ne zaman neren ağrıyorsa empati kuruyordur seninle. İnatlaşmasan olmaz mı? Gidip alacağım diyorum işte."

Duygu konuştukça sanki, daha fazla ağrıyan karnıyla bu adamın ne zaman laf anlayıp onu rahat bırakacağını merak ediyordu. Uyursa uyandığında ağrısız kalkma ihtimali vardı ve konuştukça geçen süre zarfında daha fazla uykusu olmuyordu.

"Ben senin derdini anlamıyorum ya. Cidden anlamaya çalışıyorum, ama anlamıyorum. Parmak uçlarımda gezinmeyeceğim işte artık. Kapını kapat inlemelerimi duymazsın."

"Duygu, dedem uyanır birazdan. Rica ediyorum. Görmesin beni böyle. Lütfen diyorum."

"Ne o hergele? Daha on günde yataktan mı kovuldun? Gir içeride özür dile karından. Benim evimi mi buldun kapı dışarı edilecek. Bir gece ayrı yatmadım karımdan, bir gece. Bu gençler tövbe tövbe."

"Tamam dede."

İçeri girip kapıyı kapatan Burak'a anlamsızca baktı Duygu. Cesareti nereden aldığını sorgulama takati diledi bir yerlerden.

"Hayırdır Burak? Ağrıdan ölürken elimi mi tutacaksın? Çık hemen, en başta niye girdin odama hem?"

Nasıl çıksındı Burak şimdi? Emir en büyük yerdendi. Ondan büyük yoktu neticede bu evde ve dedesi ortalıkta gezinirken nah çıkardı dışarı. Azarı bir kere yemişti.

"Yüz görümlüğü takmaya geldim, müsaade var mı?"

25 yorum:

  1. Duygu ile burak ı imkansız gördüm bunlar nasıl aşık olacak nefretten mş doğacak bilemedim 😏😏😏

    YanıtlaSil
  2. He var tak da duygu boğsun seni o kolye nin zinciriyle

    YanıtlaSil
  3. Olmasinlar ya Cihan ne olacak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bencede ben cihandan başkasıyla düşünmüyorum.

      Sil
  4. Sen git o yüz görümlülüğünü hülyaya tak hatta takmışken aklını kalbini malum yerinide tak gelde duygudan uzak dur. Duygu Cihanın

    YanıtlaSil
  5. bunlar nasıl olacak bende merak ediyorum

    YanıtlaSil
  6. Cihan ile devam be duygu yoruyor ve üzüyor seni Burak yazardım ellerine sağlık 😊😊😊

    YanıtlaSil
  7. Aa burada yorum da mı yapılıyor😮😮 . Ben şok.
    Bu arada sanırsam yorum yapan ismi gözükmüyor ismimi de yazayım kskskskd
    Görkem ben

    YanıtlaSil
  8. Allah allaaaahhh hiç aşık olacak bir potansiyel görmedim bunlarda ama hayırlısı....

    YanıtlaSil
  9. Burak bu hülya olmayınca sanki daha iyi ama onu görünce ayarı kaçıyor cihanda fazla anlayışlı duygu suçlu hissediyor ama kırılma yakın bence burak burak cihanı için için kıskanıyor ama farkında değil

    YanıtlaSil
  10. Yazık duygu ya ne çekiyor şu Burak efendi den küfür üsttü küfür diyesim geldi. :}

    YanıtlaSil
  11. Her zamanki gibi okumaktan keyif aldığım bir bölümdü. Ama ben Cihan'a da üzülüyorum 😔

    YanıtlaSil
  12. Duygu ne yaşadı da bağırmaya tahammülü yok çok merak ediyorum. Ellerine sağlık, muhteşem bir bölümdü.

    YanıtlaSil
  13. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  14. Duygu nefret ediyor Burak'tan nasıl aşık olabilir ki? Burak kıskanıyor en azından bir sinyal veriyor ama Duygu'nun aşık olmasını imkansız gibi görüyorum, 😭

    YanıtlaSil
  15. Ellerine sağlık, çok güzel bir bölümdü,YİNEE😍🌹

    YanıtlaSil
  16. Vah çihanuma yaaa duygu sakın ha kırarım bacaklarını küfür üstü küfür burak sana

    YanıtlaSil
  17. Ya cihan olmasa buragi sevicem ama cihan varken zor. Yani cook sinir oluyorum su ikilemde kalmaya. Leventden sonra sevdigim diger yan karakter cihan oldu

    YanıtlaSil
  18. Of ya sonunda girebildi yazarcim eline emeğine saglik harika bölüm olmuş

    YanıtlaSil
  19. Duygu karakterini kinden ilham alinmis acaba ?

    YanıtlaSil